Likya’nın dünyaya açılan kapısı: Patara
Patara Limanı’nın Doğu Akdeniz’deki siyaset, askeri hareketlilik, ticaret ve Apollon Kehanet Merkezi bağlamındaki vazgeçilmez önemi, kenti MS 43’te Likya Eyaleti’nin de başkenti statüsüne getirir.
Akdeniz kültürlerinin denizcilik bağlamındaki bütüncül gelişimi üzerine yapılan araştırmaların Karl Lehmann Hartleben’in 1923 yılında yayımlanan doktora çalışması ile başladığı kabul edilir. Bu araştırmalar, limanların/liman kentlerinin tarihi ve ekonomik önemine vurgu yapar, onların bölgelerarası iletişim merkezleri olarak bu büyük deniz coğrafyası üzerinde gelişen etkileşim ve değişimlerdeki belirleyici rollerini öne çıkarır.
Peregrine Horden ve Nicholas Purcell’in çalışmaları ise, özellikle ‘başat limanların/ liman kentlerinin tarımsal ve kültürel meta açısından besleyici bir hinterlandları olmasını ve eşit biçimde bu üretimi arz edebilecekleri denizaşırı bağlantılara sahipliklerini’ süreklilik açısından ilk ölçüt olarak görür. Bazı limanların tarihin ilerlemiş dönemlerindeki askeri amaçlı kullanımları da bu sürekliliğin kaybedilmediği noktalarda ortaya çıkar.
İşte bu genel bakış açılarının tümünün karşılığını bulduğu Patara Limanı, coğrafi ve tarihi konumuyla Akdeniz’in ve özelde Anadolu’nun antik limanları arasında prehistorik dönemlerden itibaren önde gelen isimlerden birisidir. Limanın yazılı tarihten itibaren daha belirgin bir biçimde gözlemlenebilen Ege Denizi ve Doğu Akdeniz rotaları üzerindeki vazgeçilmez statüsü, kazılarda ele geçen buluntular ve bulgular üzerinden de okunur. Bu verilere bakarak Patara’nın bin yıllara yayılan bir denizcilik kültürünü temsil ettiğini söyleyebiliriz.

Bir zamanlar doğal yapısıyla adeta bir haliç gibi karanın içine sokulan ve su yüzeyinin tamamı bu amaçla kullanılabilecek durumda olan Patara Limanı’nın denizle olan bağlantısını, bugün yaklaşık 600 m genişliğinde bir kumsal ve çok sayıda kumul yükseltisi nedeniyle tümüyle kaybettiğini görüyoruz. Liman oluğu, çok fazla olmayan yağmur sularının dışında, içlerinde kükürtlü olanların da bulunduğu bazı kaynaklardan beslenir. Kumsal bitiminde başlayan farklı yoğunluktaki sazlık ve bataklık 1400 m kadar içeride bugünkü Gelemiş köyü merkezine kadar ulaşır. Halicin doğu yakasında yer alan iki koydan Tekerlek Gölü, Patara’nın kent merkezi ile bağlantılı asıl iç limanını oluşturur; kuzeyindeki Akgöl ise bir dış liman işlevini taşımış olmalıdır. Halicin hem doğu hem de batı yakasının tepelerle kuşatılmış olması, Patara limanındaki gemilere tam rüzgar korumalı bir sığınak sunar.

