Kürdüm ama doğru muyum?

Aklımda bir şey var, bu andımız ‘Türküm, doğruyum diye başlıyor’, babam da bize hep evde "her yerde Kürt olduğunuzu söyleyeceksiniz" diyor. Yani şimdi ben nasıl Türküm derim orada; ben de Kürdüm, doğruyum diye başladım andımıza. Öğrenciler de hep bir ağızdan Kürdüm diye başladı andımıza! O anı hiç unutmuyorum, o faşist müdür mikrofondan çıkan o kızın çığlığını duymuştu bir kere, yerinden bir fırlayışı var, o kürsüye nasıl koşa koşa geliyor.

Google Haberlere Abone ol

Berivan Kutlay Sarıkaya*

1970’lerin ortalarında Ağrı’dan Ankara’ya göç etmiş bir aile, sıkıyönetim yılları. Naci amcam aranıyormuş, diğer amcalarımın evleri bombalanıyormuş. O dönemlerde evde hep söylenen bir cümle, biz siz okuyabilesiniz diye Ankara’ya geldik. Emin olun on yaşlarında bir kız çocuğu için bayağı ağır bir yük bu. Bir de hep derlerdi ki ya avukat ya da doktor olmalıymışız, çünkü biz Kürt olduğumuz için devlette hiç çalışamazmışız. Babam nedense hep fişli, o zaman anlamıyoruz tabii, sonra biz de fişlenince anladık. Ankara’da iş bulması mümkün değilmiş. "Baba sen nerde çalışıyorsun?", "Fizan’da", niye Fizan derdi acaba, sanırım Kürdistan demek, Fizan kadar uzak bir şeydi onlar için. Bir de sorardım, "Baba sen ne iş yapıyorsun?", "Proleterim ben kızım." Bana çok havalı gelirdi babamın proleterim demesi, ama işte yanımızda değildi ne kadar da havalı olsa, üç ayda bir eve gelişi misafir karşılamak gibiydi, hafif çekinirdik. Eve geldiğinde bir de dergi gelirdi Özgürlük Yolu, babam okumamızı isterdi. Bir de her gelişinde bize hediye kitap getirirdi. Ve çeliğe su verildi; Bulgar Komünist Partisi’nin propaganda yayınlarından Partizanın Kızı’nı okuduğumda gecelerce hayal kurmuştum, o soğuk silahı ben de saklayabilir miydim acaba? Kalbim yatağımda güm güm çarpardı. Bir de Milliyet Çocuk Yayınları ne güzellerdi, mavi ciltlileri vardı. Eğer onlardan bir kitap gelirse kütüphanemiz hemen yeniden düzenlenirdi. Ama en çok da Panait Istrati’nin Arkadaş kitabını okumamızı isterdi babam. Çevremizde bizden kimse yoktu ama biz Kürt'tük işte, ne olursa olsun her yerde gurur duymalıymışız Kürt olduğumuz için derdi babam. Başımıza ne geliyorsa Kürt olduğumuz için geliyormuş, bunu hiç aklımızdan çıkarmayacaktık. Babam bizimle değildi, çünkü Kürt olduğu için Ankara’da iş bulamıyordu, amcam aranıyordu, çünkü Kürtleri savunuyormuş. Bir de adımızın Kürtçe olduğunu ve anlamını söyleyecektik. Hep gurur duyacaktık adımızla da.

Ankara’da Yenimahalle'de Öğretmen Kubilay İlköğretim Okulu’ndayım… Öğretmen Kubilay’ın başına gelenler ne kötü, yobaz derdi öğretmenim, linç etmişler onu. Daha sonraki yıllarda Özgür Gündem’de çalışırken, linç edilen Kürtlerin haberlerini yaparken aklıma geldi, ben bu linç kavramını ilkokulda öğrenmiştim. Öğretmenim çok üzülüyor Öğretmen Kubilay’ın başına, ben hemen bir kompozisyon yazıyorum, bu sefer ödül alıyorum. Okulumuzda birkaç sürgün solcu öğretmen var ama onlar müdür için faşist diyor; ama ben bir anlam veremiyorum, işte proleter iyi bir şey ama faşist kötü bir şey, proleter devlette çalışamıyor ama müdür devlette çalışıyor; ama müdür kötü, o bir faşist. Yani anlayacağınız bu devlet benim için o zamanlar kavramsallaştırmakta zorlandığım bir şeydi. Nasıl da Kemalist ama hümanist, bana acayip özgüven kazandıran, evine davet eden bir öğretmenim var. Ona öyle hayranım ki, tek derdim onun gözüne girmek. Annem de hep diyor "Türkçe dersin çok iyi olacak." Hatta kırık Türkçemiz olmayacakmış, kimse anlamayacakmış bizim doğudan geldiğimizi. Bir de okuma-yazma yarışmasında birincilik kazanmışım, kompozisyonlarım hep derece alıyor okulda. Şimdi o solcu kitapları okuyan da, okula gidince Kemalist öğretmenin gözüne girmek için Tevfik Fikret’leri, Mehmet Akif'leri okuyan ve onların üzerine döktüren de aynı kız çocuğu. Benim kelime dağarcığım o zamanlar en çok Kürt, proleter ve faşist; bir de devlet sözcüklerinden oluşuyordu.

