YAZARLAR

Kürt bitmeden demokrasi gelmez

Her şey değişiyor, toplum değişiyor, üretim biçimleri değişiyor, zenginler değişiyor, iletişim biçimleri değişiyor, Kürtlere karşı milli mutabakat, “temsil-tenkil-imha” konsensusu değişmiyor. Kürt karşıtı milli mutabakat, aslında “Kürt bitmeden demokrasi gelmesin” demekten ibaret.

Siyasetsizleştirme diyorduk. Bahçeli özetini verdi: “HDP kapatılsın.” Bir zamanlar “Milliyetçiliği ayaklar altına aldık” diyen, “Terörün sebep değil sonuç olduğunu biliyoruz” diye ilan etmiş bir parti kurarak siyasette “demokrasi rüzgarı” estirdiğine yeterince kişiyi inandıran Erdoğan, şimdi Enver Paşa dahil her tür milliyetçi bahiste en yüksek perdeden aşk marşları eşliğinde yol yürüyor. Bir zamanlar Kürt illerindeki olağanüstü hali kaldırmakla övünen Erdoğan, şimdi (Elbette sadece Kürtlere değil, işçiler başta, pürüz oluşturan herkese karşı) bitimsiz bir OHAL’i sürdürmekle övünüyor. Olan bitenin açıklamasını ve kısa tarihini Walter Benjamin haber vermişti:

“Ezilenlerin geleneği, bize içinde yaşadığımız “olağanüstü hal”in gerçekte kural olduğunu öğretir.”

BU NE HİDDET BU NE CELAL!

Bahçeli’nin açıklaması öfke doluydu, bildiği bütün kötü sıfatları sıralamaya çalışıyordu. Açıklamaya hakim kin ve öfke, HDP’ye yönelik operasyonların şekline da hakim: Adliyeye çağırılsa gelecek kişiler, tepeden tırnağa silahlı, zırhlı personel ve araç eşliğindeki (çoğu gece yarısından sonra, tercihen sabaha karşı) baskınlarla, sanki büyük bir tehdit varmış gibi alınıyor.

İki amaç var bunda: Birincisi, sanki tam teçhizatla silahlanmış, çok tehlikeli kişilere yönelik iş yapılıyormuş gibi… saldırının altında yatan terör ithamı fikrini kamu zihnine nakşetmek. İkincisi tabii ki saldırılan kişileri bizzat terörize etmek, yani IŞİD gibi dehşet duygusu yaymak. Kamil Kartal’ın lafını az çevirirsek, devletin gücünü Kürt’ün üstünde sınamak ya da beş yıl önceki kehaneti gerçekleştirmek: “Türk’ün gücünü göreceksiniz.”

ÜÇÜNCÜ MC İKTİDARI

Ne oluyor? Herkesçe malum: üçüncü MC iktidarı (Erdoğan, Bahçeli, Çakıcı triumvirası) HDP etrafındaki örgütlenmeyle üç seçimdir barajı aşan Kürt siyasal hareketini ve yoldaşlarını polis-adliye bürokrasisi eliyle bertaraf etmeye çalışıyor. İktidarın siyaseti, Kürtlere yönelik kurucu “devlet geleneği”nin devamı, yani Kürtlerin Kürt olarak siyaset yapamayacağı kuralını işletiyorlar. Kürtlere yönelik bu gelenek, aslında ta Osmanlı’ya kadar giden “gayri Müslimlere siyaset yasağı”nın güncel hali; milleti hakime varken milleti mahkûmeye susmak düşer.

“Gelgelelim bir dönemin iktidar sahipleri daha önceki bütün galiplerin mirasçılarıdırlar. Bu durumda galip gelenle özdeşleşme her zaman bütün iktidar sahiplerinin işine yaramaktadır.” (Walter Benjamin, Tarih Kavramı Üzerine, Pasajlar’dan, Yapı Kredi Yayınları. Çev. Ahmet Cemal.)

SEÇİM MATEMATİĞİ YA DA İKTİDARIN BAKKAL HESABI

Meselenin bir boyutu da seçim matematiği ile ilgili yani iktidarın bakkal hesabı: HDP’ye saldırılar, HDP’nin kriminalize ve terörize edilmesi, yüzde 50 civarında gezen Cumhur İttifakı'nın karşısındaki Millet İttifakı'nı yüzde 40’ların altında sabitlemenin de bir yolu. CHP, İYİ Parti ve Saadet’ten oluşan blok, “terör” nedeniyle HDP’den uzak durdukça, Cumhur İttifakı'nın hep gerisinde kalmaya mahkûm. Bu mekanizma sadece yerel seçimde tekledi, büyük şehirlerdeki Kürtler, HDP’nin taktik kararıyla Millet İttifakı'na destek verince büyük şehirlerde iktidar ciddi darbe aldı.

