Kürt elektronik müzik sanatçısı Kariyan: İki dünyanın karışımıyım

Elektronik müziği etnik ezgilerle buluşturan Kariyan'la Süleymaniye'den başlayan göç hikayesini, çocukluk dönemine ait nostaljik duyguları ve onu besleyen müzikal yolculuğunu konuştuk.

Fotograf: BernhardFickl
Google Haberlere Abone ol

Dilara Erdem

DUVAR - “Asıl alanım organik elektronik müzik” diyen, Viyana’da yaşayan Alman-Kürt müzisyen, yapımcı ve DJ Kariyan ile kişisel yolculuğunu, göç hikayesini ve onu müziğe yönlendiren duygularını konuştuk. Müzikle çok erken yaşlarda tanışan Kariyan, yolculuğunu şöyle anlatıyor: “Ben çocukken babam bir orkestrada flüt çalardı ve beni dinletilere götürürdü. Ayrıca evde çok keyif aldığım büyük bir klasik müzik CD koleksiyonumuz vardı. Müzisyen olmaya karar vermem birkaç yılımı aldı. 15 yaşında klasik ve elektrogitar öğrenmeye başladım ve ilk kez bir grup içinde çalma deneyimimi 18 yaşındayken yaşadım. Viyana'ya taşındığımda elektronik müziğe ilgi duymaya başladım. Bu alanın daha önce yaptığım ‘analog’ müzikten oldukça farklı olduğunu fark ettim. Beni rahatsız eden tek şey, elektronik müziğin robotlar tarafından yapılmış gibi gelmesiydi. Her şey, sistemde mükemmel bir şekilde hizalanmış gibi geliyordu. Blues gibi türlerde duyduğunuz ufak tefek hataları kaçırdım. Elektronik müziğin kulağa daha organik, daha insani gelmesini istedim. Bu yüzden kendi parçalarımı yapmaya başladım.”

2022’de yeni bir şeyler yayınlanacak mı?

Evet. Bu yıl Amselcom'da birkaç Single yayınlayacağım. İlki olan ‘Im Spiegel ist Sonntag’ Nisan ayı içerisinde çıkacak. Şimdilik 3 parça daha listede.

Kürtçe şarkıları ya da ağıtları tekno müzikle birleştirdiğinizde farklı duygularla karşılaşıyoruz. Bu herhalde sizin doğduğunuz yerle ve kültürünüzle ilgili, değil mi?

Kürdistan Özerk Bölgesi'nde bulunan Süleymaniye'de doğdum. Ailemle birlikte, ben bebekken savaştan kaçtık ve yeni hayatımıza Almanya'da başladık. Hayatımın büyük bir kısmını Almanya'da geçirdiğim için, bu toplum ve kültür, bugün kim olduğum üzerinde daha çok etkiye sahip. Öte yandan annem babam, amcalarım ve Süleymaniye'deki akrabalarımdan oluşan bir Kürt geçmişim var. Ben bu iki dünyanın karışımıyım. Bunun üzücü yanı hiçbir yerin ev gibi hissedilmemesidir. Benim gibi bir geçmişe sahip insanların tipik bir mücadelesi bu.

‘MÜZİĞİME ‘KÜRTÇE HOUSE MÜZİK’ DİYEMEM’

Müziğinizi nasıl tanımlayabiliriz? Bazıları bunun ‘Kürtçe house müzik’ olduğunu söylüyor, bu konuda onlara katılıyor musunuz?

‘Kürtçe house müzik’ diyemem. Her parçada Kürtçe öğeler kullanmıyorum. Şu ana kadar Kürtçe vokal kullandığım sadece 2 parça var. Bazılarında Ermeni, bazılarında İspanyol, hatta bazılarında Afrika ögeleri taşıyan parçalar var. Müziğimi etnik ögeler içeren organik elektronik müzik olarak tanımlayabilirim. Ancak bu da her zaman bu şekilde olmuyor. Bu yüzden onu tek kelimeyle anlatmak oldukça zor. Bazıları buna ‘organik house’ derdi. Söyleyebileceğim şey, kulağa daha insani gelmesi için her zaman çok sayıda gerçek alet kullandığımdır.

Müzisyen olmak istemenize neden olan şey ne? Müzikte ruhunuzu ortaya koymak için hangi duyguların peşinden gidiyorsunuz?

Müzik yapıyorum çünkü yapmak zorundayım. Kafamın içinde bana "müzik yap!" diyen bir ses var. Bu, kimliğimin önemli bir parçası. Benim için müziğin anlamı duyguları iletmek. Belirli bir duyguyu müziğe çevirmeye çalışıyorum. Amaç, dinleyicinin bu duyguyu olabildiğince kesin bir biçimde anlamasını sağlamak. Ne yazık ki, bir duyguyu melodilere çevirme süreci işin en zor kısmı. İkinci bir neden ise çok farklı görünen kültürleri bir araya getirmek. Örneğin Doğu müziğini Batı müziğiyle birleştirmek kültürlerarası bir iletişim biçimidir. Müziğin bu kadar farklı dünya anlayışına sahip insanları bir araya getirme gücüne sahip olması bence çok güzel.

