YAZARLAR

Kürtsüz Türkiye, HDP’siz siyaset

Gergerlioğlu’nun vekilliğini düşürme ve HDP’ye kapatma davası, iktidar blokunun iktidara sıkı sıkıya sarılmasına dönük hamleler, malum. İktidar koalisyonu, içinde Gergerlioğlu gibi parlamenterliğin gereklerini yerine getiren kişilerin olduğu HDP’den kurtuluşunda kendi selametini görürken, kendisi kadar muhalefete de güvenerek hesap yapıyor. Kapatma davasında başsavcılık AİHM’nin Batasuna kararına yaptığı atıfla, Refah Partisi’nin kapatılmasını doğru kabul etmiş oldu.

Çok reformlar belirdi dün. Önce HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliği düşürüldü, ardından HDP’ye kapatma davası açıldı. Kadim ve “Kürtsüz Türkiye” hayalinin güncel versiyonu, muhayyel HDP’siz Türkiye için atılan adımlara yenisi eklendi. Demokrasiyi deforme etme reformu tam gaz sürüyor.

'HDP SEÇMENİ NEREDE KONUMLANACAK'

Etkili siyasetçileri hapse koyma, seçimle kazanılmış belediyeleri gasp etme, kamusal alanın her santimetre karesinde HDP’yi görünmezleştirme, göründüğü kadarını da kriminalize etme gibi seri anti-hukuk hamlelerine yenisi eklendi. İşin sırrı, iktidar medya kuvvetlerinin ekranlarında bir süredir yazılan bir cümlede gizli: “HDP seçmeni nerede konumlanacak?”

Çeyrek akıllı, sıfır donanımlı ama milyon hevesli kullan-at yorumcuların doluşup konuştuğu ekranlarda necefli maşrapa gibi demirbaş hale gelen bu “başlık” HDP varken o kadar da anlam ifade eden bir başlık değildi elbette. Sanki, Yargıtay Başsavcısından önce açılacak davayı ve onun sonucunu bu astrolog gazeteciler, şipşak akademisyenler, gelgeç akıllı siyaset yorumcuları biliyormuş zaten. Ülke parlamentosunun üçüncü partisi HDP kapatılacak, altı milyon oy, yani seçmenin yüzde 10’undan fazlası birden nerede konumlanacağını bilemeyecek, televizyonlardaki havuz dâhileri bilecek.

MUHTEMEL HESAPLAR

Elbette hamle, “uç sağ”ın iki partisinin oluşturduğu iktidar blokunun, yani siyasal İslam ve ırkçı milliyetçi koalisyonunun dört elle sarıldığı iktidarda kalmasını sağlamaya dönük öncelikle. Hedefin bir yanı kendi dinci-ırkçı seçmeninin öfkesini okşayıp başka yerlere dağılmasını engellemekse diğer kısmı da büyük çoğunluğu Kürt olan HDP seçmeninin muhalefet blokuna oy verme eğilimini geriletmek.

Öyle ya, liderleri ve yönetici kadroları hapiste, belediyeleri kazansa bile elde tutma hakkı tanınmayan, terör maymuncuğu kullanılarak kapatılmış partinin seçmeni, yarısı iktidardan farklı düşünmeyen muhalefet ittifakını, kendi partisi güçlüyken olduğu kadar etkili biçimde desteklemeyebilecek. Öyle ya, seçim sandık güvenliğini koruma için ne kadar hevesli olabilir o seçmen? Öyle ya, Demirtaş, Yüksekdağ, Kışanak, Tuncel, Baluken ve Kaya gibi sayısız etkili siyasetçinin tutuklanmasına giden süreci başlatan anayasa ihlaline onay vermiş bir CHP’nin, Kürt meselesinde iktidardan farklı nesi olduğunu kimsenin bilmediği bir İYİ Parti’nin belkemiğini oluşturduğu bloku o seçmen hangi motivasyonla desteklesin? Bu akılları harekete geçiren bir de korku var: Aynı iktidar, İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirleri kaybederken, ağır baskı altında olmasına rağmen hapisteki siyasetçiler dahil HDP’nin payı büyüktü: Demirtaş’ın deyimiyle “bağra taş basarak” iktidara karşı seferber edebilmişti seçmenini.

