YAZARLAR

Kursakta reform ya da cini şişeden çıkartmak

Son günlerde yaşananlar, Cumhur İttifakı nedir, sistemle ilişkisi nasıldır gibi konuların iktidar bloku içindeki cevaplarını daha görünür kıldı. Bir anlamda cinin şişeden çıktığını görüyoruz. Ancak şişeden çıkan cin veya “pandoranın kutusu” metaforlarındaki asıl kıssa, bunların yaratacağı kontrolsüz gelişmelere dairdir.

Türkiye garip memleket. Birkaç gün içinde “gündemin yörüngesinin” verileri de çıkarımları da ters yüz olabiliyor. Kısa bir süre önce, yaratanlar açısından bile sürprizli gelişmeler sonrasında, “reform” ihtimalinin derinliği ve inandırıcılığı tartışılıyordu. Sadece muhalefet cephesinden değil iktidar cenahından gelen çok inandırıcı argümanlar, kuvvetli dedikodular bu yöndeki senaryoları işaret ediyordu. Ardından herkesi ters tarafa yatıran açıklamalar sonrasında ise şimdi bambaşka yorumlar yapılıyor. Erdoğan’ın mecburiyetlerinin “reformu” zorunlu hale getirmesi iddiaları, yine aynı kişinin mecburiyetlerinden beslenen cenderenin ne kadar güçlü olduğuna döndü. Böyle karmaşa anlarında çok haklı yorumlar “ne oldu...” diye alaya alınırken, son derece boş akıl yürütmeler “ben demiştim..” övünmesine imkan bulabiliyor. Siyasi gelişmeleri çok net evreler olarak algılayıp süreç olarak görememe sabırsızlığının (veya fırsatçılığının) sorunları yine karşımıza geliyor.

Gelinen noktada, oldukça kaba ve kesin ifadelerle ortaya konulan, altı kalın biçimde çizilen pozisyonlar, tamamlanmış bir süreci işaret etmiyor. Reform ihtiyacı diye ortaya konulanlar da “reform iddiasının” sınırları da henüz kapanmamış bir tartışmanın parçası. Ortaya konulan sert tavırlar, şüpheye yer bırakmayacak iddialı sözler, düşünülenin aksine durumun netlik kazandığının işareti olmayabilir. Hatta durumun eskiye göre daha dengesiz olması yüzünden, kararlılık gösterileri bu kadar yüksek perdeden, uçlara gidilerek gösterilmek isteniyor. Mesela Bahçeli’nin Çakıcı’yı arkalama ve ona laf söylenmesini yasaklama konusundaki ısrarına devam etmesi, meselenin anlaşılmadığını düşündüğü için olmamalı. Tartışmaya “darbe olmadıkça Demirtaş çıkamaz” diyerek katılan Perinçek’in durumu da öyle. Akdeniz’deki gemide “AB gücü” olarak arama yapan Alman askerlerini de böyle okumak mümkün. Faizden sonra yeniden yükselen dövizi siz ekleyin.

Geçen hafta, Bahçeli’nin çizdiği “reform” sınırları hakkında, “Erdoğan’ın daha fazlasını murat ettiği veya bu tavsiyeye uymayacağını düşündürecek fazla bir verimiz olmadığı ortada” yazmıştım. Erdoğan, bu konudaki şüpheye fazla zaman tanımadan cevabını verdi. Cumhur İttifakı’ndan memnuniyetini, MHP’ye minnetini belirtti. Kamu önünde adam (dava arkadaşı) harcama konusunda da ortağına hiç benzemeyen yeni bir örnek gösterdi. Belki Bülent Arınç’ın istifasıyla sonuçlandı ama asıl olarak “reform” heveskarlarını çok sarsan bir çıkış yaptı. Hakimlerden cesaret talep eden Adalet Bakanı’nı da yalanlayarak, Kavala’yı mahkeme tarafından beraat ettiği suçla (Gezi finansörü) itham etmeye kalktı. Bu tablo karşısında, Erdoğan’ın kendisini bir türlü kurtaramadığı Bahçeli vesayetinden bahsedilmeye başlandı.

Daha önce de belirttiğim üzere, göz önündeki kısmı son açıklamalarla çok belirgin hale gelmiş olsa da, etkilendiği dinamikler ve yaratacağı sonuçlar bakımından hala karmaşık bir sürecin içindeyiz. 