Patara Limanı’nın binlerce yıl süren jeomorfolojik sürecine, en geç Neolitik dönemden itibaren bir yerleşim dokusunun da eşlik ettiğini söylemek yanlış olmaz. Bu bağlamda, kuzeyindeki Ksanthos Vadisi’nin başat kentlerinden Tlos yakınlarındaki Girmeler
mağarasında bulunan Melos adası obsidyenlerinin Patara üzerinden geldiği konusunda araştırmacılar hemfikirdir. Girmeler’in en erken tabakalarının MÖ 9- 8’inci bin yıllara tarihlendiğini göz önüne alırsak; Patara’nın prehistorik tarihlerden bu yana deniz rotalarında bir geçiş noktası olduğunu söyleyebiliriz. Patara’da ele geçen ve Datça Yarımadası’na çok yakın Nisyros ve Kos adaları arasındaki konumuyla dikkat çeken Yalı (Giali) adası kökenli obsidyenler de kentin bu erken dönemlerdeki deniz bağlantısı konusunda önemli bir ipucu verir. Patara’da ortaya çıkan en erken buluntular MÖ 6’ncı bin yıla tarihleniyorsa da limana yakın konumlandığı düşünülen prehistorik tabakalar günümüzde bataklık içinde kaldığından kazı yapılamamaktadır.
Patara’nın da içinde bulunduğu Lukka (Likya) ülkesinin Akdeniz gemiciliğindeki varlığı, Bronz Çağı’ndan itibaren yazılı kaynaklardan da bilinir. MÖ 2000 civarına tarihlenen Fenike’deki Byblos kentinde bulunan bir obeliskte, Lukka ya da Lukki adları okunabilmiştir. MÖ 15’inci yüzyıla ait Alašiya (Kıbrıs) kralından Mısır kralına yazılmış bir Amarna mektubunda, Likyalıların yoğun denizcilik ve ticari faaliyetleri olduğu görülür.
MÖ 14’üncü yüzyıla ait Uluburun batığında ele geçen malzeme de Likya kıyılarındaki bu hareketliliği kanıtlamaktadır. Likya tarihi içinde Ksanthos vadisi kentlerinin çok güçlü bir biçimde öne çıkan varlıkları ve Patara’nın da bu vadinin denize açılan kapısı olduğu düşünüldüğünde, Patara Limanı’nın Likya denizciliğinin başat limanı olduğu anlaşılır.
Nitekim 13’üncü yüzyılda Lukka ülkesine kapsamlı bir sefer düzenleyen büyük Hitit Kralı IV. Tuthaliya da seferini Tlos ve Ksanthos üzerinden bu limanda sonlandırmış, galibiyeti için Patara Dağı’nın önünde steller dikip adaklar yapmış ve çok büyük olasılıkla, çok uzun ve zorlu karasal dönüş yolunu iklimsel nedenlerle de tercih etmeyip ya Lukka ya da Ugarit
gemileriyle denizden Kilikya’ya, oradan da başkent Hattuşa’ya geçmiş olmalıdır. Zira 13’üncü yüzyıl kaynaklarında Ugarit donanmasının Lukka ülkesinde bulunduğu da yazılı aktarımlar da yer alır.
PERSLERİN, LYDİA KRALLIĞI’NI ELE GEÇİRMESİYLE ANADOLU TARİHİNDE YENİ BİR SAYFA AÇILDI
Tepecik’te ele geçen Demir Çağı’nın başlarına ait Mısır’daki Naukratis kenti, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz kökenli buluntulara bakıldığında limanın etkileşim ağının genişliği anlaşılır. MÖ 7-6’ncı yüzyıla ait kiklopik sur ile özellikle kule-ev tipindeki yapı kompleksi, limanın kontrol edildiği, denetlendiği ve korunduğuna işaret eden erken mimari örneklerdir. Bu yüzyıllara ait ele geçen seramikler, denizaşırı ticaret ağının Batı Anadolu ve Yunanistan’ı da içerdiğini gösterir. MÖ 546’da Perslerin, Lydia Krallığı’nı ele geçirmesiyle Anadolu tarihinde yeni bir sayfa açılır. MÖ 540’da Harpagos komutasındaki Pers ordusu Likya’yı da ele geçirir. MÖ 480’de Salamis önlerinde Yunanlarla karşı karşıya gelen Pers donanmasına, Likyalılar da 50 gemi ile destek verir. Herodotos, Pers donanmasının öne çıkan komutanları arasında Kossikas oğlu Kibernis’in de adını zikreder ki bu kişi aynı zaman da o dönemin Ksanthos beyidir. İşte tarihten gelen tecrübeleriyle bu Likya gemileri ve mürettebatlarının, Patara Limanı’ndan yola çıktığı konusunda tüm araştırmacılar hemfikirdir.