AİHM’İ HATIRLAMAK DA VARMIŞ!

Parti kapatma ile seçmen davranışı arasında bu türden bir bağ olduğuna inanmak, bu türden hesaplarla arzuladıkları sonuçları almak sadece bu iktidarın hüsnü kuruntusu değil; Erbakan’ın Refah Partisi’ni kapattıranlar da böyle fikirlere, hesaplara sahipti. Önce Refah’ı söyledim çünkü şimdiki iktidarın büyük yarısı o geleneğin içinde; yoksa HDP’ye gelene kadar HEP’le başlayıp DEP’le süren, HADEP’ten DTP’ye varan kesintisiz bir kapatma tecrübesi var zaten ortada, aşağı yukarı aynı mantığa yaslanarak edinilmiş bir tecrübe. Refah Partisi'nden söz etmemin bir diğer sebebi de bizzat başsavcılığın kapatma davasına ilişkin açıklamasında çarpıtarak atıf yaptığı AİHM’nin Batasuna kararı!

PARLAMENTONUN TABUTUNA YENİ ÇİVİ

Oraya geleceğim, ama “kapatma davası”nın altında yatan bir başka hesabı daha doğrusu bir başka hedefi ele alacağım önce: Ömer Faruk Gergerlioğlu’ndan kurtulmak. İki kararın aynı gün alınması boşuna değil. Gergerlioğlu’na yönelik adli-siyasi komplonun parlamentonun tabutuna yeni bir çivi olarak çakılmasından birkaç saat sonra gelen kapatma davası haberi, Gergerlioğlu’nu milletvekilliğinden düşürmenin ondan kurtulmaya yetmeyeceğinin iyi bilinmesinden. Parlamentoda karara karşı başlattığı protesto niteliğindeki eylemden iktidarın duyduğu rahatsızlık, televole türü kült lümpen yayınlardaki başrol oyunculuğundan parlamentonun tekme tokat gücüne transfer olan Alpay Özalan’ın saldırısında kendisini gösterdi zaten; onu tuttular çünkü Gergerlioğlu’nu oradan çıkarmayı kolaylaştıracak hamle başsavcıdan gelecekti. Koca parti bile kapatılıyorken tek kişiyi mi düşünecekti kamuoyu?

Gergerlioğlu’na yönelik anti-hukuk işlemiyle HDP’ye yönelik işlem aynı serinin peş peşe hareketleri. Gergerlioğlu’nu iktidar için bu kadar önemli ve sinir bozucu hale getiren şey ile HDP’yi bu kadar önemli ve sinir bozucu hale getiren şey aynı şey aslında.

Gergerlioğlu sadece ısrarlı insan hakları mücadelesi nedeniyle bugünkü siyasal İslamcı-aşırı milliyetçi iktidar ortaklığının sinirini bozmuyor, aynı zamanda iktidarın siyaset-şiddet ilişkisi ve güç-hak ilişkisine dair yaklaşımındaki derin sorunları sürekli gündemde tutmayı başardığı için de hedef haline geliyor. Bu haliyle Gergerlioğlu, Müslümanların siyasal ve sosyal mücadelesi içinde mevcut ve mümkün yollara dair özel bir figür de oluşturuyor: Bir ucunda IŞİD’in bulunduğu intikamcı, nihilist ve toplum düşmanı yöntemlerle, merkezinde dinci-milliyetçi koalisyonun bulunduğu eşitsizliği temel alan, militarist, dinsel ve etnik ayrımcılığı norm haline getirmiş otokratik anlayışların karşı modelini oluşturuyor bizzat. Top oynadığı yıllarda da sahada işaret edilen yerlere saldırmasıyla ünlü topçu eskisinin öfkesine hedef olmasının sebebi bu; o topçu da zaten IŞİD kafası ile Türkçü-İslamcı iktidar anlayışının ortalamasına denk düşüyor.

