YAZARLAR

Kürtler için varan kaç?

Devlet, Suudi Arabistan krizi sonrası makbul vatandaşına kime karşı ırkçılık yapıp kime karşı yapamayacağını bir kez daha somut örnekleriyle birlikte göstermiş oldu. Uzun süredir sosyal medya üzerinden yapılan ve bırakın herhangi bir yaptırımı, en ufak bir ayıpsamayla dahi karşılaşmayan ırkçılık, Kürtlere karşı uygulanan genel tedip harekâtının parçalarından birine dönüştürülmüş durumda.

Suudi Arabistan’daki Süper Kupa krizi sonrasında sosyal medya bir kez daha Araplara yönelik ırkçı paylaşımlarla doldu. “Bedevi”liklerinden, “deve sidiği” içtiklerine, elle yemek yediklerinden çöllerine gönderilmeleri gerektiğine kadar her biri ayrı çiğlik ve saldırganlıkta iğrenç tweet’ler sonu gelmeyecek şekilde birbirini izledi. Yıllardır Suriyelilere yönelik olup artık neredeyse sıradanlaşan söylemin çok ötesine taşan bir histeri halinde aklı selim sanılanlarla birlikte sayısız kişi “içtim şarabı…” diye başlayan şarkılar paylaştı, her paylaşımın ardından da binlerce başka kişiden “aferin” aldı.

Bu ırkçı festival İçişleri Bakanı’nın “varan 1-varan 2” şeklinde açıklamalar yapmasına kadar bir-iki gün devam etti. Bakanın benzer paylaşım yapan bazı kişilerin gözaltına alındığını duyurmasıyla birlikte ise korkusuz ırkçı fırtına bir anda sakin bir esintiye dönüştü. Devletin sopası böylece bir kez daha yaramaz ırkçıları uslandırmış oldu.

Ancak aynı sopa Kürtlerle ilgili yapılan ırkçılıkla ilgili yine bir şey yapmadı. Araplara dair yazılanlardan sadece bir gün önce Roboski katliamının yıldönümü dolayısıyla yine binlerce ırkçı paylaşım Twitter’ı (X) doldurmuştu. Roboskili gençleri vuran pilotlara övgüler düzenlerden “katırlara yazık olmuş” diye Yılmaz Özdil üstadlarından ilham alan Z kuşağına binlerce kişi bu konuda sınır tanımadıklarını gösterme gayretine düştü. Ne yazık ki her bir ırkçı, nefret kusan tweet aynı yerinde durdu, ne bir bakandan ne başkasından “varan”lı açıklamalar yapan oldu. Katliamı yapanları yargılamayan devlet, katliamı övenleri de, katledilen gençlere, ailelerine ve tabii Kürtlere hakaret edenleri de elbette yargılamayacaktı. Böylece devlet makbul vatandaşına kime karşı ırkçılık yapıp kime karşı yapamayacağını da bir kez daha somut örnekleriyle birlikte göstermiş oldu.

Roboski üzerinden ırkçı nefretin kusulduğu haftada ülkenin en karanlık şahsiyetlerinden birine de iade-i itibar girişiminde bulunuldu. İnternet sayfasında misyonu “hukuk ve insan haklarına saygılı aydın görüşlü bireyler yetiştirmek” olarak ifade edilen İzmir’in Buca ilçesindeki Belenbaşı İlkokulu’na, devletin yüzyıl boyunca Kürtlere yönelttiği şiddetin en keskin haliyle vücut bulduğu şahıslardan olan işkenceci Esat Oktay Yıldıran’ın ismi verildi.

Yükselen tepkiler üzerine Milli Eğitim Bakanlığı “Böyle bir uygulamanın bakanlığımızca tasvip edilemeyecek bir hata olduğu kolayca anlaşılabilir” diye gülünç bir açıklama yapsa da bunun bir hatanın çok ötesinde bilinçli bir tercih, politik bir eylem ve mesaj olduğu açıktı. Zira okulun “hatayla” yapılan isim değişikliği için “hatayla” bir tören düzenlenmiş, törene “hatayla” işkencecinin ailesi, Buca kaymakamı, Konak kaymakamı, Buca ilçe milli eğitim müdürü ve ilçedeki diğer bürokratlar protokol halinde tek tek iştirak etmişti. Bu kadar bürokrat ve memurun topluca ve organize olup bir hata yapmaları beklenemeyeceğine göre ortada -sistematik- başka bir şey vardı. 1943’te 33 Vanlıyı kurşuna dizen Mustafa Muğlalı’nın isminin bir kışlaya verilip yıllar sonra değiştirilmesi gibi, onlarca Kürdün ölümünden sorumlu, “insanlığa karşı suç” olarak tanımlanabilecek her türlü fiili işlemiş olan şahsın adının bir okula verilip değiştirilmesi de elbette sistematik, devletlu bir “hata”ydı.

Böyle olmasa, mesela benzer bir “hata” AKP’nin sinir uçlarına dokunan 28 Şubat’çı veya 15 Temmuz’cu bir general için yapılsaydı ne olurdu? İzmir valisinden başlamak üzere sıralı halde tüm bürokratlar görevlerinden alınıp, “varan”lı çok sayıda gözaltı/tutuklama işlemi yapılmaz mıydı? AKP bir daha böyle organize “hata”lar yapılmamasını temin edecek şekilde büyük bir kamu düzeni operasyonu düzenlemez miydi? Daha 6 ay önce sırf sınıfta gökkuşağı renkli süsleme yaptığı için okul müdürü ile öğretmeni görevden alan hükümet elbette bunları teker teker yapar, bir daha bu coğrafyada böyle organize/bürokratik “hata”lar yapılmasının önüne geçmek için her tür çabayı sarf ederdi.

Uzun süredir sosyal medya üzerinden yapılan ve bırakın herhangi bir yaptırımı, en ufak bir ayıpsamayla dahi karşılaşmayan ırkçılık Kürtlere karşı uygulanan genel tedip harekâtının parçalarından birine dönüştürülmüş durumda. “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçu”ndaki “halk”ı Kürtler dışındaki halklar olarak kabul eden devletin sessiz olumlaması karşısında da gün geçtikçe büyüyüp hayatın normali haline getiriliyor. Bu nedenle katillere iade-i itibar girişimleri de sorumsuzca yapılabiliyor.

İzmir’deki ilkokula nasıl olduysa Şeyh Said tartışmalarının hemen ertesine denk gelecek şekilde bir hatayla ırkçı bir işkencecinin adını veren, stadlarda Jitemcilerin posterlerini açanlara göz yuman rejimden Twitter’daki ırkçılığı dert etmesini ummak naiflik olsa da hem hakkımız hem de bu nefretin sokağa da taşmasını önlemek açısından acil bir toplumsal ihtiyaç. Çığırından çıkmış bu ırkçılığın önüne yasal, pedagojik, sosyolojik önlemlerle geçilmediği sürece olası bir toplumsal barışın temini de imkânsız olur.


Hamza Aktan Kimdir?

Avukat. 2001-2016 yılları arasında Bianet, Birgün, Nokta ve İmc Tv gibi yayınlarda muhabirlik, editörlük ve haber müdürlüğü yaptı. Express, Birikim, Radikal gibi yayınlarda yazıları yayınlandı. 2012'de yayınlanan “Kürt Vatandaş” isimli kitabın yazarıdır. 2018'de avukatlık mesleğine başladı. Çalışma alanları arasında ceza hukuku, iş hukuku, idare hukuku, mülteci hukuku ve tazminat hukuku bulunuyor.