Bu savaşın galibi olan Yunanlar, akabinde Atina öncülüğünde Attika-Delos Deniz Birliği’ni kurarlar. Denizci Likyalılar da bu birliğe MÖ 452-446 yılları arasında haraç ödemek zorunda kalır. Atina, Sparta ile arasındaki Peleponnessos Savaşı henüz başlamışken, Melesandros komutasındaki bir donanmayı yine haraç toplaması için Karya ve Likya’ya gönderir.
Ksanthos’un ünlü yazıtlı dikme anıtında da anlatıldığı üzere, Likya’da karaya çıkan Atina donanması askerleri ve kendisi yok edilmiştir. Buradan hareketle bu donanmanın da Patara Limanı’ndan karaya çıktığı varsayılmaktadır. Patara’da, özellikle Tepecik kazılarında bu döneme ait çok fazla buluntu ele geçmiş olmasına rağmen, böylesine önemli tarihi olaylara sahne olan ve askeri amaçla da kullanılan liman ile etrafındaki yapılar hakkında hiçbir bilgimiz yoktur.
Bu bağlamda bir diğer önemli husus da Patara’nın tarih boyunca coğrafyaları kadar yakın bir ilişki içinde olduğu Ksanthos’un uydu kenti ya da limanı olmadığıdır. Çünkü Pers egemenliğindeki Likya kentleri kendi yerel beyleri tarafından yönetiliyordu. Gerçekten de Patara’da, MÖ 450-430 arasında I. Vekhessere ve MÖ 430-410 arası II. Vekhessere tarafından bastırılan Pttara lejandlı sikkeler, kentin otonom bir yönetime sahip olduğunu kanıtlar niteliktedir.

MÖ 4’üncü yüzyılda Pers Kralı II. Artakserkses’e karşı tüm Batı Anadolu’yu kaplayan Satrap Ayaklanması’na Likyalılar da katılmış; ayaklanma bastırıldığında ise bölge Karia Satrabı Maussolos’un yönetimine geçmiş ve Likya kent beylikleri, MÖ 360’tan itibaren yerini
zaman içinde otonom şehirlere bırakmıştır. Maussolos ve ait olduğu Hekatomnidler Hanedanlığı’nın sonraki satrapları döneminde, Patara’da, kenti ve limanı görüp kontrol eden Doğucasarı ve Tepecik’te, serbest duran garnizonlar inşa ederek Tepecik’te bir de garnizon yerleşimi oluşturulur. Hekatomnidlerin yönetici, kumandan ve askerleri, merkez Halikarnassos’tan Patara’ya deniz yoluyla ulaşırlar.
Büyük İskender MÖ 334/333 kışında Ksanthos (Eşen) vadisi üzerinde Likya’ya girdiğinde, Likya kentleri ona savaşmadan teslim olmalarına rağmen, Patara’daki Hekotomnidler garnizonu ile İskender’in askerleri arasında bir savaş çıktığı Tepecik kazıları sonucunda anlaşılmıştır. İskender için Patara Limanı’nın ne denli önemli olduğunu, Ael.var.hist I 25,11-12’deki anlatım gösterir. Buna göre İskender, Atinalı amiral Phokion’a, kendi yararı için içlerinden bir tanesinin gelirlerini alabileceği dört kent adı vermiştir ki bunlardan biri Patara’dır.
Bu durum Martin Zimmermann tarafından, Patara’nın bir emporion yani uluslararası pazar olduğu şeklinde yorumlanır. Onun ölümünden sonra ardılları arasında başlayan Diadochoslar mücadelesinde Patara Limanı, Helenistik dönemin tamamında Güney Anadolu kıyılarındaki en önemli liman ve donanma üssü olarak başat bir rol oynar.