O faşist müdür artık beni tanıyor, nerede görse başımı okşuyor, annem de çok mutlu öğretmenim de öyle, hepimiz mutluyduk.

Bir de sabahları andımız okunuyor, o da çok havalı bir şey tabii. Okulun en gözde öğrencileri çıkıyor kürsüye, nasıl bir şevkle okuyor andımızı, bütün okul hep bir ağızdan seni tekrar ediyor, o kürsüye çıkmak nasıl ulaşılmaz bir şey. İşte ben o kompozisyondan sonra, yaşım küçük olmasına rağmen ödül olarak andımızı okumaya davet edildim. O gün annem önlüğümü yıkamış, ütülemiş bir güzel okula gittim. Heyecandan kalbim küt küt atıyor. Ama aklımda bir şey var, bu andımız ‘Türküm, doğruyum diye başlıyor’, babam da bize hep evde "her yerde Kürt olduğunuzu söyleyeceksiniz" diyor. Yani şimdi ben nasıl Türküm derim orada; ben de Kürdüm, doğruyum diye başladım andımıza. Öğrenciler de hep bir ağızdan Kürdüm diye başladı andımıza! O anı hiç unutmuyorum, o faşist müdür mikrofondan çıkan o kızın çığlığını duymuştu bir kere, yerinden bir fırlayışı var, o kürsüye nasıl koşa koşa geliyor. Upuzun da bacakları vardı, uçtu sanki. Ben devam ediyorum ama herkeste bir kıpırdanma, homurdanma sesleri, yani bir şey dalga dalga üzerime geliyor. Anlayamıyorum, mikrofon kesildi bir anda ve ben kendi cılız sesimle andımızı bitirdim. Ve bitirmemle müdür beni kucakladı, kürsüden aşağıya aldı. Öğretmenime kızıyor, bağırıyor, herkes bana bakıyor, diğer öğretmenler öğrencilerini sınıfa sokacak ama herkes öyle donmuş seyrediyor. Sonra müdürün odasındayım, ben nasıl Kürdüm dedim, bana bu kim öğretmiş, adam kükrüyor. Nasıl bağırıyor ama; bütün okul Kürdüm demiş çünkü. Öğretmenim de beni savunmaya çalışıyor ama o da şokta. Beni bildiğiniz yaka paça okuldan eve gönderdiler. Evde telefon da yok o yıllarda, eve geldim annemi okula çağırmışlar. Ertesi gün beraber gittik, annem çok net bir şekilde "Kürt olduğumuz için öyle demiş, burada bir sorun yok, çocuk bildiğini söylemiş" dedi. "Bir daha çocuğunuz bu sözü kullanırsa okuldan atılır" dedi Müdür. Annem halen benim ne kadar iyi bir öğrenci olduğumu anlatıyor ama müdür, annem ve bana tiksinerek bakıyor. Çıkardı bizi odasından. Sonra tabii ben artık ortalıklarda olmayan öğrenci oldum. Bu böyle travma olarak falan kalmadı, gayet de güzel bir farkındalık oldu. O yaştaki bir çocuğun sözcük dağarcığına ‘andımız’ da girmiş oldu.

Bugün ilkokul önlükleriyle andımıza sahip çıkan İYİ Partilileri görünce hatırladım tekrar, sizin o andınız var ya, Kürtlere Diyarbakır Cezaevi’nde işkence ede ede okutuldu. Yıllar sonra Diyarbakır’dan çıkan öğretmen bir görüşmecim yıllarca İstiklal Marşı okunurken, sanki halen Esat Oktay Yıldıran tarafından gözetleniyor gibi nasıl en çok bağıranın kendisi olduğunu ve diğer öğretmenlerin, öğrencilerinin ona tuhaf tuhaf baktıklarını anlatmıştı. Şimdi lütfen sahip çıktığınız o andınızın Kürtler için ne anlama geldiğini bir zahmet düşünün.

Haydi hep bir ağızdan desenize ‘Kürdüm, doğruyum…’

*Toronto Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi doktora öğrencisi