İNSAN HAKLARI, ÖZELEŞTİRİ VE GÜÇ

Gergerlioğlu, dost - düşman herkesin müşahede ettiği gibi, “insan hakları” tamlamasını neredeyse tek kelime gibi kullanır, ikinci en çok kullandığı kelime ise özeleştiridir. Bugün var olan bütün siyasal ve toplumsal aktörlerden, ister kişi olsun ister grup, özeleştiri talep eder. O kadar ki bugünle de kalmaz kavramı Müslüman toplumların tarihine de teşmil eder. Emevi zulmüne karşı mücadeleyle iktidara gelen Abbasilerin, mağlup ettiklerini aratmayan fiillerini güncel meseleler etrafında özeleştiri kavramı eşliğinde düşünür ve düşünmeye davet eder. Türkiye’de kamuya söz alan siyasetçilerin çoğunda gördüğümüz üzere söylemleri ile eylemleri arasında zıtlık, ahlaki çelişki bulmakta zorluk çekilecek az sayıda isimlerden. Özeleştiri talep ediyorsa kendisi de hem lafzen hem de fiilen özeleştiri yapan biri olduğu içindir. İnançlı bir Müslüman olarak, güncel meselelerde ideolojik kalıp haline gelmiş söz ve tutumları onda görmek çok zordur, örneğin insan hakları herkes için geçerlidir dedikten sonra LGBTİartı kişi ve toplulukları gelenek, inanç, örf, adet vs gerekçesiyle istisna etmez. Gergerlioğlu’nun üçüncü en çok kullandığı terim, hak terimine karşı konumlandırdığı güç terimidir: Güçlü olmak, içinden çıktığı Müslüman-sağ ideolojik camianın büyük çoğunluğunda gözlenenin aksine, hakkın temeli değildir onun lügatinde. Tam aksine hak, güce karşı öne sürülen terimdir. Hükümdarın gücüne karşı hakkın değerini her ne pahasına olursa olsun savunan ulema öyküleri pek sevilir, ancak uygulamada o sevilen öykünün ulemasını bulmak neredeyse imkansızdır; tamamen imkansızdır demiyorsak Gergerlioğlu tam o öykülerdeki ulemanın konumunu tereddütsüz seçtiği içindir.

HDP’DEKİ BULUŞMA

Müslüman insan hakları hak savunucusu olarak Gergerlioğlu, Kürt ve sol-sosyalist insan hakları savunucularının önemli bir kısmının buluştuğu HDP’deki performansı ile, aslında iki ayrı insan hakları mücadelesi terbiyesinin buluşmasının ışıltısını yaydığı için iktidarın hedefi haline geldi. Çıplak arama gibi, “insan kaçırma” gibi hukuksuzlukları etkili biçimde gündemleştirmeyi başardı. İşte Gergerlioğlu gibi, Hüda Kaya gibi iktidar blokunun dilini çok iyi bilen Müslüman siyasetçilerin, sol-sosyalist siyasetçilerin, Kürt siyasetçilerle birlikte oluşturdukları ve baskı koşulları altında bile etkili biçimde çalışmayı başaran partinin kapatılması, aynı zamanda bu birbirinden farklı geleneklerin insanlarının geliştirdiği ortak siyasal tecrübeyi kesme amacını da taşıyor. Seçmen hesabından niteliğe dair işlere kadar iktidarın güvendiği iki şey var aslında: Biri, elindeki devlet gücü, diğeri yaptıklarının meşruiyeti konusunda muhalefetin nutuktan öteye gitmeyen kolaylaştırıcı muhalefeti. HDP’nin Meclis’te tek başına kalması bu güveni haklı çıkaran ilk sahneydi. Hoş, aynı zamanda parlamentoda başka parti olmadığının da tescillenmesiydi o sahne.