‘Lover Left Alone’ ya da ‘For Those Who Wait’ gibi parçalarınızın bir hikâyesi var mı? Müziğinizde saklanan özel bir anlamı taşıyorlar mı?

Tüm parçalarımın benim için kişisel bir anlamı var. Müziği yalnızca anlatacak bir hikâyem olduğunda yayınlarım. Mesela ‘For Those Who Wait’i çocukken hissettiğiniz duyguyu yakalamak istediğim için besteledim. Çocuklar masum şaşkınlıklarla doludur. Bazen bu yeteneğimizi yaşlandıkça kaybederiz. Kendimi ve neden müzik yapmaya başladığımı düşündüm. İspanyol müziğinden çok etkilendiğimi hatırladım. Bu müziği ilk dinlediğimde duygularımı anında yansıttı. İlk saniyeden itibaren sevdim ve muhtemelen gitar öğrenmeye başlamamın nedeni de bu. Bu nedenle,  gençken yaşadığım bu duyguyu yakalamak istedim. ‘For Those Who Wait’, gençken ve büyüdükçe kim olduğumuza dair geriye dönük bir aşk mektubu. Muhtemelen bu parçanın kulağa çok nostaljik gelmesinin nedeni bu.

Ayrıca çalışmalarımda her zaman gizli bir psiko-akustik unsur var. Her parçada herkesin günlük hayatından bildiği bir sesin kaydı var. Örneğin, ‘In Between’de odaya giren birinin sesi, ‘Red Rivers of Yerevan’ da su sesi veya ‘Train to Jaisalmer’da ata binen birinin sesi… Bu ögeleri kullanmamın sebebi müziğin de bilinçaltında anlaşıldığına ikna olmam. Şarkının arka planında yer alan bu küçük unsurları bilinçli bir şekilde duymayabilirsiniz ama eminim bunlar zihninizin şarkıyı nasıl işlediğini etkileyecektir.

‘MÜZİK YAPMAK DÖVÜŞE BENZER’

Müzisyen olmanın en sevdiğiniz ve en sevmediğiniz yönleri nelerdir? Ayrıca, bugünlerde müzik endüstrisini nasıl buluyorsunuz?

Müzik yapmanın en sevdiğim yanı akış halinde olması. Müziğin tam olarak istediğiniz gibi ses çıkarmasını sağlamaya yüzde 100 odaklandığınızda  var olmayı bırakırsınız. Akşamları bir şarkı yapmaya başladığımda bu çok sık olur ve zamanın çok çabuk bir şekilde nasıl geçtiğini anlayamam, bazen dışarıya baktığımda çoktan sabah olduğunu fark ederim. En sevmediğim kısım ise kendinle yaptığın bu bitmeyen kavga. Bu çok zor olabilir. Beste yapamadığım haftalar, bazen aylar oluyor. Bu çok sinir bozucu olabilir ve her şeyi sorgulamaya başlıyorum. Müzik yapmak bir dövüşe benzetilebilir ama her zaman kendini bu dövüşü kazanacağına ikna etmelisin.

Peki, başka müzisyenlerle işbirliği yapıyor musunuz? Türk müzisyenlerle çalışıyor musunuz örneğin?

Evet, Çağrı Özyürek ile çalıştım. Yetenekli bir Türk sazcısı ve harika bir adam. ‘Train to Jaisalmer’ için ilk fikri o buldu ve bu parçayı birkaç buluşmada birlikte ürettik. Bazen tamamen farklı türler çalan müzisyenleri davet ediyorum. Onlar için küçük bir döngü çalıyorum ve üzerinde doğaçlama yapmalarına izin veriyorum. Kendi türünüzün dışında olan müzisyenlerle çalışmanın faydası, onların farklı bir yaklaşıma sahip olmaları. Neyin mümkün olduğunu ve neyin mümkün olmadığını bilmiyorlar. Sizi konfor alanınızın dışına çıkmaya zorladıkları için bu ilham verici olabilir.

Melodik olarak en çok etkilendiğiniz isimler kimler?

Çok fazla... Ermeni müziğinin büyük bir hayranıyım. Özellikle Levon Minassian gibi duduk ustalarının müzikal kimliğimi bulmamda büyük rolü oldu. Elektronik müziğe gelince, kendilerini sürekli yeni bir şekilde tanımlamaya çalışan sanatçıları severim. Elektronik müziğe başladığımda Nico Jaar, David August, Valentin Stip ve Nils Frahm gibi sanatçılar beni çok etkiledi.

Hiç Türkiye'yi ziyaret ettiniz mi?

6 yaşlarımdayken İstanbul'a gelmiştim. Türkiye'deki ilk konserimi dört gözle bekliyorum. Umarım yakın zamanda gerçekleşir. Bana şans dileyin…