Mars’ı sömürgeleştirmek neye hizmet eder?

Sömürgecilik, keşfetmek bağlamında doğal bir dürtü olarak gizlenebilir. Ancak Mars'la ilgili varsayımlara, gizli rezervler veya 'şahsi mülkler'e dair fanteziler eşlik ediyor. 

Google Haberlere Abone ol

Christopher Schaberg 

DUVAR - Nisan ayında, ‘Ingenuity’ (‘Marifet’) adlı helikopter Mars havasına yükselecek ve bu, NASA’nın ifadesiyle “bir hava aracının başka bir gezegendeki motorlu ve kontrollü uçuşuna yönelik ilk girişim” olacak. Veya daha basit bir ifadeyle söylemek gerekirse, Mars yeni bir havaalanı haline gelmiş olacak. Tabii ki, daha önce de pek çok araç Mars’a indi; en son keşif aracı Perseverance ise içinde ‘Ingenuity’ adlı helikopterle birlikte buraya ulaştı.

İndiği bölge, NASA ekibi tarafından “Octavia E. Butler İniş Alanı” diye adlandırıldı. (Güneş Sistemi genelinde resmi bölge adlandırmaları Uluslararası Astronomi Birliği tarafından yapılıyor.) İlk bakışta, bu, (spekülatif kurgu türüne yaptığı katkılar nedeniyle) vizyoner bir sanatçı ve (MacArthur Bursu alan ilk bilimkurgu yazarı olarak) çığır açan bir figür olmasından ötürü Butler’a hak ettiği bir saygı duruşu gibi görünüyor. Bu isim, Perseverance keşif aracının cesur misyonunu, entelektüel bağlamda cesur romanların parlak yazarının mirasıyla bir araya getiriyor. Ayrıca, NASA adına siyah bir kadını da anlamlı bir şekilde onurlandırıyor.

KOLONİLEŞME, ACIMASIZ BİR MİRAS TAŞIYOR

Ancak Butler’ın çalışmaları bağlamında bu adlandırma ziyadesiyle karmaşık bir hale geliyor. Pek az yazar, insan egemenliğinin ve gezegen kolonileştirmenin ahlaki ikilemlerinin (bkz. Dawn adlı romanı) ve kolonilerin köleliğin ve diğer nesiller ötesi şiddet kalıplarının tekrarlanmış kopyaları olarak nasıl işlev gördüğünün Butler kadar farkındadır (bkz. Kindred romanı). Bu nedenle, iniş alanını “Octavia E. Butler İniş Alanı” diye adlandırmak biraz paradoksal; sanki “Ne Dilediğine Dikkat Et” der gibi...

Butler’ı anımsatmanın tek yaptığı, Mars ve kolonileşme bağlamında devam eden endişe verici konuşmaları vurgulamak. Elon Musk, Mars’a ulaşma ihtiyacı konusunda kararlıydı. SpaceX’in “Mars & Beyond” başlıklı web sayfası, Musk’ın büyük hedeflerinden doğrudan alıntı yapıyor: “Oraya giderek yıldızların arasında olmaktan daha heyecan verici bir şey düşünemiyorum.” Bu tutku dolu istek yeterince masum görünebilir ama daha en başta, orada olmaya hakkımız olduğunu varsayar; gerçekten de, planlanan şey, uzay gemisi ‘Mars Colonial Transporter’ (Mars Koloni [Sömürge] Taşıyıcısı) için kullanılan isimden de anlaşılacağı üzere, onu kolonileştirmektir. Musk, insanların hayatta kalabilmesi için türlerin “uzay yolcusu” ve “çok gezegenli” bir hale gelmesinin elzem olduğunu savunuyor. Buna karşın, kolonileştirmek masum bir uygulama değildir: İnsanlar, bir süreden beridir gezegenimizdeki kolonileştirmenin ağır sonuçlarıyla hesaplaşıyorlar.