AİHM ÖYLE Mİ DİYOR?

Davaya dair başsavcılık açıklamasında şöyle bir cümle var: “Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi terörün kınanmamasını dahi siyasi partilerin kapatılması için yeterli bir gerekçe olarak kabul etmiştir.”

AİHM kararlarını seven yargı mensupları da varmış demek! E güzel! Bu etkileyici görünen cümle, Batasuna kararına atfen kurulmuş; ne varki hiç doğru değil. Dahası, Batasuna kararında Türkiye’yi, başta Türkiye’deki yargıyı, siyasetçileri ve kalan herkesi ilgilendiren şey, kararın gerekçesinde Refah Partisi’nin kapatılmasına ilişkin kararın çok önemli bir yer tutması. Dolayısıyla başsavcılık, Batasuna kararında, kararı destekleyen gerekçe şekillendirilirken başvurulan Refah Partisi’nin kapatılması davasını yerinde, doğru, haklı, hukuki bulduğunu ilan etmiş oluyor. O halde, “yargının dahil” bütün devlet güçlerinin başı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın artık Refah Partisi’nin kapatılması konusunda da Devlet Bahçeli ile aynı yere geldiğini öne sürebiliriz. Siyasal İslamcılık-Türkçülük ortaklığında geriye Türkçülükten başka pek bir şey kalmayacak anlaşılan.

Ha, bir de “Andımız” var, bütün bunlar olurken muhalefetin ana blokunun en büyük enerjiyi harcadığı şu mesele. O konuda da Erdoğan’ın Bahçeli ile beraber yeni bir ant yazmasıyla bu iş çözülürse kimse şaşırmaz herhalde. İktidar, iktidarını korumak için elinden geleni yapıyor; muhalefet de muhalefetini korumakla meşgul galiba.

MERAKLISINA NOTLAR

1- GERGERLİOĞLU: BİR TOPLUM ELEŞTİRMENİ

Ruşen Çakır’ın Medyascope’ta yaptığı söyleşi Gergerlioğlu’nun, insan hakları mücadelesini yürütürken sadece iktidarın/devletin söylem ve eylemlerini değil, hem tüm toplumsal aktörlerin ve hem de toplumun önemli bir kesiminin eleştirisiyle hareket ettiğini gösteriyordu:

“Türkiye toplumu, o dönemlerden beri hak mücadelesinin kolektif bir mücadele olması gerektiğini öğrenemedi maalesef.”

“Türkiye’de, hak mücadelesi, insan hakları ve demokrasi kavramları toplum tarafından yeterince anlaşılmış değil. Bir insan suçluysa, ona yapılan her türlü haksızlığın bir hak olduğu düşünülüyor. Biz Meclis’te cezaevlerinin ve gözaltı merkezlerinin durumunu, hak ihlâllerini gündeme getirdiğimizde, “Onlar zaten suçlu. Şöyle şöyle suçu varmış. Cezaevine girmiş. Sen niye hâlâ onun hakkını savunuyorsun?” sözleriyle karşılaşıyoruz. Bu, kolektif bir durum. Siyaseti bir kenara bırakalım. Türkiye toplumunda bu durum düzelmedikçe, bir hak mücadelesi olmaz.” 

“Hak eksenli bir bakış açısı yoktu. Herkes güce bakıyordu, gücün yanındaydı. Ben gayet iyi hatırlıyorum: Başörtüsü eylemi yaparken bile, muhafazakârlar yanımıza pek gelmezdi. “Güçlü değilsiniz, ezilirsiniz. Hele bir güçlenelim” derlerdi. Olaya hak ekseni çerçevesinden bakmıyorlardı. Şu anda güç ekseni değişince, dün bir yerlerde olanlar, bugün başka bir yerlere geçmiş. Şimdi kalkmış, dün bulundukları yerlerle bizi suçlamaya çalışıyorlar.” 