Ardıllardan Antigonos Monophtalmos’un bir amirali MÖ 312’de Patara Limanı üzerinden saldırılar yürütür, oğlu Demetrios Poliorketes MÖ 306’da Rodos seferine Patara’dan çıkar. Patara’yı donanma üssü olarak kullanan bu baba-oğul döneminde Hekatomnidler tarafından yapılan serbest burçlar, surla birbirlerine bağlanarak kent ve liman koruması güçlendirilmiştir.

MISIR KRALI II. PTOLEMAİOS, PATARA’NIN ADINI ARSİNOE’YE ÇEVİRDİ
Aynı süreçte kendisine egemenlik alanı olarak Mısır’ı seçen I. Ptolemaios ise, MÖ 309’dan itibaren Patara Limanı üzerinden girdiği Likya’yı ele geçirme mücadelesine başlar. Patara ile Mısır arasında yüzlerce yıldan bu yana var olan ilişkiler öylesine güçlüdür ki Likya’nın artık tümüyle egemeni olan Mısır Kralı II. Ptolemaios, Patara’nın adını kız kardeşi ve eşinin adı Arsinoe’ye çevirir ve kent özellikle papirüslerdeki denizcilikle ilgili metinlerde yaklaşık bir asır bu isimle anılır. Strabon, bu değişikliği, Patara Limanı’nda yapılan bir onarım ya da genişletme ile ilişkilendirir.
Aynı süreçte kendisine egemenlik alanı olarak Mısır’ı seçen I. Ptolemaios ise, MÖ 309’dan itibaren Patara Limanı üzerinden girdiği Likya’yı ele geçirme mücadelesine başlar. Patara ile Mısır arasında yüzlerce yıldan bu yana var olan ilişkiler öylesine güçlüdür ki Likya’nın artık tümüyle egemeni olan Mısır Kralı II. Ptolemaios, Patara’nın adını kız kardeşi ve eşinin adı Arsinoe’ye çevirir ve kent özellikle papirüslerdeki denizcilikle ilgili metinlerde yaklaşık bir asır bu isimle anılır. Strabon, bu değişikliği, Patara Limanı’nda yapılan bir onarım ya da genişletme ile ilişkilendirir.
Ptolemaiosların özellikle Patara Limanı’nı korumak, vergi sistemlerini güvence altına almak için Tepecik’te önceden de Hekatomnidlerin garnizonunun bulunduğu alana yaptıkları yeni garnizon tümüyle kazılmış ve son derece önemli bulgulara ulaşılmıştır. Kuşkusuz, Ptolemaios donanmasının bir kısmı da onların egemenlik sürecinde Patara Limanı’nda bulunmaktaydı. İskender’in generallerinden I. Seleukos tarafından kurulan Antakya merkezli Seleukosların kralı III. Antiochos, Mısır sarayındaki iç güçsüzlüğü fırsat bilerek Ptolemaiosların elindeki topraklara karşı harekete geçti. MÖ 197’de tüm Likya yarımadasını ele geçiren III. Antiochos’un donanması ile geldiği yer de Patara Limanı’ydı. Onun batıya doğru genişleme arzusunun, karşısına Akdeniz’in yükselen gücü Roma’yı çıkartması ile başlayan süreç, büyük bir coğrafyada dengeleri tamamen değiştirecekti. Seleukoslar donanmasının Patara’daki gücünün Roma ve müttefiki Rodos için büyük bir tehdit oluşturması, onların limana ve kente birkaç kez akın yapmasına neden olmuş, ancak başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Bu bağlamda Livius tarafından aktarılan ve MÖ 190’daki Roma ve müttefiklerinin kazandığı Magnesia Savaşı öncesinde Samos adasında konuşulanlar önemlidir. Bu konuşmada Rodoslu Epikrates, önce Likya’nın başkenti Patara’ya gemilerin gönderilmesini, III. Antiochos’la savaşabilmek için önce Likya kıyısının bu şekilde tehlikesiz bir duruma geleceğini söyler. Yani Patara’yı alan, Likya’yı da kazanmış olacaktır. Bu tarihi anlatımla Patara’nın Helenistik Dönem’deki önemi açıkça görülebilir.