Musk, dünya dışı sömürgeci zihniyetin belki de en korkunç örneği ve eleştiriler için kolay bir hedef: Dünya’daki sistem kaynaklı sorunlardan uzaklaşırken evreni fethedebileceğini zanneden başka bir zengin beyaz çocuk. Andrew Russell ve Lee Vinsel’ın Aeon’daki bir makalede açıkça vurguladığı üzere: “İnsanlık tarihinin bu noktasında, Mars’ın kolonileştirilmesi, insan toplumlarının karşılaştığı ağır sorunlar karşısında dikkat dağıtıcı bir unsur.” Ve Musk’ın, Mars’taki planlarının 'kolonileştirme' olarak nitelenmesinden imtina etmemesi de dikkate değer. Musk'ın bu sözcüğü doğrudan kullanmadığı zamanlarda bile bu kavram pusuda bekliyor ve acımasız mirasıyla bağlarını koruyor.

GEÇMİŞİN HATALARINDAN DERS ALMADIK

Fakat uzay araştırmaları kolonileştirme yerine bilimmiş gibi sunulduğu zaman bile rahatsız edici kalıpları yeniden üretme riski taşıyor. NASA’nın resmi görüşünü düşünün: “Mars geçmişte ya da şimdi yaşamdan yoksun olsa dahi, ufukta hâlâ çok fazla heyecan mevcut. Eğer bir gün insanlar oraya gitmeyi tercih ederse, biz kendimiz de ‘Mars’taki yaşam’ haline gelebiliriz. Bu arada, bu harika gezegen ve olağanüstü ortamları hakkında hâlâ öğrenmemiz gereken çok şey var.” David Bowie’yle ilgili ima bir yana, NASA Mars keşfini hem çekici hem de neredeyse kayıtsız kalınacak bir mesele olarak görüyor gibi görünüyor (“İnsanlar oraya seyahat etmeyi seçerse”). 

Mars’a inen keşif araçları, insan varlığı olmadan da keşif yapmaya olanak sağlıyor ve gelecekteki gerçekten de insan yerleşimlerini içerebilecek yolculuklar için zemin hazırlarken, bu merak uyandırıcı ayrışmayı aşmayı başarıyor. Ve bu arada, bilim odaklı keşifler göründüğü kadar tarafsız değil. Marina Koren, The Atlantic dergisinde, Perseverance görevini “Doğa bilimcilerin ve diğer kaşiflerin daha yakından çalışmak amacıyla bir sürü örnek toplamak için uzak yerlere seyahat ettiği daha eski bir bilim yapma yolunu andırıyor” diye değerlendirdi. Mars’ta henüz insan olmamasına karşın, bilim yoluyla bir hak iddia etme modeli oluşturuluyor. 

Şayet bilim, doğayı anlama arayışıysa, Mars’ın tabiiyetinin değiştirilmesini gerektirir. Farklı bir şekilde söylersek, Mars, çalışmamızı (ve gezegendeki potansiyel yerleşimimizi) makul hale getirmek için Dünya'ya daha fazla benzemek zorundadır. Bu açıdan, Perseverance'tan yollanan çöl fotoğrafları Mars’ın neye benzediğiyle ilgili basit kayıtlardan ibaret değildir. Bunun yerine, zaten bir şekilde uzun zamandır anladığımız insanlık dışı bir doğayı gösteriyorlar. William Cronon’un yaklaşık 30 yıl önce izah ettiği üzere, bu tür görünüşte doğal olan manzaralar daima kültürel işler yapar: “Aslında, kendi keşfedilmemiş özlemlerimizin ve arzularımızın bir yansımasını gördüğümüzde, kolayca, gördüğümüz bu şeyin Doğa olduğunu hayal ederiz.” 

