Lütfü İrdem: Türkiye’de Kürt kültür sanatı ile ilgili eserler yolculuğuna sansür ile başlıyor

İlk uzun metrajlı filmi “Pîrebok”u yayınlayan Lütfü İrdem'le Kürt sinemasını konuştuk. İrdem, "Bana göre spesifik bir durum yoksa, hikâyeler kendi anadilleriyle anlatılmalıdır" dedi.

Google Haberlere Abone ol

Rêbîn Ozmen

DUVAR - Yönetmen, senarist ve oyuncu olan Lütfü İrdem, ilk uzun metrajlı filmi “Pîrebok”u izleyicilerle buluşturdu. Siyah-beyaz çekilen Pîrebok filmi, Zazaca’nın yanında Kurmancî diyaloglar da barındırıyor.

2023 Duhok Film Festivali'nde Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu (FIPRESCI) ödülünü alan film, 2023 Berlin Bağımsız Film Festivali’nde, “En İyi İlk Film” ödülünü ve 2023 Sofya Sanat Filmi Ödülleri’nde de Mansiyon En İyi Film ödüllerini aldı.

İrdem'le “Pîrebok”u, Kürt sinemasını ve sansür meselesini konuştuk.

Daha önceki filmlerinizde kendi hikâyelerinizi yazdınız, ilk uzun metrajlı filminizi ise bir Kürt halk masalını merkeze alarak çektiniz. Bu fikir nereden geldi?

Çocukluğumdan bu yana büyüklerimizden farklı şekillerde birçok masallar dinledim. Tabii insanın çocukluğu uçsuz bucaksız bir masallar alemi ve sanırsam bu şekilde, anne ve ninelerinin masallarıyla büyüyen son kuşağız. 'Pîrebok' masalı da annemden sıklıkla dinlediğim masaldı. Haliyle masalın yeniden yeniden anlatımı her seferinde masalı farklı bir anlatıya doğru da götürüyordu. Bu da bende her zaman farklı çağrışımlar yapıyordu. Her seferinde farklı bir varyantla dinlediğim bu masal, beni oldum olası hep etkilemişti. Hikâyenin hep ilgimi çeken bir tarafı olmuştu. Onu film yapma fikri aklıma geldiğinde ise salt anlatıldığı şekilde değil de, onu annemin yaptığı gibi farklı bir varyantla anlatmak istiyordum. Bu nedenle hikâyeyi günümüze uyarlayabilecek bir anlatım tarzı arıyordum. Tabii bu tarzı ararken bunun benim açımdan, görece kıt imkanlarla çekilebilir bir senaryo olmasını da göz önünde bulunduruyordum. Zira bizim film yapma imkanlarımız o kadar geniş değil, özellikle de ekonomik anlamda. Bu anlamda çekilebilir olması önemli bir mesele oluyor. Bunların tümünü düşünerek senaryo üzerinde uğraştım. Hikâyenin ana aksı 'Pîrebok' üzerinden akarken yan hikâyelerle de zenginleştirdim biraz. Yani kısacası hikâyenin fikri böyle oluştu diyebilirim.

Lütfü İrdem

Filminizin merkezinde bir mit yer alırken, bu mitin günümüze uzandığını görüyoruz. Çevremizdeki siyasi olaylar da filminizde ana hikâyelerden biri olarak karşımıza çıkıyor Bir miti günümüze uyarlamak sizin için zor olmadı mı?

Aslında burada anahtar kelime Ortadoğu gibi bir coğrafyada yaşamak. Her şeyin birbirinden bağımsız ve birbirine bağımlı geliştiği bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu da sizin birçok şeyi anlatmak istemenize sebep olabiliyor. Bir ikincisi ise salt bir masalı alıp film yapmak da benim açımdan yaratıcılık olarak sayılmıyor. O masalı alıp günümüzden bakmak benim için daha değerli bir tutum. Bu fikriyat ve hissiyat üzerinden yola çıkarak, daha önce yazdığım üç farklı hikâyeyi bir araya getirerek tek bir hikâye üzerinden anlatmaya çalıştım. Mesela Adem karakteri Victor Hugo’nun 'Notre Dame’nin Kamburu' romanındaki Quasimodo karakterinden esinlenerek yazdığım bir karakter.  Savaş mağduru Anne ve kız başka bir hikâye, 'Pirebok' ise günümüze kadar gelmiş bir masal. Bu üç hikâyeyi yan yana getirerek hem bir masalı günümüze taşımış oldum hem de bir edebiyat dehasına kendimce bir selam vermiş oldum. Tabii bunları yaparken, filmin diğer senaristi olan ve ana karakterlerden Adem’i oynayan Nurullah Kaya ile senaryo üzerinden çok yoğun bir çalışma gerçekleştirdik. 

'HİKÂYELER KENDİ ANADİLLERİYLE ANLATILMALI'

Filminizi Kürtçe’nin Zazaki lehçesiyle çektiniz. Bildiğiniz gibi Zazaki yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bu konuda neler anlatmak istersiniz, sizin için bu filmi Zazaca çekmenin avantaj ve dezavantajları nelerdir?

Filmin içinde Kurmanci lehçesi de var. Bana göre spesifik bir durum yoksa, hikâyeler kendi anadilleriyle anlatılmalıdır. Avantaj ve dezavantaj meselesine gelirsek, şöyle bir avantajı var: Annemin bana Zazaca anlattığı bir masalı yine annemin dilinde seyirciye ulaştırmanın zevki ve onun verdiği gurur ve diğer birçok karışık duygu hali...