Başta Erdoğan olmak üzere iktidar çevrelerinde “reformdan” bahsetme ihtiyacı yaratan şartlar –belki de derinleşerek– devam ediyor. Bu şartların iktidar dışından kaynaklanan nedenleri kadar, iktidarın içinde peydahlanan krizlerle de ilişkisi artık daha görünür halde. Bunların yeni tezahürlerini –muhtemelen hızlanan bir ivmeyle– izleyeceğiz ve bu konularda daha çok tartışacağız. Girilen kapışmalardan galip (veya galip gibi) çıkabilmenin tartışılmaz güç alameti sayılmasının zorluklarını sadece iktidar anlamayacak. Biraz daha derine bakmanın daha fazlasını gösterebileceğine bir türlü ikna olamayan herkes bunu daha iyi görecek. Ancak hareketlenecek ve “siyasetin” daha fazla sahneye ilerleyeceği bu gündem yanında, iktidarla ilgili tartışmaların biraz daha derinlik kazanabileceğini düşünüyorum. En azından böyle bir ihtimal belirdi sanki. Bunun, iktidarın içinde olduğu sıkıntı veya çözülmenin görünür hale gelmesinden daha önemli siyasi sonuçları olabileceğini hissediyorum.

Bunlardan birincisi, Cumhur İttifakı ve başkanlık sistemi meselesinin şimdiye kadar olduğu gibi iki boyutlu algılanmasının sonuna geliniyor olması. İkincisi, iktidarın tam tersini umarak yaptığı bazı operasyonların, muhalefetin kendisinin yaratamadığı (bazen niyet bile etmediği) bir zemini üretmesi olasılığı. Bu başlıklar, yaşanmakta olan tartışmaların yanında fazla kavramsal detaylar gibi görünebilir ama muhtemelen etkilerini daha somut hissettirecekler. Mesela şimdiden Cumhur İttifakı ile başkanlık sistemi ilişkisinin boyutlandığını görebiliyoruz. Şimdiye kadar hakim yaklaşım, bu ittifakın aritmetik etkisine odaklanmıştı. İttifakın ömrü veya krizi üzerine yapılan yorumlar ve olası senaryolar bu pencereye sıkışıyordu. AKP ile MHP ilişkisinin, Bahçeli’nin Erdoğan’a sunduğu ve aldıklarının, Cumhur İttifakı’nın basit bir oy toplamından ibaret olmadığı daha net görülüyor. Erdoğan’a atfedilen veya önerilen alternatiflerin sanıldığı kadar kolay olmadığı tekrar idrak ediliyor. 

Erdoğan, iktidarını memleketin bekasıyla ilişkilendirebilmesini Cumhur İttifakı'na borçlu. Ancak bunu yaratan ittifakın sayısal gücü değil yarattığı yeni vesayet düzeni. Erdoğan, yargıdan güvenlik bürokrasisine kadar hemen her alanda kendi kişisel gücünü bu sayede kabul ettirebildi. Elbette bunun ödenmesi gereken bir bedeli olduğunu da başından itibaren biliyordu. Bu yüzden MHP’ye bağımlılığı başkanlık sisteminin gerektirdiği 50+1 zorunluluğundan ibaret değil. İddia edilenin aksine iktidarı desteklemekten başka bir seçeneği olmayan Bahçeli’den daha çok, giderek daha az seçeneğe sıkışabilecek Erdoğan resmi öne çıkıyor. Bu mecburiyet ilişkisinin iktidar ittifakını daha dengeli hale getirmediği de ortada. Siyasetsizleşme sayesinde gücünü artırmış, siyaseti kendisi için tehlike olmaktan uzaklaştırmış olan iktidar, siyasetin dışına düşmenin faturasını da ödemeye başlıyor. Tıpkı siyasetsizleştirmeyi çok arzulamış olan neoliberal modelin kendi güvencesi olan “merkezi” kaybetmesiyle girdiği kriz gibi.

Son günlerde yaşananlar, Cumhur İttifakı nedir, sistemle ilişkisi nasıldır gibi konuların iktidar bloku içindeki cevaplarını daha görünür kıldı. Bir anlamda cinin şişeden çıktığını görüyoruz. Ancak şişeden çıkan cin veya “pandoranın kutusu” metaforlarındaki asıl kıssa, bunların yaratacağı kontrolsüz gelişmelere dairdir. Bu kontrolsüz gelişmelerden biri, muhalefetteki profesyonel aktörler pek oralı olmasa bile sıradan insanların neyle karşı karşıya olunduğuyla ilgili fikirlerinin hızla değişmesi olabilir. Kutuplaştırmanın yarattığı iki boyutlu bakış açısının önündeki perdenin artık örtücü olamaması mümkün. Üstelik bunun iktidar tabanındaki etkilerinin hızlanması da ihtimal dahilinde. Yaşanan gelişmeler, AKP’den kopan partilerin kendilerinin yaratamadığı “varlık gerekçesini” onlara armağan edebilir. İyi Parti’ye bir taraftan davet, bir taraftan saldırı hamlelerinin tam ters sonuç vermesi gibi; “eskiye dönüş” iması içeren reform lafı da, DEVA ve Gelecek Partileri için doping etkisi yaratabilir.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).