Bu varsayımlara eşlik eden şey, gizli kaynak rezervlerine, hatta belki de ‘şahsi’ ilan edilip sahip olunacak ve başkalarından sakınılabilecek mülklerle ilgili fantezilerdir. Mars’ı yaşama elverişli olarak hayal ettiğimizde, araştırmaların bilinçaltında, içten içe bu tür fanteziler kaynamaktadır. Issız ufuklar ve kayalık araziler, ustaca geliştirilmiş dijital görüntüler halinde kesilmiş ve hazırlanmış olsa da, asıl noktayı aşırı biçimde belirginleştirir: Mars yalnızca ele geçirilmek için oradadır ve sayısız olasılıkla doludur. Öte yandan, eğer Mars, dünyevi doğanın insanlardan ayrı biçimde kabul edilmiş bir benzeriyse, aynı zamanda kendimizi yansıttığımız ve daha şimdiden yerle bir ettiğimiz bir şeydir. 

KEŞİFLER NEYE HİZMET EDİYOR?

Sömürgecilik, keşfetmek bağlamında doğal bir dürtü olarak gizlenebilir. Bilim yazarı Ramin Skibba’nın da altını çizdiği gibi, bu tür misyonları eleştirel bir gözle sorgulayan bir makalede bile, “İnsanlar keşfetmeyi sever. Bu bizim kanımızda var” görüşü belirtilir. Bu belki sağduyulu gibi görünebilir ama aslında her zaman aynı zamanda jeopolitik tercihler de olan ayrıntılı projeleri makul göstermeyi amaçlar. Her iniş alanı, atılan paraşüt, ısı kalkanları ve yüzeydeki diğer enkazlar, Instagram üzerinden paylaşılan sayısız görüntü ve uzay rüzgârının görünüşte bir hedefi olmayan kayıtları tweetlenirken, uçurulan (ya da kaybolan) her insansız hava aracı ve daha sonra incelenmek üzere toplanan her bir toz parçasıyla, insanlar istediğimiz yere gidebilirmişiz ve gitmeliymişiz gibi davranma alışkanlığını sürdürüyorlar; ‘ne istersek alırız, eve kartpostallar göndeririz ve çöplerimizi geride bırakırız.’

1956 yılında Arches ulusal anıtının “resminin orta ve ön planında” kendisini bulması üzerine Desert Solitaire’de yazan Edward Abbey, kendisini “[oranın] tek sakini, kullanım hakkı sahibi, gözlemcisi ve bekçisi” ilan etmişti. Bu bakış açısından, Abbey doğayı savunmak için yazmıştı ve karmaşık bir şekilde, hâlâ kendisinin müdahaleci konumunun farkındaydı. Abbey’nin tefekkürü, her zaman daha en baştan sömürgeciydi; daha önceleri araziler üzerinde uygulanan hükümet gücüne dayanıyor ve korunuyordu. Ve bu durum yerli nüfusun aleyhineydi. 

Bugün, Percy lakaplı keşif aracının Twitter sesinde ve Instagram objektifinde Abbey’nin izlerini sürebiliyoruz. Percy’nin tweetleri ve resimleri, sanki keşif aracı kendisini aniden Mars’taki Jezero Krateri’nde buluvermiş gibi, görünüşte tarafsız bir tutumu paylaşıyor. Bu sosyal medya akışları, Mars’ın kolonileştirilmesine, geride kalıntılar bırakmaktan ya da diğer halkların topraklarında yaşamaktan daha ince bir şekilde dahil oluyor. Tartışmaya açık bir şekilde, Percy’nin yalnızca iletişim ve tanıtım çabalarından ibaret olan çevrimiçi kişiliği yine de bunun üzerinden geçme, onu inceleme, fotoğrafını çekme ve bir şeyler toplama fikrini devam ettiriyor... Neden yaptığımızı sorgulamadan yaptığımız şey, işte bu. Mars’ta bulunan Percy’yi “takip etmek” ardından gelen her şeyi daha leziz bir hale getiriyor.