Ne var ki belediye seçimleri tecrübesi, Millet İttifakı'nı ne toptan ne de tek tek parti olarak Kürt siyasetinde farklı bir yere götürmedi, “Selahattin Demirtaş haksız yere hapiste tutuluyor” lafından fazlasını duymadık. Mesela diğer bir zulmedilmiş eş genel başkan Figen Yüksekdağ’ı anmak akıllarına bile gelmedi, kalan on binden fazla tutuklu-hükümlü ise zaten yok gibi muhalefet dilinde.

Elbette, mesele HDP’yi desteklemeleri ya da yanında durmaları değil. Asıl mesele, Kürt politikalarının esasen iktidar blokunun politikalarından farklı olmaması; yani Kürtlere yönelik siyasetsizleştirme usullerine temelde itirazlarının olmaması. Yani Cumhur İttifakı, Millet İttifakı'na karşı ortak siyaset kartını oynuyor, “Konsesusu bozamazsınız” diyor, cevap, evet efendim.

Her şey değişiyor, toplum değişiyor, üretim biçimleri değişiyor, zenginler değişiyor, iletişim biçimleri değişiyor, Kürtlere karşı milli mutabakat, “temsil-tenkil-imha” konsensusu değişmiyor. Kürt karşıtı milli mutabakat, aslında “Kürt bitmeden demokrasi gelmesin” demekten ibaret. Fakat tıpkı vaktiyle Ermenilerin, Rumların bitmesinde olduğu gibi, bu mutabakat hep bitirecek yeni bir şey bulacaktır.

'SENİ BAŞKAN YAPTIRACAĞIZ' DESE NE OLURDU?

Bütün 40 yıl boyuna her tür sınıfsal tartışma ve mücadeleyi, her tür siyasal gelişmeyi boydan boya kesen Kürt meselesi, iktidar partisinin 2004-2015 arası yalpalamaları hariç, hep aynı siyasetle götürülmek istendi. Mevcut iktidar partisi o dönemlerde, “terör”ün temel bir haksızlığın sonucu olduğu fikrini canlı tutmaya çalışarak, çeşitli “açılım”larla çözüme yöneldi veya yönelir gibi yaptı; farklı davranan tek parti olarak oyunu ve desteğini artırmayı, iktidarını güçlendirmeyi bildi. Fakat 2015 Haziran seçimlerinden sonra hızla MC formatına yöneldi. Bunun sebebi ilk anda akla geldiği gibi HDP’nin o seçim dönemindeki eş genel başkanı Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız!” lafı değildi; Demirtaş “Seni başkan yaptıracağız” dese bile her şey aynı şekilde gelişecekti, hatta Erdoğan belki de daha çok sinirlenecekti. HDP’nin başkan yaptırdığı Erdoğan, Erdoğan mı olurdu? Belki Erdoğan Kürtlerin kendi hedefleri için “anahtar” rolü oynayacağını düşünmüştü gerçekten de, fakat başka bir durum çıkmıştı ortaya: Eğer demokrasi koşulları güçlenecekse, HDP bundan karlı çıkan parti olarak “kilit” hale gelecekti. “Barajı zor geçer” denilen partinin, yüzde 13’ün üstünde oy alması sadece Kürt partisi olması ya da Kürt siyasetindeki başarıları değil, sınıfsal ve toplumsal mesaj ve programlarının da başarılı olmasındandı. Yani teması engellenmesi istenenlerin kuvvetli biçimde temas etmeye başlamasındandı. İçinde Kürtlerin “Kürt olarak” durduğu bir parti ne kilit ne de anahtar olabilirdi.

Şimdi, Kürtlere yönelik tarihsel pratiklerden süzülüp gelen asimilasyon-tenkil-imha geleneği artık iktidarın elinde, vatansızlaştırma, mülksüzleştirme ve siyasetsizleştirme olarak herkese karşı kullanılan mekanizma halini almış durumda.

