Moda Sahnesi sezonu açtı: Babamı Kim Öldürdü

Cinsiyetçilik, sömürü, ekonomik bunalım, nefret suçu, ayrımcılık temalarına babasıyla ilişkisinden yola çıkarak değinen "Babamı Kim Öldürdü" oyunu ile Moda Sahnesi sezonu açtı. Oyun vesilesiyle buluştuğumuz Onur Ünsal ve Kemal Aydoğan’la hem yeni oyunları hem de tiyatro ve pandemi süreci üzerine sohbet ettik.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Moda Sahnesi sezonu Babamı Kim Öldürdü oyunuyla açtı. Başarılı genç kuşak Fransız yazarlardan Edouard Louis’nin otobiyografik öyküsü, güzel bir tesadüf sonucu İstanbul ve Paris’te eşzamanlı olarak sahneleniyor. Onur Ünsal’ın oynadığı, Kemal Aydoğan’ın yönettiği Babamı Kim Öldürdü, 20 ve 24-27 Eylül tarihleri arasında Moda Sahnesi’nde izlenebilir.

Yazar, kendi işçi sınıfı ailesinden esinlenerek kaleme aldığı üçlemenin son kitabı Babamı Kim Öldürdü’de, cinsiyetçilik, sömürü, ekonomik bunalım, nefret suçu, ayrımcılık temalarına babasıyla ilişkisinden yola çıkarak değiniyor. Hayatını işçi olarak geçirmiş olan ve bir iş kazası sonucunda yatalak kalan babasının yaşadıklarının sorumlusu olarak devleti gören Edouard Louis’nin metni, edebi niteliğinin dışında sağlam bir politik manifesto. Babamı Kim Öldürdü’nün prömiyeri vesilesiyle Onur Ünsal ve Kemal Aydoğan’la buluştuk hem yeni oyunları hem de tiyatro ve pandemi süreci üzerine sohbet ettik.

Klasik bir soruyla başlayalım. Nasıl bir his bunca zaman sonra sahnede olmak?

Onur Ünsal: Çok iyi geldi. Biz de klasik cevabı verelim. Gerçekten bana çok iyi geldi. Ben şahsi olarak çok sıkılmıştım, herkes gibi. Ve müthiş bir çıkış oldu. Hem de sadece bir çıkış için bir oyun olmadı. Korona’dan çıkış için bir oyun yapmadık, denk düştü sadece. İyi bir oyun oldu, iyi bir metin bulundu. Kadro az kişi olduğu için az kişi toplanmak ve Korona’dan daha az korkmak, dolayısıyla sanki evimizde çalışıyormuş gibi çalışmak söz konusu oldu. Her şey çok iyi denk düştü. Bu sıkıntıyı çok iyi aldı içimizdeki.

Henüz 3 yıl önce Fransa’da yayımlanmış, Türkçeye çevrilmemiş, yayımlanmamış bir kitap söz konusu. Nasıl keşfettiniz bu oyunu?

Kemal Aydoğan: Ahsen Özercan diye bir arkadaşımız keşfetti. Zaten biliyorsunuz, oyun geçen hafta da Paris’te prömiyer yaptı. Thomas Ostermeier yönetti ve yazarın kendisi oynuyor. Galiba bu yazarın başka bir oyununu Ostermeier sahneye koymuş zaten. Ahsen de romanı okumuş, çok sevmiş ve oynanabilirliği de olduğu için birkaç sayfa çevirip bana örnekledi ve inanılmazdı. Sonra öyle akımızda kaldı. Şimdi patladı zaten. Bir süre salgının hayhuyuyla uğraştık, işte devler SGK ödeyecek mi filan diye ama baktık öyle değil hayatın devam etmesi gerekiyor. Ve Ayberk Erkay’a verdik, şunu çevirir misin, çevirmeye değer mi diye. O da bir haftada çevirdi. Metnin bizdeki yolculuğu da tuhaf yani. Pandemi öncesi geldi, sonra öyle bir şeye denk düştü ki 10 tane oyun olsaydı bunu tercih ederdik.