Mars, teknolojimiz ve çöplerimiz için gidilecek bir yer olarak normalleştirildikçe ve Kızıl Gezegen’den sosyal medya bildirimleri beklemeye başladıkça, sahip olduğu statü zihnimizde değişiyor. Gezegen yalnızca kendini insanlara açmakla kalmıyor, aynı esnada araç-gereçlerimiz ve kabul gören görme ve iletişim yöntemlerimiz tarafından kolonileştiriliyor. Bunlar, görece çorak bir gezegende ihmal edilebilir izler gibi görünebilir. Percy’ninki gibi görevlere eşlik eden teknik zekâyı, yeniliği ve azmi inkâr etmek mümkün değil. Ama aynı zamanda, sonuçları çoğunlukla gözden kaçırılan felsefi temelleri de kabul etmemiz gerekir. Mars’ı kolonileştirmek işte böyle başlar. Ve şu anda orada hiçbir hayat tehlikede olmasa, hiçbir şekilde şiddet uygulanıyor gibi görünmese bile, bölgeleri kolonileştirmeye devam ederken, yanımızda neleri götüreceğimizi ciddi bir şekilde düşünmek için bir mola vermeliyiz.

DÜNYA’YI CEHENNEME ÇEVİRİRKEN BİR KAÇIŞ NOKTASI MI?

Octavia Butler hakkında bir kurs veren meslektaşım Scott Heath’e iniş alanının garip bir şekilde isimlendirilmiş olduğunu düşündüğümden bahsettiğimde, bana ‘Parable of the Sower’ (‘Ekicinin Kıssası’) romanında Mars’a açıkça atıfta bulunan kısımları hatırlattı. Romanın ana karakteri olan Lauren Olamina, Mars’a kadar yalnızca orada trajik bir şekilde ölmek için gelen bir kadın astronota hayrandır. Butler’ın Olamina’sı, “Uzay araştırmaları ve kolonileşmenin, geçen yüzyıldan bize kalan ve zarar vermekten çok yardımcı olabilecek birkaç şey arasında olduğuna” inanan, yeni yetme bir peygamberdir. (Yani bu can sıkıcı kavramı savunan yalnızca Elon Musk değil.) 

Butler’ın romanında, yıl 2024’tür ve Dünya, çevre felaketlerinin hızla yoğunlaştığı ve aşırılık yanlısı grupların cezasız kalarak korkunç şiddet eylemleri gerçekleştirdiği, kıyamet sonrası bir korku manzarasına bürünmüştür. Olamina, Mars’ı “bir bakıma cennet... ama çok daha yakın, Dünya üzerinde böyle bir cehennem hayatı süren insanların ulaşabileceği kadar yakın bir cennet” olarak görüyor. Mars’ın çok daha ötesine, Dünya’da yaşadığımız her şeyin ötesine geçmek istiyor. Varlıkların geçmişte takılıp kalmaları ya da günümüze hükmetmesi için değil, yaklaşmakta olan bir geleceğe uyum sağlaması amacıyla kökten dinamik bir varoluş fikrini savunan ‘Earthseed’ (‘Dünya Tohumu’) adlı yeni bir din kurmaya devam ediyor. Hikaye, sözde insani ilerleme iddiasını açık biçimde ortaya koyuyor: Romanın anlattığı 21'inci yüzyıl, pek çok açıdan okuyucuların şimdi “kehanet” dedikleri biçimde eski iktidar yapılarına takılıp kalmış korkunç bir distopya. 

NASA’nın günümüzdeki uzay araştırmaları, Parable of the Sower’ın zaman çizelgesiyle esrarengiz biçimde uyumlu olsa da, kesinlikle bir uzay yolculuğu yapmak isteyen Lauren Olamina’nın vizyonunu yansıtmıyor. Gerçekten de, Rebecca Onion’un geçen sonbaharda yazdığı gibi, “Earthseed fikrine inanmak için uzay kolonileşmesine inanmak zorunda değilsiniz, hiç sanmıyorum.”