ROMA, PATARA VE LİKYA’YI RODOS EGEMENLİĞİNE VERDİ
Akdeniz’in tek büyük gücü haline gelen Roma, Rodos ile birlikte Magnesia Savaşı sonrasında Patara Limanı’nda konumlanan Seleukoslara ait 50 adet savaş gemisini yakarak bu krallığa son darbeyi de vurmuş oldu. Roma, Patara ve Likya’yı Rodos egemenliğine vermiş olmasına rağmen, süreçte yaşanan askeri ve idari sıkıntılar nedeniyle MÖ 167 yılında Likya’yı Rodos’tan alarak yeniden bağımsızlığına kavuşturdu. Bu tarih, MÖ 2’nci bin yıldan itibaren varlığı bilinen Likyalıların ‘birlik’ düşüncesinin, MÖ 182 tarihli bir yazıtta ilk kez ismiyle yer almasına rağmen, tarihte resmiyet kazandığı yıl olarak kabul edilir. Bu tarihten itibaren Patara ve Likya oldukça sakin bir biçimde kendi kentsel ve ekonomik gelişimlerini sürdürdükleri bir döneme girdi. Ancak MÖ 2’nci yüzyılda Pontos Kralı VI. Mithridates tarafından başlatılan uzun ve yıkıcı savaşlardan onlar da etkilendiler. MÖ 88’de Rodos kuşatmasında başarısızlığa uğrayan kral, Patara’ya dönerek gemileriyle Rodos’a destek veren bu kenti de kuşattı. Likya’nın donanma merkezinin Patara Limanı olduğunu gösteren ve Patara’da bulunan bir yazıtta, bu donanmanın başkomutanının da Pataralı Krinolaos olduğu anlaşılır. MÖ 66’da Pompeius tarafından ağır bir yenilgiye uğratılan Mithridates’in ölümünden kısa bir süre sonra, Patara bu kez de Caesar’ın (Sezar) katilleri Brutus ve Cassius’un geldiği yer olur. Burada Likya Birliği donanmasının kendilerine teslim edilmesine yönelik zorla bir anlaşma yapılsa da uygulamaya konulmaz.
Caesar’a olan bağlılığını, Roma İmparatorluğu’nun kurucusu Augustus ile de devam ettiren Patara, kendisi için büyük gelişmeleri beraberinde getiren Pax Romana dönemine girmiş oldu. Patara Limanı’nın Doğu Akdeniz’de binlerce yıldır var olan siyaset, askeri hareketlilik, ticaret ve ayrıca Apollon Kehanet Merkezi bağlamındaki vazgeçilmez önemi, kenti MS 43’te İmparator Claudius tarafından oluştu rulan Likya Eyaleti’nin de başkenti statüsüne getirir.

Eyaletleşmenin en somut kanıtı olan ve eyaletin ilk valisinin adının geçtiği ünlü Patara Yol Anıtı, kentin ana girişi olan liman agorasına dikilir. Bu anıt sayesinde limana inen herkes, eyalet sınırları içinde kalan tüm kentlerin uzaklığını ve rotasını öğrenebiliyordu.
Bugün Patara’da liman ve halici kuşatan surlar ve kiliseler hariç yapıların hemen hepsi Roma İmparatorluk dönemine aittir. Doğrudan limanla bağlantılı olan yapıların ilki, İmparator Nero tarafından MS 64/65 yılında yaptırılan deniz feneridir. Bir prestij yapısı olan ve liman halicinin çıkışında konumlanan bu fenerin yazıtında ‘denizcilerin selameti’ için yaptırıldığı yazar.