Babamı Kim Öldürdü, Yazan: Edouard Louis

Babamı Kim Öldürdü 9 Eylül’de Fransa’da prömiyerini yaptı. Oyunun aynı anda hem Türkiye’de hem Fransa’da oynanıyor olması bir tesadüf mü?

KA: Biz de 9 Eylül’de başlayacaktık. Bir şıklık yapıp aynı anda başlasın dedik. Ama oyunları videoya çektik burada, provanın içinde çekim zamanı olarak kullandık ve sıkıştırmak istemedik.

Mizanseni oluştururken iletişim halinde miydiniz? Çünkü yazar Edouard Louis de oyunun Moda Tiyatrosu’nda oynanacağına dair bir tweet attı.

OÜ: Hiç. Yalnızca bizim oyunu çalışacağımıza dair konuşuldu. Telif konuşmaları da yapıldı. Zaten haberdardık birbirimizden. Ama bizim her şeyimiz tamamlandı, biz artık akış almaya başlamıştık. Onlar prömiyer yaptı ve prömiyer görüntülerini yayımladılar. Kısa görüntülerdi, birtakım seyircilerin videoları, dekoru anlayabildiğimiz, oyunun fotoğraflarını görebildiğimiz, ne yapmışlar diye bakabildiğimiz. Bizimkine benzer şeyler yapmışlar. Bizim sahnede de bilgisayar vardı, sonra vazgeçtik. İyi ki vazgeçmişiz, oraya bakıp kopya mı çektiniz diye (gülüşmeler)

Can Yayınları’nın kitabı basacağını duydum. Sizin vesile olduğunuz çeviri mi yoksa bağımsız bir proje mi, biliyor musunuz?

KA: Aynısı. Ayberk, Can Yayınları’yla konuşmuş, onlar da çok sevmiş. Aslında yazar kitapların sırayla basılmasını istemiş. Fakat biz oynuyoruz diye son kitabı başa aldılar ve basılma sırasını değiştirdiler.

Babamı Kim Öldürdü son derece politik bir metin. İzlerken yer yer gülsem de, güldüğüm için utandığım anlar oldu.

OÜ: Valla Moda Sahnesi’nin benim için özeti bu. Gülerken ağlatmak değil de güldüğüne pişman etmek. Ben oynadığım bütün oyunlarda bunu hatırlıyorum. Kıyı’da da, bu oyunda biraz daha fazla. Ve bu salonda da belli oluyor zaten. Titanic sahnesi geliyor, güzel bir şey gelebilir ama sonunda dayak da yiyebilir, belli değil. Dolayısıyla biri kıkırdamadan rahatlamıyor seyirci. Onu hissediyorum.

Moda Sahnesi’nin oyunlarının afişlerini satışa çıkardınız. Biraz bu projeden bahseder misiniz?

KA: Paramız yoktu. Ama 2021 Mayıs ayına bilet satıyoruz gibi gerçekleştiremeyebileceğimiz bir şey yapmak istemedik. Somut bir şey olsun diye düşündük. Hem de saklayacakları bir anı oldun. Burada oynanmış ve sevilmiş oyunlar da onlar. Flaneur yayınevinden arkadaşımız bu fikri önerdi. Yeniden tasarlattık afişlerimizi, oyuncular, yönetmen ve tasarımcılar imzaladı. Ve bu oyunu onun parasıyla yaptık işte. Böyle bir gelir olsun, oyunlar için kaynak olun ama somut da bir şey sunalım ve gelecekte belirsiz bir şey olmasın istedik. Çünkü izleyiciden gelecek için açık bilet satmayacak mısınız sorusu geldi. Oynayıp oynamayacağımızı bilmiyoruz ve bilmediğimiz bir şey için taahhüt altına girmek ağır bir şey. Bir de afişler bir anı objesi niteliği taşıyor. Her afişten 100 adet var, özel bir baskı tekniğiyle hazırlandı. İleride savunulabilir de bir şey. Babamı Kim Öldürdü’nün afişini de hazırlamayı düşünüyoruz. Bira Fabrikası gibi başka oyunların afişleri de var aklımızda. Elimizde 500 tane daha var, onları da satarsak yapacağız. Belki tiyatro yapmayı bırakıp bunları satmaya başlarız…

OÜ: Elimizden gelen her şeyle başlarız. Patates baskı ya da kozalak boyarız filan.

Moda Sahnesi afiş koleksiyonunda Hamlet, Bütün Çılgınlar Sever Beni, En Kısa Gecenin Rüyası, Kıyı ve Yeni Bir Şarkı oyunlarının afişleri izleyicinin beğenisine sunuldu. Cem Dinlenmiş, Moklich, Burak Beceren, Bülent Gültek, Kaan Bilaloğlu, Pelin Kırca ve Selin Çınar tarafından tasarlanan afişler 50x70 cm boyutunda, 300gr Canson kağıda serigrafi tekniğiyle numaralanmış olarak 100er adet basıldı ve tüm oyuncular, yönetmenler ve tasarımcılar tarafından imzalandı. https://www.modasahnesi.com/e-dukkan

Sezonu Babamı Kim Öldürdü ile açtınız. Ufukta başka oyunlar var mı?

KA: Eşzamanlı olarak Shakespeare’in Hırçın Kız’ını sahneye koymak istiyorduk ama koşulların uygun olmadığını anladık. Şu aşamada bir şey yapamayız gibi salgını atlatmadan. Oyuncuların da tedirgin olmaması için bunu göze almayacağız. Eğer bahara doğru biraz geçerse Hırçın Kız’ı yaparız. Çünkü kadromuz tamam, oyuncularla Zoom üzerinden toplantılar yaptık, oyunu konuştuk…

Moda Sahnesi ilk kurulduğunda da bir güncel oyun (Tüm Çılgınlar Sever Beni- Stefan Tsanev) ve bir Shakespeare (Hamlet) ile yola çıktınız. Aradan 7 geçti ve hâlâ bir güncel metin bir de Shakespeare ile sezon açmayı planlamışsınız. Bu özellikle kurduğunuz bir denge mi?

OÜ: Bence tam olarak öyle. Moda sahnesini çok iyi tanımlayan bir başlangıçtı. Hep de böyle devam etti.

KA: Shakespeare galiba vazgeçmeyeceğimiz bir yazar. Çünkü çok iyi oyunlar yazıyor. Hem oyuncuya hem yönetmene çok imkân tanıyor. Dünyası inanılmaz. Kadim problemleri, insanların problemleri anlatıyor.

Moda Sahnesi oynadığı oyunları yeniden çeviren bir ekip. Hırçın Kız’ı da kendiniz mi çeviriyorsunuz yoksa hazır bir çeviri mi kullanıyorsunuz?

KA: Hamlet’i Onur çevirmişti Emre Adıyaman’la birlikte. Hırçın Kız’ı da Alfa Yayınları’nın Shakespeare serisini yapan arkadaşımız Emine Ayhan çevirdi. Hatta ekim-kasım gibi o da basılacak.

OÜ: O çevirilere yeni baştan oturmak, çevirmenlerle birlikte hazırlamak bu tiyatronun en önemli maceralarından biri bence. Oyunlardaki başarı çeviriden başlıyor bence. Tiyatroda çok atlanan bir konuymuş. Daha genç uşak olarak bunu söyleyebilirim. Çünkü metinlerin oynanabilirlik halleri, çeviri çeviri gibi oynanır tartışmalar vs. bir yana, çeviri faaliyeti oyunu neredeyse baştan yazmışsınız gibi bir hisse sürüklüyor. O zaman da çok emin oluyorsunuz yaptığınız şeyden. Daha iyi çıkıyorsunuz sahneye. İşin çok büyük bir hilesiymiş bu. Dolayısıyla Moda Sahnesi’nin bir alametifarikası da çevirileri çevirmenlerle, oyuncularla birlikte hep tekrar tekrar okuması. Hamlet çevirisi aylarca sürdü. Kemal abi, Onur’lar çevirdi diyor ama biz aslında onu hep birlikte beyin fırtınası şeklinde çevirdik. Bir cümleyi kuracağız diye aylarca sürdü, kaç ay ciddi masa başı faaliyeti, hepsini de çevirmedik ve hakikaten hiç kolay değil. Biz 60 sayfaya indirmiştik Hamlet’i. Bir iki sahneyi tam çevirdik ve okuyup oynayacağımız kısımları çevirmeye karar verdik, ona rağmen iki ay sürçü iş. Çevirmenler çok az kazanıyor.

Tiyatrocular da keza…

OÜ: Herkesin ne yaşadığını bilmiyorum. Ben kendi adıma, yaptığım şeyin karşılığı var. Ben kiramı, elektriğimi, suyumu yaptığım işten verebilmeliyim. Düşünüyorum, düşünüyorum ve her gün gelip haftada 3-4 gün bu işi yapacaksam, kira için ikinci bir iş yapmıyor olmam lazım diyorum. Sahne tasarımcımız benimle birlikte her gün buradaydı. Her gün, her gün, kolay bir şey mi sanıyorsunuz, her gün benimle provalardaydı. Bırakın Kemal abiyi, beni onlar da her gün oradalar. Onların eve gittiği zaman kirasını düşünmemesi lazım. Saçmalık yani. Bunlar çok aptalca, konuşulmaması gereken rakamlar. Sistem çok yanlış.

Onur Ünsal ve Kemal Aydoğan

6 ay ara verdikten sonra 1 saat 45 dakika boyunca sahnede tek başına olmak zor geldi mi?

OÜ: Herkes soruyor çok yorucu değil mi diye. Açıkçası öyle değil. Keyifli yani. Güzel çalışma fırsatımız oldu. Zamanı sadece bunun için kullandık. Buluştuk ve sadece çalıştık. Tek kişi olmanın avantajı da var. Kafamızı buna verdik. Dün birilerine daha itiraf ettim. Sanki yorucu demek daha havalı ama bana o kadar uzun ve zor da gelmiyor oyunun kendi zorluğu dışında. Galiba bizim de modumuz yüksek şu an, karantinadan dolayı. Oh be, diyerek geliyorum buraya. Bazen öyle olmaz çünkü, bazı oyunlar öyle olmaz, bazı günler öyle olmaz, bir şımarıklık olur üstünüzde, ama bu ara çok güzel gidiyor.

Metnin de etkisi vardır bunda diye düşünüyorum.

OÜ: Tabii esas bunu konuşmamız lazım. Metnin tan yakıcılığı, hikayelerin herkse dairliği, hikâyeleri bağlama şekli filan işin anahtarı bence.

Pandemi sürecinde tiyatroların yaşadığı sorunlardan biraz bahsedelim mi?

KA: 5-6 aydır tiyatrocular problemlerini tarif etmek ve ortak problemlerini dile getirmek konusunda çok beceriksiz kaldı. Çünkü problem tarif edilemiyor. Ne tip tiyatrolar var, nasıl kurulmuşlar, neye ihtiyaçları var, nasıl çözülür? Daha ticari bir tiyatroyla, daha kamusal bir tiyatronun farkı Türkiye’de yok. Dolayısıyla da bu siyasetsizliğe yol açıyor.