TEYAKKUZ HALİ GÜÇ DEĞİL ZAAF GÖSTERİSİ

Askeri-polisiye aygıtın HDP’ye karşı en üst düzeye çıkan, köylüyü, işçiyi her an baskı altında tutan, şehirlerde durmadan vatandaşın yakasına yapışan teyakkuz hali, güçlü bir iktidarla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor değil; aksine hedeflerini ancak şiddet, yani çıplak güç kullanarak sağlayabilen zayıf bir hegemonya olduğunu gösterir. İşçinin, köylünün ve HDP’nin dirençle karşısına dikildiği bu güç, toplumsal meşruiyetini hala bir ölçüde sürdürebiliyorsa iki nedeni var:

Birinci neden, henüz ekonomik süreçlerin yönetimi, medya hakimiyeti ve ekonomi dışı zoru da kullanarak elde ettiği fazlayı, seçim kazanabilecek kadar bir nüfusa pay edebilmekte ya da edebileceği izlenimini satabilmektedir.

İkinci neden, muhalefet partileridir; onlar, haklılığın gücünü kullanmak isteyen direnişlerin yanında değildir. Onlar “devlet partisi”nden ayrılmaya görünüşte bile razı değildir, onlar Kürt karşıtı konsensusu yaşatmayı her şeyden üstün tutar. Hal böyle olunca da nutuk atmaktan başka siyasal imkan pek kalmaz.

Nutuk siyaseti, temelinde muhalefetin iktidarın bir benzeri olduğunu kanıtlıyor sadece; bir farkla daha iyi olduğuna inanmamızı istiyor: Daha ahlaklı, daha dürüst, daha çalışkan, daha dindar bir benzeri. Bir de inanca yaslanıyor: Krizler ve krizlerin derinleşmesinin iktidarı iktidar olmaktan çıkaracağına dair inanç. Fakat bu eğer iktidarı desteklemenin seçilmiş bir yolu değilse safdillikten ibaret bir fikir.

Krizlerin iktidarı düşürmesi bir yana, iktidarını sürdürmesi için gerekli gibi duruyor, kriz olmasa kriz çıkaracak kadar yarıyor. 7 Haziran seçimlerinden sonra Suruç ve Gar saldırıları eşliğinde ateşi harlandırılan kriz fırını kaybeden partiyi kazanana çevirmişti; 15 Temmuz darbe girişiminin yol açtığı bürokratik, siyasi, toplumsal kriz iktidarın yeni rejimi kurma hamlelerini sıralamasına yaramıştı. Ekonomik krizler yoksulun daha yoksul olmasına yol açıyor, kriz yokken de olduğu gibi.

Muhalefet iktidarın nutuklarını “sadece nutuk”tan ibaret zannediyor olmalı, oysa iktidar sözleri doğrudan pratik sonuçlar alır, ferman niteliğindedir. Ferman iktidarınsa nutuk bizimdir demek, bırakınız yapsınlar demenin bir yolundan ibaret.

NOTLAR

1
TEMSİL-TENKİL-İMHA

Vatansızlaştırma, mülksüzleştirme, siyasetsizleştirme dedik, bu üçlü, Türkiye tarihindeki temsil-tenkil-imha üçlüsünün güncelleşmiş halidir bir yanıyla, fakat bir yanıyla da bu güncelleme küresel eğilimlere uygundur: kürenin bir çok yerinde milyonlarca kişi vatansız kalmışsa, mülteci ulusu Çin ve Hindistan’dan sonraki en büyük ulus haline gelmişse, en zengin ülkelerde bile yoksul sayısı artıyor ve yoksulluk derinleşiyorsa, buna rağmen en demokratik sanılan ülkelerde bile iktidarlarla muhalefetler arasındaki farklar sadece isimlerden ibaret kalmışsa, bu üçlünün küresel hali de var demektir. “Türkiye’den yayıldı” demiyorum elbette, önemli ölçüde Türkiye’ye de ithal gelmiş bir “hakimiyet kurmaya” yönelik yöntemler öbeğiydi ünlü üçlü. Bugün bütün dünyada benzer şeyler görüyorsak, hakimiyet kavgalarının benzemesindendir. Benzerliğin bir önemli sebebi de neoliberal toplum tasarımının sadece uluslararası ilişkilerde değil, toplum içinde de bir tür iç savaş tasarımı olmasındandır. Trump boşuna Erdoğan’ı taklit etmiyordu; Amerikan projesi olan Yeşil Kuşak’tan çıkıp gelme dinci-ırkçı yapılar Türkiye örneğinde olmuşsa, o niye başaramasındı? En azından denedi. Neyse.