ANTİK DÜNYANIN EN ÖNEMLİ ÜÇ APOLLON KEHANET MERKEZİNDEN BİRİ
Bir diğer imparator yapısı ise, MS 130’da eşi Sabina ile buraya gelen Hadrian’ın yaptırdığı horreadır (ambar). Liman hamamı Flaviuslar Dönemi’nde inşa edilir ve yorgun denizcileri ilk karşılayan yapılardan biridir.
Traian döneminde kent merkezini iç limana bağlayan caddede yeniden yapılanma ve düzenlemeler yapılır. MS 141-142 yıllarında Likya’ya çok büyük zarara yol açan deprem sonrasında, Rhodiapolisli hayırsever Opramoas tarafından Patara’ya iç limanın güney kıyısında bir stoa bağışlanır. MS 2’nci yüzyılın sonlarında inşa edilen Liman Tapınağı ile Merkez Hamamı da hem iç limana çok yakın konumlarıyla hem de kentin gelişkin ekonomik düzeyini göstermeleri açısından dikkat çeker. Bu bağlamda vurgulanması gereken bir diğer önemli husus ise; antik dünyanın en önemli üç Apollon kehanet merkezinden biri olan kutsal alan ve tapınaklarının, kuruldukları andan itibaren iç limanın kuzeyindeki küçük bir koyun kenarında konumlanmış olmasıdır. Bugün Hac Kilisesi’nin altında bataklıkta kalan ve her yıl binlerce kişinin ziyaret ettiği bu alana hem denizden hem de karadan ulaşılabiliyordu.
Roma İmparatorluğu sonrasında da Orta Çağ’ın sonuna kadar Patara’nın Likya ve Akdeniz’in başat limanlarından biri olarak kaldığını gösteren kanıtlar bulunur. Aziz Leo ve Aziz Paregorius ile denizcilerin de koruyucusu olan Aziz Nikolaos’un kenti olarak erken dönem Hristiyanlığı içinde özel bir yere sahip olan Patara, 537 yılında Papa Silverius’un Roma’dan kaçtığı ya da sürgüne gönderildiği yer olmuştur.
562’de Paulos Silentarios’un Ayasofya’ya Övgü’sünde Patara Limanı’ndan gönderilen ürünlerden olan servi/sedir ağaçlarından da söz edilir. Burcu Ceylan ve T. Michael Duggan’ın çalışmalarını refere edersek; 672 yılında Arap donanması kışı Likya’da geçirdiğinde, kullandığı ana liman da kuşkusuz Patara’dır. Tüm Doğu Akdeniz kıyılarında çok olumsuz değişimlere neden olan Arap akınlarından Patara kentinin de etkilenmiş olduğunu, olasılıkla 8’inci yüzyıl içinde yazılmış olan Vita per Michaelem’de Patara’dan bir köy olarak bahsedilmesinden anlıyoruz. Ancak bu tanımlamada, 542 yılından başlayan ve yaklaşık iki asır süren veba salgının da etkisi olmalıdır.

Zira 723/724 yılı için, Kudüs’e giden Wessex kralının oğlu Willibald’ın birlikte olduğu diğer hacılarla birlikte kışı Patara’da geçirdiği aktarılır; bu da doğu rotalarının vazgeçilmezi olan limanın hala kullanıldığı ve kentin bu zor yüzyıllardan sonra kendini yeniden toparlamış olduğu anlamına gelir.
10’uncu yüzyılda Yeni Roma İmparatorluğu’nun Kibyraiton Thema’sı içinde yer alan Patara, yüzlerce yıllık geleneği olan deniz üssü özelliğini korur. IV. Romanos Diogenes’in 1069 tarihli bir mektubunda, Metropolitler arasında Patara Piskoposu Georgios’un da adı okunur. I. Haçlı Seferi ile fethedilen Kudüs’e İngiltere’den giden ilk hacı olarak kabul edilen Seawulf’un, 1102’de Patara Limanı’na geldiği kaydedilmiştir.