2- İKTİDAR ARTIK REFAH PARTİSİ KARARINI BEĞENİYOR MU?

Batasuna kararı, AİHM’nin parti kapatma meselesindeki en önemli kararlarından biri. Fakat, başsavcının dediği gibi mahkeme, “terörün kınanmamasını dahi yeterli sebep” saymamıştır. Gerçekten de o kararda, ETA’nın somut eylemlerini kınamanın reddedilmesi gerekçe setinin içinde yer alır; fakat tek başına yeterli olduğu söylenmediği gibi, şiddet-terör-siyaset bağlantılarına dair, kanunlara dayanan somut bilgi ve belgelere atfen hüküm kurulur. Aslında Batasuna kararı iyi incelenirse Türkiye’nin HDP’ye gelene dizideki Kürt partilerini kapatmaktan niye mahkum olduğu, yani AİHM’deki davaları niye kaybettiği daha iyi anlaşılır. Batasuna kararı hukuken sorunsuz bir karar değildir fakat, devletin her “terör” dediğinin AİHM nezdinde neden terör olarak kabul edilmediğini anlamak için o karar hayli yardımcı olur.

Rıza Türmen, sıcağı sıcağına yazmıştı.

Kararı daha ayrıntılı biçimde ele alan akademik bir çalışma için...

3- KAPATILDIKÇA ZAYIFLIYOR MU?

HDP’ye gelene kadarki partilerin akıbetine dair bir toplama.

Bu kısa özet, HDP’nin dahil olduğu geleneğin kapatmalarla küçüldüğünü değil büyüdüğünü gösteriyor.

4- BAŞSAVCILIK AÇIKLAMASI

Başsavcının açıklamasının tam metni burada.

5- DAVANIN HÜKMÜ MÜ TEBLİG EDİLDİ?

Mesele, “HDP seçmeni nerede konumlanacak” altyazısı ile başlamıştı zaten dedik, davanın hükmü de aslında yine dün gece açıklandı. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın açıklamasında, şu cümleler yer alıyordu: 

“HDP’nin terör örgütü PKK ile organik bağları olduğu inkâr edilemez bir gerçektir.

HDP’nin üst düzey yöneticileri ve sözcüleri, açıklamaları ve faaliyetleriyle, defaatle ve istikrarlı olarak PKK’nın siyasi kanadı olduklarını kanıtlamıştır.”

Açıklama, son cümlesiyle sanki “mahkeme kararını bekleyelim” der gibi yapıyor ama gerçekte hükmü ilan ediyor: Çünkü, organik bağlar “gerçekse”, “PKK’nın siyasi kanadı” ise, kapatma dışında bir ihtimal zaten yok; fakat o bağlar gerçek mi değil mi, siyasi kanat mı değil mi, bunun araştırması ve muhakemesini yapacak olan da yine mahkeme değil mi? Değil ki, iletişim başkanı tebligatta bulunuyor.

İletişim Başkanı’nın açıklaması aynen şöyle:

“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, bugün Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak, HDP’nin kapatılmasını talep etmiştir.

HDP’nin terör örgütü PKK ile organik bağları olduğu inkâr edilemez bir gerçektir.

HDP’nin üst düzey yöneticileri ve sözcüleri, açıklamaları ve faaliyetleriyle, defaatle ve istikrarlı olarak PKK’nın siyasi kanadı olduklarını kanıtlamıştır.

Bu ilişkinin, HDP’nin kapatılmasını veya bir başka cezai yaptırıma maruz bırakılması gerektirip gerektirmediği sorusu ise ancak Anayasa Mahkemesi tarafından cevaplandırılacaktır.”

Herkesi bağımsız Türk yargısına saygı göstermeye davet ediyor, adli sistemimizin adaleti tecelli ettireceğine inanıyoruz.”