2
KAMİL KARTAL’IN DAVETİ

“Öyle mi alay komutanı” sorusunu siyasal belagatin göbeğine nakşeden Kamil Kartal, aynı konuşmada “Devletin gücünü işçide sınamayın” derken, mücadelenin yeri, yönü ve yöntemi konusunda çok önemli işaretlemeler yapıyordu aslında. Kamil Kartal’ın hem durduğu, hem de davet ettiği yerin tam karşısında, Kürt işçileri toprağa yatırıp tepelerinde ter ter tepinen, “Türk’ün gücünü göreceksiniz” diye bağıran silahlı devlet görevlisiydi. Kamil Kartal’ın seslendiği alay komutanı ile Kürtleri yere seren o kolluk kuvveti aynı kişiydi. Devlet ve onun iktidarı bunu iyi biliyor ama anlaşılan muhalefet bilmezden geliyor.

3

Önemli bir nokta da, “Türk’ün gücünü göreceksiniz”, diyen silahlı devlet görevlisini haber yapan Nedim Türfent hapiste olması. “Helikopterden atıldılar” haberini yapan, iki Kürt köylüsünün ağır işkence gördüğünü (ki biri vefat etti) öğrenmemizi sağlayan Mezopotamya Ajansı’ndan Adnan Bilen, Cemil Uğur ile Jinnews’ten Şehriban Abi ve Nazan Sala tutuklandı. Muhalefet, bazı gazeteci isimlerini anmayı çok sever mesela, fakat bu isimler onlardan değil.

“Türk’ün gücü” meselesi için kişisel arşivden sıcağı sıcağına bir yazı için.

https://utay-alidurantopuz.blogspot.com/2015/08/herkes-yere-baksn.html

4
ERMENİ HEP HAKSIZ, BİZ HEP HAKLIYIZ

“Devlet partisi”nin “milleti hakime” hünerini açık biçimde işlettiği son yer, Azerbaycan-Ermenistan uyuşmazlıkları etrafında patlak veren yakın zamandaki kanlı çatışma oldu. Sosyal demokrasi iddiasındaki CHP, Türkiye-Azerbaycan ikilisinin Rusya süpervizörlüğünde Ermenistan’a yönelik savaşında “barış” demeye yönelmek yerine emir-komuta kendisindeymiş gibi açık ve net biçimde Azeri milliyetçiliğinin Türkiye şubesi gibi davrandı. CHP’nin Karabağ savaşındaki tutumu, kendisini yerden yere vuran iktidar medyasının tutumuyla aynıydı; yani savaşa dair kamuoyunu bilgilendirme işine soyunmuyor, savaşa karşı bir tutum almıyor, ama savaşta bir pozisyon aldığını düşünüyordu, kamuoyunu “haksız Ermeniler”e karşı haklı Azerbaycan’ın yanında bir araya getirme pozisyonu. Bu da “devlet partisi” olmanın bir başka gereği aslında: “inkar-imha-asimilasyon” üçlüsünün imha’sını toptan yaşamış Ermenilere düşmanlık, Enver Paşa’yı, Topal Osman’ı ve Yeşil’i beraber sevmenin bir gereği.

5

7 Haziran seçimlerinden sonra Baykal’ın koşa koşa Erdoğan’ın huzuruna çıkması, Erdoğan’ın koşa koşa Bahçeli’yle kol kola girmesi şimdiki koalisyonun hem temellerini atıyor, hem de anlamını ortaya koyuyordu: Demokratik koşullar, aslında yaşam tarzlarına dair bazı anlaşmazlıklar hariç, her konuda hemen hemen aynı şeyi söyleyen ve düşünen partilerin yanı sıra yeni çıkışlara imkan tanıyordu. (Üstelik, yaşam tarzı tartışmasının çekirdeğinde yer alan “laik cumhuriyet”in yani seküler yönetimin yerinde yeller esiyorken muhalefetin o tartışmada da ciddi olduğuna inanmak çok zor.)

O halde o çıkış kapılarını kesmek gerekliydi. Nasıl olsa Kürt’e vurunca ve terör deyince partilerin çoğu aslında tek parti olduğu için bir araya gelecekti. Öyle de oldu. Bu buluşmadan, bu siyaseti Kürt butonu ile imha eden konsensustan vazgeçilmediği sürece, Erdoğan, Bahçeli, Çakıcı (Aslında Baykal o) triumvirasının ileri demokrasisinden de vaz geçilmiş olmaz.