Öte yandan Zazaca çekmenin birçok dezavantajı var. Zazaca’nın daha dar bir bölgede konuşuluyor olması, yeterince ilgi çekmemesi ve elimizin altında görece az kaynak olması bu dezavantajların başlıcalarından. Yeterince kaynak olmaması yeterince beslenemememiz anlamına da geliyor bir bakıma. Bir ikincisi, filmin dilinin Zazaca olması birçok şeyden sizi mahrum da bırakıyor. En basiti filmin baştan ilgi çekmeyeceği düşünülerek size bir destek verilmiyor. Diğer taraftan Zazaca konuşacak oyuncu bulmak çok zorlaşıyor. Bulduğumuz oyuncularla çalışmak ağız farklılıklarından dolayı zorlaşabiliyor. Bunun gibi daha bir sürü şey anlatabilirim. Ama başta da dediğim gibi filmi bitirdiğinizde sizde yaşattığı gurur, her şeyin önüne geçiyor ve bir şekilde tatmin oluyorsunuz.

Duhok Film Festivali'nde FIPRESCI ödülü de aldınız. Seyircilerin tepkisi nasıldı?

FIPRESCİ ödülü genç yönetmenler için önemli bir ödül. Değerli bir jürisi vardı, onlardan ödül olmak benim için gurur vericiydi.  Buradan ayrıca kendilerine teşekkür ediyorum. Bu ödülün benim için de anlamı büyüktü. Özellikle ana dilimde çektiğim bir filmle ödül almak, bu filmin bu işten anlayan insanları tarafından taltif edilmiş olması benim açımdan önemliydi. Bu bir şekilde Zazaca’nın görünürlüğü anlamında güzel bir adımdı benim için.

Sorunuzun ikinci kısmına gelirsek, Duhok’ta filmi seven seyirciler çok sevdi, sevmeyen de hiç sevmedi. Gelen tepkiler böyleydi. Filmi izledikten sonra birkaç gün sonra da dönüşler oluyordu. Gelen tepkiler genelde olumluydu.

'TÜRKİYE'DE ÇOK FARKLI SANSÜR DENEYİMLERİ YAŞANIYOR'

Türkiye’de sansür meselesi hala önemli bir sorun. Konu Kürt sineması olunca bir sinemacı olarak siz sansürü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Açıkçası sansür bugün de devam ediyor. En basit haliyle televizyonlarda gösterilen film ve dizilerde sahnelerin kesilmesinden kitapların yasaklanmasına, roman karakterlerine dava açmaya kadar çok farklı sansür deneyimleri yaşanıyor Türkiye’de. Türkiye’de Kürt kültür sanatı ile ilgili eserler ise yolculuğuna zaten sansür ile başlıyor diyebiliriz. Kürtçe üzerindeki fiili yasaklar, reklamın olmaması da belli başlı bir sansürdür.

Bir de işin diğer tarafı var ki, keşke sansür meselesi de açıkça söylense. Örneğin festivallere katılan Kürt filmleri az olmasına rağmen bir o kadar da acımasızca davranılabiliyor. Bu, her ne kadar çeşitli teknik terimlerle gizlense bile, filmlerin Kürtçe olması festivallere seçilmemesinde önemli bir etken ve bu da başlı başına görmezden gelinen bir sansür. Daha ilginç olanı ise bu sansürün muhalif olduğunu söyleyen bazı festivaller ve demokrat geçinen kişiler eliyle yapılması. Muhalif geçinen bazı festivaller 10-11 film arasından bir tane Kürtçe filmi sus payı olarak seçiyorlar ki bu da bana göre bir sansürdür. Taşrada var olan sansürü bir şekilde anlarsın ama büyük şehirlerde bile bunun yapılıyor olması sansür değil de nedir?

Sinemanın bu kadar renkli bir dünyaya evrildiği bu zamanda filminizi neden siyah beyaz çektiniz?

Sinema, efektler ve günümüzdeki teknoloji ile çok renkli bir dünyaya doğru gidiyor. Şüphesiz bunda tüketim kültürü de çok etkili; bu renklilik, çabuk tüketime yol açan bir renklilik. Siyah beyaz bana daha kalıcı bir işmiş gibi geliyor. Bu biraz hikâyenin kendisi ve bende yarattığı hissiyatla da ilgili çünkü küçüklüğümde Pîrebok masalını dinlediğimde hayalimdeki görüntüler hep sisli, daha doğrusu siyah beyazdı. Bir de filmdeki sahnelerin sadeliği aklımda hep siyah beyaz olarak canlanıyordu. Öbür taraftan hikâyenin zamanına da sadık kalmak istedim. Çünkü hikâyeyi kurarken her sahneyi bir fotoğraf karesi olarak tasarlamıştım. Siyah beyazın o sadeliği tam da burada filmin kendisine hizmet edecekti. Aynı zamanda siyah beyaz, filmin renginden çok karakterlerin performansını öne çıkaracaktı.

Bir diğer önemli konu da Kürt sinemasında çok az siyah beyaz film vardı. Tüm bunların filme yansımasını istedim. Öte yandan ilk uzun metraj filmimin siyah beyaz olması benim için başka bir anlam taşıyor. Bu filmi çekmeyi düşündüğüm ilk andan itibaren filmi hep siyah beyaz düşünmüştüm, bu biraz hisle alakalı.  Filmin diline siyah beyazın hizmet edeceğini düşüncesinden kendimi alıkoyamıyordum.