YAZARLAR

Lambanın ayarı bundan böyle bende

“Herkesin kendine has bir gerçeklik algısı var ve ben o çizilen sınırları aşmaya çalışıyorum" diyor Gökçen Cabadan. Buluntu görüntülerden yeni hikâyeler, yeni sorgulamalar yaratıyor; çocuklarla yenilerini yaratıyor; yetişkinlerin ellerindeki gerçek izlere bakıyor. Bir durup da çevrenize bakın ki, kendilerine sorun yarattığınızı iddia eden insanlar, kişiler, hikâyelerdeki sorunsal değil, kendi hikâyenizin kahramanı olun.

Gaslighting: Bir kişinin veya grubun, hedeflenen bir birey veya gruba toksik kişiler tarafınca gizlice şüphe tohumları ekerek kendi hafızalarını, algılarını veya yargılarını sorgulamalarına neden olan, genellikle bunlarda bilişsel uyumsuzlukları ve düşük de dahil olmak üzere diğer değişiklikleri çağrıştıran bir psikolojik manipülasyon biçimi.(1)

Bugün literatüre geçen bu terim, Patrick Hamilton’un 1938 tarihli bir oyunundan doğuyor. Daha sonra aynı isimle George Cukor’ın yönetmenliğinde, başrollerinde Ingrid Bergman, Charles Boyer, Joseph Cotten’ın yer aldığı film ile iyice dillere yerleşiyor. Oyunda/filmde erkek karakter (Jack), eşini (Bella) deli olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Jack, her gece evdeki gaz lambasını bir önceki güne göre giderek daha fazla kısıyor. Bu durumdan habersiz olan Bella, ne zaman gaz lambasının giderek daha az ışık verdiğini dile getirse, Jack'ten sert tepkiler alıyor. Böylece Bella'nın kendine olan özgüvenini sarsan Jack, Bella’yı kendine bağımlı hale getirmek istiyor. Gaz lambası üzerinden çıkan bu manipülasyon tekniğinde, gözlemleri ve düşünceleri sürekli yalanlanan kurban, belli bir zaman sonra kendi zihnine düşman haline geliyormuş. Her yapacağı hareketin, her kuracağı cümlenin, her düşüncesinin yanlış olacağını düşünmeye başlıyor ve karar alma yetisini kaybediyormuş.

Gökçen Cabadan, Öktem Aykut’taki üçüncü tek kişilik sergisine Gaslighting ismini veriyor. Gökçen sağolsun, bir baktım, hayatımız, psikolojik literatürde taciz olarak geçen istismarlarla dolu. (En basitinden düşünün ki, (gözyaşı silme eşlikli), “Beraber yürüdük biz bu yollarda”) Beni bende sorun olduğuna inandırmaya yemin etmiş eski erkek arkadaşlarımı düşünüyorum, kendimizi eksik hissetmemiz için kurgulanan reklamları, filtreli sosyal medya hayatlarını, kurumsal söylemleri. Sorun bende değil sende. Eksiksin, yanlışsın, kendine güvenmesen ve hep beni dinlesen, bana tapsan, kendini yıpratsan iyi olur. Küçüklü büyüklü gaz lambaları yanıp sönüyor gözümün önünde. Gökçen Cabadan; aşk, arkadaşlık, iş, tedavi, aile ilişkileri gibi toplumsal yapının parçalarının birleşmesi sonucu ortaya çıkan kimliklerimizin, giderek daha hızlanan hayatta, giderek daha şiddetlenen dayatmalarla yıprandığını savunuyor. Gel bir de buradan bak, özgürleşebilecek misin bakalım diyor.

SANA MI BAKIYOR? NİYE BAKSIN?

Sergide favorim olan ahtapot resmiyle açılışı yapıyor Gökçen ve önce, zaten ayarsız olan algılarımızla bir de kendi bir güzel oynuyor. Pandemi başlangıcında Youtube’da yemek tarifleri izlerken özellikle Uzak Doğu videolarında ahtapotların canlı canlı haşlanarak öldürülmelerini izlemek çok garip hissettirmiş Gökçen’e. Eski Kuzey Avrupa resimlerini düşünmüş; resimlerde zenginliğin göstergesi olarak, bir aksesuar gibi kullanılan masadaki ölü ahtapotları... Sanki ahtapot gözleriyle bize yalvarıyor. Bir canlının portresini izliyor gibisin. Ama o bir canlı değil. Ölü. Ölüler konuşup bakışamaz. Ahtapot resmi de bir portre değil, bir natürmort. Şimdi bak ve bir daha düşün...

.

İşe gidebildiğimiz günlerde ofisteki birkaç arkadaşımı darlardım; her gün kahvemdeki şekillere bakılsın... Şimdi de fotoğraflarını çekip gönderiyorum şekillerin, “Bir şey de ya!” diye ısrarlarımı online sürdürüyorum. Bana bir şeyler uydurulsun da inanayım istiyorum. Gökçen de falda görünen kahve lekelerini kendini sansürlemiş bir yüze, sebzelerden meyvelerden portreler yapan Giuseppe Arcimboldo gibi dokunuyor. Bir tanışma uygulamasında gördüğü, yüzü sansürlenmiş fotoğraf aklında kalmış. Elipsler, yuvarlaklar, yeni bir “kader” çizmiş bu yüze. Biriyle tanışılmak için girilen bir uygulamada sansür kullanmak, 80’lerde gazetelerde gözlere çekilen siyah bantları hatırlatmış Gökçen’e. Uygulamaya giriş amacı ve ortaya koyulan “ürün” bir çatışma halinde... İstediği gibi davranmak, özgür kalmak, kendini bilmediği sulara atmak isterken, tanıdığı suda çektirdiği fotoğrafı son anda çekinip de sansürleyen bir birey... İçinde kalmamış ama tam da dışa vurulamamış bir gerçeklik. Dışa bambaşka vurulan bir gerçeklik de var galeri alanında, hemen çaprazda. Bir İzmirli olarak, çocukluğumuzun sembollerinden Fame City’deki bir oyunu tuvallerde görünce çok merak edip soruyorum resmin hikayesini. Bu iş de internetten bulunmuş bir fotoğraftan doğmuş. Çocuk oyunları oynayan bir adam. Hevesle, hırsla çocuk oyunu oynuyor. Belki de geçmişindeki mutsuzlukları bu geçmiş oyuna dönüp bu kez oyunu kazanarak düzeltiyor. Tekrar çocuk, bu sefer özgür.

GÖZLER, YÜZLER, ELLER

Gökçen daha çok çocukları resmetmeyi tercih ediyormuş. Yetişkinlerin portresini yapamıyorum çok diyor. “Onların yüzlerini bir de benim yorumlamam anlamsız geliyor. Bir yetişkin, tercihlerini yapmış, kişiliği oturmuş, artık olgunlaşmış. Bir hüznü de var bunun... Benim ona yorum katacak alanım fazla kalmamış. Halbuki çocuklar öyle değil. Çocukları yorumlayabilirsin, onları iyi ya da kötü yapabilirsin. Çocuklar boş bir sayfa gibi.” Aileler çocuklarını yetiştirirken kendilerinin uzantısı olarak görürler ve kendilerinin yapamadıklarını yaptırmak isterler, diyor Gökçen. O da kendi resim-çocuklarına istediklerini, hayal kurduklarını yaptırıyor. Çocuklarla sınırların daha geniş olduğuna inanıyor. Sergide bir çocuk, asit mi damlatıyor önündeki masaya? Bitik bir yumurta duvardan atlıyor... Konu büyüklere geldiğinde, büyüklerin yüzünü görmüyoruz. Başka bir resimde bir yetişkin eli, yumurtayı tutuyor. Çünkü yetişkinlerin ellerini, ayaklarını çizmeyi tercih ediyor Gökçen. Yüzden çok uzuvlar bir hikâye anlatıyor.

“Herkesin kendine has bir gerçeklik algısı var ve ben o çizilen sınırları aşmaya çalışıyorum" diyor sanatçı. Buluntu görüntülerden yeni hikâyeler, yeni sorgulamalar yaratıyor; çocuklarla yenilerini yaratıyor; yetişkinlerin ellerindeki gerçek izlere bakıyor. Bir durup da çevrenize bakın ki, kendilerine sorun yarattığınızı iddia eden insanlar, kişiler, hikâyelerdeki sorunsal değil, kendi hikâyenizin kahramanı olun. O gaz lambasının ayarını bundan sonra her gece ben yapacağım, işte böyle.

Gökçen Cabadan’ın Gaslighting sergisini 10 Nisan’a kadar Öktem Aykut’ta görebilirsiniz.

  1. K. Lawson. Sleep Deprivation Can Be A Weapon In The Hands Of An Abusive Partner. (10 Temmuz 2019). Alındığı Tarih: 26 Mart 2021. Alındığı Yer: Abusive Controlling Relationships
 

Irmak Özer Kimdir?

Sabancı Üniversitesi Toplumsal ve Siyasal Bilimler bölümü mezunu olan Irmak Özer, lisans eğitiminin ardından Atina Üniversitesi'nde Güneydoğu Avrupa Çalışmaları (MA) alanında ve London School of Economics and Political Science'ta Karşılaştırmalı Politika (MSc) alanında iki adet yüksek lisans programını tamamlamıştır. Kültür-sanat alanında uzun zamandır çeşitli mecralara yazılarıyla katkıda bulunan Irmak Özer, hurriyet.com.tr, Art50, Milliyet Sanat, İstanbul Life gibi önemli basılı ve çevrimiçi yayınlarda sergi değerlendirmeleri ve söyleşiler ile katkı sağlamakta ve ilgili platformlarda konuşmalar yapmaktadır. Irmak Özer, kültür-sanat alanında uzmanlaşmak için İstanbul Üniversitesi Kültürel Miras ve Turizm bölümünü (AA) ve Koç Üniversitesi'nde Arkeolojik Varlıkların Korunması ve Kurtarılması sertifika programını tamamlamıştır. Irmak Özer İsviçre'de yaşamakta ve Uluslararası İlişkiler alanında çalışmaktadır.