Liman, 1117 yılında İdrisi’nin coğrafya üzerine çalışmalarında ve III. Haçlı Seferi kayıtlarında da yer alır. 12’nci yüzyılda, yani Komnenos Hanedanı sürecinde iç limanın güneyindeki alan çift surla kuşatılarak bir Orta Çağ yerleşimine dönüşen kent ve liman koruma altına alınır. Zira bu yüzyılın sonlarında Yeni Roma’nın Likya kıyılarında artık hüküm süremediği, Finike’den Patara’ya kadar olan şeridin korsanların elinde olduğunu bildiren kaynaklardan anlaşılıyor.
GÜNLERCE SÜREN BÜYÜK RODOS DEPREMİ TSUNAMİYE NEDEN OLDU
Bu süreç aynı zamanda en geç 1199 yılında Kibyraiton Theması’nın feshedilmesiyle birlikte Patara’nın da Türk Selçuklu yönetimine geçiş zamanıdır. 12/13’üncü yüzyıllara tarihlenen Orta Çağ surlarının bazı mimari özellikleri ve Liman Tapınağı önüne inşa edilen küçük hamam yapısı, burada artık bir Türk nüfusun da yaşadığının göstergesidir.
Kent Bazilikası’nda bu döneme tarihlenen çok sayıda ithal Ege seramiği bulunması, araştırmacılar tarafından kentte bir önceki yüzyıla göre daha üst düzey bir refah seviyesinin göstergesi olarak yorumlanır. 1303 yılında tüm Doğu Akdeniz’i etkileyen ve tsunamilere neden olan büyük deprem ile özellikle 1357’de Rodos’ta başlayan veba salgınından Patara da etkilenmiş olmalıdır.
Bu bağlamda limanın tamamen kapanmadığı ancak kullanılmasında güçlüklerle karşılaşıldığı yönünde görüşler de vardır. Sir John Mandeville, 14’üncü yüzyılda Latin hacıların Küdüs yolunda Kos, Rhodos, Patara ve Myra’yı ziyaret ettiklerini yazar. Yine Leontis Makharias’a göre; Kıbrıs’tan gelen Lusignan donanması 1362’de Myra’dan sonra Patara’yı da yağmalamıştı. Bazı araştırmacılar, 1478’de Cem Sultan denetimindeki Osmanlı heyetinin Rodos şövalyeleri ile yaptığı görüşmelerin Patara’da gerçekleştiğini yazmışlardır. 1481 yılındaki bir tsunamiye de neden olan ve günlerce süren büyük Rodos depreminin, özellikle jeolojik irdelemeler sonucunda deniz fenerinin de yıkım tarihi olduğu öngörülmüştür.

1521/1526 tarihli Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’sinde ise Patara ismi yer almaz; ancak T. Michael Duggan, Piri Reis haritasında Patara lokasyonunda deniz fenerinin gösterildiğini ileri sürer. Bu nedenle aynı çalışmada Duggan, Patara deniz fenerinin bir tsunamiye neden olan 1609 depreminde yıkıldığı sonucuna varır. Bu irdelemelerden Patara Limanı’nın en geç 14-15’inci yüzyıllarda artık işlev göremeyecek kadar kapandığını, ancak insan yaşamının bir süre daha devam ettiğini söyleyebiliyoruz. Çünkü hem 1576 yılında Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin baş sekreteri Theodase Zygomolos’un görevi gereği gittiği yerler arasında Patara da yer alır, hem de 1657 yılında ölen Katip Çelebi tarafından ziyaret edildiği bilinir. Patara’yı kışlık olarak kullanan göçer yaşam ise günümüze kadar sürer. Patara antik kenti, limanın mevcudiyeti ile var olur ve yine limanının bu ‘yavaş ölümü’ ile tarih içindeki yeri son bulur.
* Prof. Dr. Havva İşkan Piri Reis Üniversitesi, Denizcilik Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi