YAZARLAR

Kuzey Kore’ye dair ‘propaganda’ algısı ve hayatın gündelik ritmini resmetmek

KDHC’de ‘özgür bir sanat ortamı olmamasını’ eleştirebilirsiniz. Üstelik bu haklı bir eleştiri de olabilir, aksini söyleyecek değiliz. Ancak buradaki özgürlük, belki başkaları için daha farklı okunabilir: Yeteneği olan herkesin sanatsal üretime katılabilmesi ve nüfusun büyük bir kesiminin de bu üretimden faydalanabilmesi, sanatsal özgürlüğün bir başka anlamı olamaz mı?

Bugün ana-akım medyanın şekillendirdiği gerçeklik algımızla dünyayı tanıyabiliyoruz. Hele ki bizden uzak, dışarıya da fazla açık olmayan yerlere dair fikirlerimiz tamamen tekelleşmiş medya kuruluşlarına emanet oluşuyor. Ne de olsa ‘kimsenin hiçbir şey bilmediği bir yerde, herkes her şeyi bilebilir.’

Örneğin ‘Kuzey Kore’ dediğimizde sağa sola nükleer füze atan, tüm sorunları ‘deli’ bir liderden kaynaklanan, insanların kesilip biçildiği, saç şekline kadar absürt kuralların olduğu bir memleket aklımıza geliyor. Gerçek adı Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC) olan bu ülke hakkında yapılan haberlerin doğrulanması, ülkenin dışarıya kapalılığı nedeniyle daha da zorlaşıyor.

KDHC’nin şeytanlaştırılmasını daha önce uzun uzun konuşmuştuk. Hatta ülkenin Batı’daki tek resmi temsilcisi Alejandro Cao de Benos ile de bir söyleşi gerçekleştirmiştik. Konu hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler faydalanabilir. Bugün daha önce konuştuklarımızı tekrar etmeden yola devam edelim ve bizden her anlamda uzaktaki bu ülkeyi farklı biçimlerde yakından tanımaya gayret edelim. Övme ya da sövme derdine düşmeksizin, sadece daha iyi anlamaya çalışarak ilerleyelim.

‘GÜNDELİK HAYAT’ EGZOTİK Mİ?

Ana-akım medyanın imkansız kıldığı tanışıklığı, tüm bu ablukaya rağmen sanat üzerinden kurmak mümkün olabilir. Yine de yolumuzun açık olduğu söylenemez. Çünkü önyargılar ve bilgi kirliliği sanat alanına da sirayet ediyor. Öyle ki ‘KDHC’de sanat’ dediğimizde de aklımıza gelen görüntüler, edindiğimiz bilgi kaynağının dilediği şekilde şekilleniyor: Yani birtakım askerler, lider kültü, askeri geçit törenleri… Bunlar da yok değil elbette, ancak dünyadaki her memleket gibi KDHC’nin de bunun ötesinde merak uyandırıcı bir sanat dünyası var.

Türkçede henüz yayınlanmayan bir kitap, Nicholas Bonner imzalı Printed in North Korea: The Art of Everyday Life in the DPRK (Kuzey Kore’de Basıldı: KDHC’de Gündelik Hayatın Sanatı) bu konuda bize yardımcı olacak çeşitli veriler sunuyor. Bugünkü yazımızda biz de bu kitaptan faydalanacağız.

Aslında bakarsanız KDHC hakkında sık kullanılan ve can sıkıcı bir kavram ‘gündelik hayat’. Bu ülkedeki gündelik hayatın ‘keşfi’, niyetten bağımsız olarak nerdeyse Indiana Jones-vari bir maceraymış gibi lanse ediliyor. Çeşitli dillerde “Kuzey Kore’ye gittim! İnsanlar gayet insan gibiydi!” başlıklı Youtube videolarının sayısı hiç de az değil. Dışarıya kapalılık elbette bu merakı harlıyor ancak yine de ‘gündelik hayat’ konusunu egzotik bir hale getirmeden ele almak önemli. Bu anlamda KDHC’yi yine oranın sanatçılarının gözünden okumaya çalışmak, bizim ufkumuzu biraz daha açacaktır.

FANTASTİK DOKUNUŞ

KDHC görsel sanatlara oldukça önem veren bir ülke. Örneğin daha önce hepimizin aşina olduğu Batı menşeili birçok animasyon filminin ‘ucuz emek’ ve ‘fiyat performans’ nedeniyle nasıl KDHC’de yapıldığını konuşmuştuk. Resim sanatında da çizerlerin öne çıktığını söylemek çok zor değil.

Küçük bir hatırlatma yaparak başlayalım. İnceleyeceğimiz resimlerin sağ veya sol alt köşelerinde yer alan işaretler, sanatçıların mührünü işaret ediyor. Kore’deki oldukça eski bu geleneğe göre kişiler, üzerlerinde isimleri bulunan ve özellikle resmi makamlarda imza yerine geçen bu mühürleri yaşamın birçok alanında kullanıyor.

Mühürler

Kore Yarımadası’nın kendine özgü geleneksel sanat biçimlerinin en çarpıcı örnekleri, resim sanatında karşımıza çıkıyor. Özellikle renkler, bizim pek de alışık olmadığımız şekilde yoğun doygunluk oranıyla dikkat çekiyor. Bu durumu, ‘gerçekçi’ temalara nazik bir ‘fantastik’ dokunuş olarak özetleyebiliriz belki.

Kim Kuk Po imzalı Ormandaki Kız (1989) isimli resim bunun güzel bir örneğini yansıtıyor. ‘Kendine Sor’ isimli popüler bir filme gönderme yapan bu eserde, şehirli bir kadının gönüllü olarak zorlu vadilerde hayvancılık yaptığı anlar resmediliyor. Eserde renk çeşitliliğinin az olmasına karşın yoğun kontrast ve doygunluk oranı bize etkileyici bir manzara sunuyor. Çizgilerin kullanım tekniği ise şiirsel bir hareketlilik kazandırıyor. Kompozisyonun bir filme ithafen yapılmış olması hesaba katıldığında çizgilerin kattığı ‘hareketlilik’ daha da anlamlı hale geliyor.

Kim Kuk Po - Ormandaki Kız (1989)

Kim Kyong Çol’un Çongbong’da Yaz (2002) tablosu da bize benzeri hisleri veriyor. Burası 1939’da Japonya işgaline karşı savaşan komünist partizanların örgütlendiği ormanlar olarak biliniyor. Ülke tarihinde büyük bir öneme sahip olan bu mücadelenin başlangıcı sırasında ormandaki ağaçlara partizanların yazdığı sloganlar hâlâ aranmaya devam ediyor, bulunduğu zamansa bir cam ile muhafaza ediliyor. Bu tabloda dikkat çekici olansa renklerin yanı sıra resimdeki insanların ağaçlara oranla boyutudur. ‘Büyük’ mücadelenin ‘küçük’ insanlarını görebildiğimiz resim, bize kafamızdaki ‘propaganda’ algısının tek ve basit bir biçime sahip olmadığını gösteriyor.

Kim Kyong Çol - Çongbong’da Yaz (2002)

HAYATIN GÜNDELİK RİTMİ

Şimdiye kadar gördüğümüz örneklerden yola çıkarak diğer eserlerde de sadece birkaç rengin kullandığını söylemek haksızlık olacaktır. ‘Renkli’ bir örnekten bahsetmek üzere -her ne kadar kulağa paradoksal gelse de- kırlardan kente dönebiliriz. Çoe Yong Sun imzalı Pyongyang’ı Boyamak (2005) eseri dikkat çekici bir örnek. Saat kulesi ile Pyongyang Merkezi Tren İstasyonunun arka planda seçildiği eserde işçilerin bir konutu boyayışı resmediliyor. Özellikle 20. yüzyılda başkent Pyongyang’daki binalar için genellikle nötr renkler tercih edilir. Ancak 2000’lerden itibaren kentte parlak ve canlı renkler popülerleşir.

Çoe Yong Sun - Pyongyang’ı Boyamak (2005)

Şehir hayatının gündelik yansımalarını resmeden bir diğer sanatçı da Kang Jae Won’dur. İsimsiz eserinde toplu taşıma otobüsünü yıkayan bir kadın şoför görülüyor. Otobüsün üzerinde ‘Benim Ülkem En İyisi’ sloganı yazıyor. KDHC’deki otobüslerin üzerinde hem bu slogana hem de ‘Güzel Diyar Kore’ ifadelerine sıkça rastlanıyor. Ancak resmin ayırt edici özelliği, gündelik hayatın neredeyse en ‘sıradan’ anlarından birinin işleniyor oluşu. Otobüsünü yıkayan bir şoföre bakıp, estetik bir şekilde yansıtılabilme potansiyelini gören sanatçılara pek rastlamıyoruz. Dolayısıyla hayatın içerisinde en ‘önemsiz’ görülen anların emekçinin perspektifiyle aktarılması önemli hale geliyor.

 Kang Jae Won (isimsiz) 

Yosun (1985) isimli tablonun ressamı Ri Sun Sil de bize emekçilerin gündelik hayatından bir kesit sunuyor, ancak biraz daha farklı, daha minimal bir üslupla. Resimde yosunları kurutan kadınlar görülüyor. Kuru yosun bazı Kore yemeklerinde ve içeceklerinde kullanılıyor.

Ri Sun Sil - Yosun (1985)
‘BUNLAR DA PROPAGANDA’

Denilebilir ki, “Ya bunlar sanat değil, basbayağı propaganda!” Bu kadar basit mi dersiniz? O halde bir yerde estetiğe bakışın ideolojik bir bilinçle şekillenmesi, orada üretilen sanat eserini daha mı az sanat eseri yapıyor?

Öncelikle bu yorumu yaparken bulunduğumuz yerin farkına varmak gerekiyor: Günümüzün kapitalist dünyasında her gün yediğimiz propaganda miktarı düşünüldüğünde ‘propagandayı’ sırf sosyalist ülkelere özgü sanmak sahiden gülünç. Sadece propaganda biçimlerinin ve insanda uyandırılmak istenen hislerin farklı oluşu, ‘propaganda’ kavramını sosyalist yönetimlere has hale getirmiyor. Reklamlar, popüler filmler ya da şarkılar… hangi çıkar gruplarının fikirlerini hangi yollarla kimlere yönelik hazırlıyor? Bu soruları yeterince kendimize soruyor muyuz?

Ya da KDHC’de ‘özgür bir sanat ortamı olmamasını’ eleştirebilirsiniz. Üstelik bu haklı bir eleştiri de olabilir, aksini söyleyecek değiliz. Ancak buradaki özgürlük, belki başkaları için daha farklı okunabilir: Yeteneği olan herkesin sanatsal üretime katılabilmesi ve nüfusun büyük bir kesiminin de bu üretimden faydalanabilmesi, sanatsal özgürlüğün bir başka anlamı olamaz mı?

Konu hakkında kitabında şöyle yazıyor Bonner: “Genellikle gerçek sanat anlayışının dizginsiz yaratıcılık ve sanatsal özgürlük olarak anlaşıldığı güncel Batı perspektifinden bakıldığında, bunca daraltılmış bir bağlam içerisinde sanattan bahsetmek tezat gibi hissedilebilir. Buna rağmen pratikte Kuzey Koreli sanatçıların yaratıcılıkları köreltilmiyor. Bunun yerine akademik ve profesyonel kurumlar aracılığıyla yönetiliyor ve yönlendiriliyor. Kurumsallaşmış Kuzey Kore sanat sistemi genç yetenekleri en erken yaşlarda keşfedip takip etme üzerine tasarlanmıştır. Eğer çocuk, sanata dair bir eğilim gösterirse, okul sonrası çizim derslerine katılmaya teşvik edilirler. Burada temel taslak çizimleri ve çizim tekniklerini öğrenirler.”

“Ama sanat eserleri ideolojik bir şekilde sınırlanıyor” diyenler olabilir. Eserleri oluştururken bir ideolojik gayenin çevresinde belli temaları işlemek sınırlandırıcıdır, evet. Ama yeteneğe bakılmaksızın toplumun sadece bir kesiminin sanat hayatına katılabiliyor oluşu da sınırlandırıcıdır. O halde kendimizi felsefi bir açmazın içerisinde buluyoruz. Buraya kadar anlattıklarımızın ardından “Hani övme ya da sövme yoktu? Bana Kuzey Kore rejimini övüyorsun gibi geldi?” diye düşünenler de vardır belki. Aslında bakarsanız aksine, bahsettiğimiz felsefi açmazı kavrayabilmek, biri ya da öteki arasında keskin tercihler yapmadan toplumları anlayabilmeyi mümkün kılıyor. Nasıl mı?

Mesela gönlünüz, dünyaya bakışınız size bu açmazdaki seçeneklerin birinden birini seçmeyi dayatabilir. “Sadece belli bir kesim sanata ulaşsın ve icra etsin ama yeter ki konular sınırsızca seçilebilsin” diyebilirsiniz. Başkaları da “Sınırsızlık mümkün değil: Bugün sadece belli kesimlerce işlenen sanat ister istemez o kesimlerin toplumdaki ideolojik karakterini yansıtacaktır, dolayısıyla seçilen konular da, benimsenen ideoloji de o kesime ait olacaktır.” diyecektir.

Biri ya da öteki haklı olabilir. Ama kavramları kullanırken temkinli olmak, algımızı tek bir tarafa sabitlemeyi engelleyecektir. Her şeyden önemlisi, bir toplumu incelerken referans noktamızı kendi ait olduğumuz toplumun hakim ideolojisine yaslamadan gözlemlemeye çalışmak gerekiyor ki düşüncemizi özgür kılabilelim. Dünyanın tüm halkları, insanları gibi Kore’nin halkları da böylesi bir bakışı fazlasıyla hak ediyor.

 


Kavel Alpaslan Kimdir?

1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.