OÜ: Daha nitelikli örgütlenme daha nitelikli sonuç getirir. Aslında örgütlenmede bir sorun yaşamadık ama örgütlenmeyi nitelikli bir şekilde yapamıyoruz galiba daha. Bazen bakıyorsunuz tiyatro kelimesi hariç ortak bir şeyiniz yok. Dolayısıyla meslek birliği olduğunuzda birtakım söylemlerin içinde kaybolabiliyorsunuz. Çünkü her tiyatronun derdi başka. Birinin problemi yangın perdesi, diğerininki vergi, ötekinin mekânı olmaması, başkasının da kira ödeyememesi.

KA: Ben kültürel bir birim olmakla uğraşıyorum. Kendime girişimci demek istemiyorum. Sanat kurumu demeyi tercih ediyorum. Biz sanat kurumuyuz. Bunun bir ekonomisi var, çalışanlarımız var, onların sosyal ve özlük hakları var, onların yerine getirilmesi var. Bunun kaynaklarının nereden geleceğini anlayalım. Merkezi yönetimden mi, yerel yönetimlerden mi, yarısı oradan yarısı oradan mı? Dünyada zaten birçok örneği var bunun. Bunun şablonunu, mekaniğini kuralım ve çalıştıralım ama biz ticaret yapmayalım. Yani şöyle, ben buradan kazandığım parayla…

ÖÜ: … Lamborghini almayayım.

KA: Tabii ki ve bu net. Kemal kaç lira alır? Kirası, yemeği, çocuğunun okul masrafı. Bitti. Şimdi öbürü ticaret yapıyorsa, 200 liralık bilet satıyorsa, o arabayı alabilirsin ama o zaman sen kamusal tiyatro değilsin ve biz aynı vergi diliminde olmamalıyız.

OÜ: Bu noktada devletin, belediyenin, vakfın sana demesi lazım ki sen bilet fiyatını yükseltme ama gel ben senin vergini şöyle hesaplayayım. Bir Excel tablosu bu işi çözüyor aslında. Ticari ve kamusal tiyatronun ayrışması lazım. Bu birine iyi diğerine kötü demek değil. Ama bu tiyatroların hiçbir şeyi birbirine benzemiyor. Aynı dert için koşturamıyoruz. Biz aslında zenginler için o kadar utanç verici bir şey konuşuyoruz ki şu anda. Şu anda konuştuğumuz konuyu, ne olur bu kelimelerle geçsin, bir Koç, bir Sabancı okusun ve ne olur güldüğünü söylesin buna. Bu kadar küçük bir paranın, devlet için hiçbir şey etmediğine adımız gibi emin olduğumuz bu paranın senelerdir, en ufak bir diliminin bile buraya ayrılmıyor olması... Bağırdığımız, konuştuğumuz paraya bakın ya…

Bakanlıktan yapılan açık havada gösterim izni bu örgütlenmenin bir başvurusu sonucunda mı gerçekleşti?

OÜ: Bence orada çok komik bir şey oldu. Orada tiyatro yazmayı unuttular. Çünkü biz 3-4 gün WhatsApp gruplarında kaos yaşadık. Ne olacağınız kimse bilemedi. Sonra da yasaklanmadığı söylendi. O açıklama yapılana kadar biz yasak bir şey yapıp yapmadığımızı bilemiyorduk. İyi gelelim, oynuyorsak oynayalım zabıta gelirse kapatırız diyorduk. Mesela UNIQ’te oyun oynayacaktık, sonra oynayamayacak olduk, sonra UNIQ’e sahneyi toplattılar. Biz çarşamba günü, tiyatromuz olarak, parası olmayan bir mekânın yaptığı eylemlerden birinin yasaklı olup olmadığını bilmediğimiz için oyun kalkıyor ve yasaklı olmadığını öğrendiğimizde fiziksel olarak tekrar oraya oyun koyamıyoruz çünkü sahneyi yeniden kurmak kolay bir şey mi? Doğal seleksiyona bırakıldı, sektörler de insanlar da.