YAZARLAR

Mağdura yıkılan yükler: His House

“His House” yakın dönemin sorunlarını kendisine dert edinen yeni nesil korku filmlerinden. Gerilim unsurlarını yerli yerinde kullanıyor. Ancak siyasal alana dair açık/ örtük göndermelerin anlatıya dâhil olduğu yerlerde bir yerden mistisizm sızıyor, diğer yerden oryantalizm rengini belli ediyor ve nihayetinde trajedinin vicdan yükünü mağdurların omzuna yükleyen bir anlatı çıkıyor.

Afrikalı göçmenlerin yaşadıkları üzerine yakın dönemde izlediğimiz iki film, bazı ortak yönleriyle dikkat çekiyor. Mati Diop’un 2019’da Cannes’da Altın Palmiye için yarışan ve Büyük Jüri Ödülü’nü kazanan filmi “Atlantik” ile Sundance Film Festivali'nde gösterilen “His House” filmlerinden bahsediyorum. Yaklaşık bir yıl önce Netflix’te izlediğimiz “Atlantik”in ardından birkaç gün önce “His House” da bu platforma düştü.

İki filmin hikaye olarak benzerlikleri var. Afrika’dan Avrupa’ya geçmek isteyen insanlara dair hikaye anlatıyorlar. Bu yolculuk sırasında denizde yaşanan büyük trajedilere tanıklık ediyoruz ve kurbanların doğaüstü bir biçimde yeniden hikayeye dâhil olduklarını, sevdiklerini kurtarmak ya da onların vicdanında yaralar açmak için geri döndüklerini görüyoruz. Bu hafta izlediğimiz “His House”a geçmeden önce söylemekte yarar var; Afrika’nın pagan köklerinden gelen, sonra semavi dinlerle harmanlanan ‘doğaüstü’ inanç ve geleneklerinin filmlerde kullanılmasında bir sıkıntı yok ama anlatıya sızan o oryantalist ton, festivalcilerin/ dijital platform yöneticilerinin görmek isteyeceği türden bir ‘mistisizm’ rahatsız edici açıkçası. “Atlantik”in yönetmeni Mati Diop’un Senegal asıllı bir Fransız olması, “His House”u yöneten Remi Weekes’ın siyah bir İngiliz olması bu gerçeği değiştirmiyor. Hatta biraz daha can sıkıcı hale gelmesine neden oluyor.

Remi Weekes’ın, senaryonun da ortak yazarlarından birisi olduğu düşünüldüğünde filmin içindeki bir sahne ile bu ‘yabancılaşma’nın ya da bakışın eleştirisini de yapıyordur kim bilir. “His House”un göçmen çiftinin kadın üyesi Rial, sağlık ocağını bulamayıp kaybolunca sokakta takılan üç siyah gençten yol tarifi istiyor. Hal ve tavırlarından doğma büyüme “İngiliz” oldukları anlaşılan bu üç siyah genç, kadının aksanıyla dalga geçtikten sonra “Afrika’ya dön, burada sadece İngilizce konuşulur” diye dozu daha da artırıyorlar. Bu sahne ‘İngiliz siyahlar’ın Afrikalı hemşerilerinin sorunlarına ne kadar uzak olduğunu anlatmak için konulmuş belli ki ama ironik bir şekilde yönetmenini de ele veriyor sanki.

“His House”, trajik bir deniz kazası sahnesiyle açılıyor. Sonra Bol ve Rial Majur çiftinin mülteci kampında olduğu bölümle devam ediyor. Bir süre sonra deniz kazasında kızları Nyagak’ı kaybettiklerini öğreniyoruz. Şans yüzlerine gülüyor ve devlet onları bir eve yerleştiriyor, uyum sağlayıp sağlayamayacaklarını kontrol etmeye çalışıyor. Film, bu noktadan sonra bir ev korkusuna dönüşüyor. Duvarlardan gelen garip sesler, ortalıkta dolaşan hayaletler, arafta kalmış ruhlar ve karakterlerimizin üzerine binen vicdan yükü. Geri dönüş sahneleriyle de Majur çiftinin sırlarını öğreniyoruz.

Remi Weekes belli ki, karakterlerimizin yaşadıkları büyük kayıp ve tanık oldukları trajediyi bir korku/hesaplaşma hikayesinin dayanağı yapmak istiyor. Ve fakat bunu yaparken o kadar Batılı bir dil kullanıyor ki, anlatının ciddi etik sorunlar taşıyabileceğini fark etmiyor. Majur çiftinin Nyagak’ın vicdan yükünü taşımaları anlaşılır olsa bile, diğer kayıplara dair vicdanı da onların boynuna asmak biraz ağır bir yük. Bir filmi anlatma iddiasında olmadığı şeyler nedeniyle yargılamak sorunlu olabilir ama Bol ve Rial dışında bir-iki devlet bürokratını görebildiğimiz, dış çevre hakkında hiçbir fikrimizin olmadığı ve daha önemlisi bu trajedinin gerçek sorumlularına dair en ufak bir imada dahi bulunulmadığı düşünüldüğünde mağdura yüklenmiş aşırı bir yük kanımca filmin yaklaşımı. Öte yandan Afrika’dan ayrılmak için ille kanlı bir gerekçe, birbirini kesen kabileler, ağır travmatik hikayelerin gerektiğine dair bakışın da çok Batılı olduğunu düşünüyorum açıkçası. Batı, oradaki bütün kaynakları sömürdüğü için, çalışacak iş, yiyecek yemek olmadığı için de düşüyor insanlar yollara.

En nihayetinde, “His House” yakın dönemin politik/etnik ve kimlik siyasetine dair sorunlarını kendisine dert edinen yeni nesil korku filmlerinden (The Babadook, Midsommar, The Witch, Get Out, It Follows). Ve açıkçası gerilim unsurlarını yerli yerinde kullanıyor. Bu bakımdan gayet işleyen bir yapısı var. Ancak günlük hayata içkinleşmiş siyasal alana dair açık/örtük göndermelerin anlatıya dâhil olduğu yerlerde sıkıntılar baş gösteriyor. Bir yerden mistisizm sızıyor, diğer yerden oryantalizm rengini belli ediyor ve nihayetinde yaratıcılarının kimliğinden, ten renginden bağımsız olarak ortaya hayli Batılı ve bütün bu trajedinin vicdan yükünü mağdurların omzuna yükleyen bir anlatı çıkıyor.