Parable of the Sower açıkça görüldüğü üzere yalnızca bir roman ve Lauren Olamina da Octavia Butler değil. Buna karşın, NASA, yazarı onursal biçimde bu maceraya dahil ettiği müddetçe, onun çalışmalarını ciddiye almamız gerekir. Mars’ı kolonileştirme doğrultusundaki ağır yürüyüşü gerçekleştirirken, hangi anlatılara içten içe bağlıyız? Butler’ın geride harap olmuş bir Dünya bıraktığımız Mars keşfine ilişkin 2024 versiyonu, gerçekten de benzerini yaşamayı arzuladığımız şey mi?

PAZARLANAN BİLİM VE ÇÖZÜLMEMİŞ SORUNLAR

Senatör Ted Cruz milyonlarca insanı elektriksiz ve susuz bırakan kutup girdabı esnasında Teksas’a kaçtığında, bu davranış hızla bir skandala dönüştü: Halk tarafından seçilmiş bir yetkili, ihtiyaç anında halkını nasıl bu kadar yüzsüzce terk edebilirdi? Tuhaf bir tesadüf sonucu, Cruz’un Houston Havaalanı’nda çekilmiş sosyal medya görüntüsü, Percy’nin Mars’a ulaştığı gün çekilmişti. Meksika’ya kötü zamanlanmış bir tatil ve Kızıl Gezegen’e uzun zamandır beklenen bir iniş, her ikisinin de gerçeğini ortaya çıkarcasına birbirine karıştı. Cruz, Octavia Butler romanından çıkmışçasına kendine hizmet eden bir politikacı ve duyarsız bir sömürgeci turist; Percy, bilimsel bir harika olduğu oranda, dünya yanarken insanları eğlendiren başka bir anlamsız internet eğlencesi. 

Percy’nin ilk Twitter paylaşımlarından biri, Bill Nye’ın iyimser yorumuyla Mars’tan bir rüzgâr kaydı aktarıyordu: “Bu dünyanın dışından!” Nye’ın coşkusu bulaşıcı ve duyguları gerçek. Ama bilim gösteriyle bir araya geldiğinde ve sosyal medyadaki beğeni ve takipler uğruna pazarlandığında, kolonileştirmenin bir sonraki aşamasına geçip geçmediğimizi düşünmemiz gerek. Sömürgecilik en yeni havalı şey olarak yeniden paketlendiğinde, -özellikle de yeterli ayrıcalığınız varsa- uzaktan dahil olmak için eğlenceli bir şey ve beraberinde gelen şiddet dolu geçmişe karşı dikkatli olmalıyız. Şimdi fırlatılan paraşütün deseninde yazılı olan “büyük şeylere cesaret et” kodu deşifre edildiğinde, bunu tekrar düşündüm. Başka bir sosyal medya heyecan dalgası, bir parça daha uzay çöpü ve yaşananların Kızıl Gezegen’in kolonileştirilmesinden başka bir şey olmadığının bir göstergesi; adını Dünya üzerindeki sömürgeciliğin akıllardan çıkmayan, çözülmemiş sorunlarını gayet iyi anlayan siyah bir yazarın adını taşıyan bir alan. 

Octavia Butler, özellikle de uzayın kolonileştirilmesine dair olası geleceklerle ilgili fikir yürütme hususunda usta olabilir ve hatta karakterlerinden bazıları farklı uçlara ulaşmak için bu tür yolculukları onaylayabilir. Yine de bu imgeleri kader ya da gerekçe olarak kullanmak, onun kurgularından biri hakkında kibir kaynaklı bir hataya düşmek olur. Uzayın kolonileştirilmesi, Dünya’daki sömürgeciliğin yakıcı sorunlarını da beraberinde getirecektir ve büyük ihtimalle çok geç kalana dek bu sorunları göremeyeceğiz.

Makalenin orijinali Slate.com sitesinde yayımlanmıştı. (Çeviren: Tarkan Tufan)