Koleksiyoner Tülin Çağlar: Her dönemin kendi fincanı var

Fincan koleksiyoncusu Tülin Çağlar'la kahvenin bulunuşunu, kahve fincanlarını ve koleksiyonunu konuştuk. Çağlar, "Koleksiyonumda bazı fincanların tarihi, yapanın imzası olmamasına rağmen bana anlattıkları çok fazla" dedi.

Google Haberlere Abone ol

İZMİR - Kahvenin hem kültürümüzde hem de günlük yaşamımızdaki yeri yabana atılmayacak kadar önemli. İnsan kahveyi bulmasaydı fincan bu kadar özel olur muydu? Kahve mi fincana sebep, fincan mı kahveye muamma! Lakin bir gerçek var ki; bazen hediye bir fincan bir ömre bahane, bazen bir fincan kahve aslında çok uzun bir hikaye...

Tülin Çağlar hediye fincanla başlayan yolculuğunda fincanların hikayelerini öğrendikçe yeni fincanlar almaya başladı. Çağlar'ın 500 fincana ulaşan koleksiyonunda Osmanlı fincanlarının yanı sıra Almanya, Avusturya, Çekya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Macaristan, Kanada ve Çin gibi dünyanın farklı yerlerinden farklı dönemlere ait fincanlar bulunuyor.

İlk sergisini Koruncuk Vakfı yararına açan ve koleksiyonunu daha çok kişiye ulaşması amacıyla hediye etmek üzere, ‘Fincanlar’ isimli bir kitapta toplayan Tülin Çağlar, 20 yıllık koleksiyon serüvenini Gazete Duvar okurları ile paylaştı.

‘TUTKUM BÜYÜDÜKÇE TOPLAMA MERAKIM ARTTI’

Sizi fincan toplamaya ve biriktirmeye iten duygu neydi?

Her şey 20 yıl önce bir doğum günümde eşim ve çocuklarımın bana fincan hediye etmesiyle başladı. İlk fincanımın benim için anlamı çok büyük. Fransız bir Limoges. Hem ilk olması hem de hikayesiyle beni çok etkiledi. Hediye edilen fincanın öyküsünü öğrenip derinine indikçe fincan sevgim arttı.

Fincanlar o kadar çok şey hissettiriyor ki. Bu yüzden onların hiçbirini bir kutunun içinde saklamıyorum. Evimin bütün duvarlarında fincanlar var. Fincanların yaşanmışlıkları, anlamları, bana hissettirdikleri ve hikayeleri bu tutkunun derinleşmesini sağladı. Tutkum büyüdükçe toplama merakım arttı.

Fincan koleksiyoneri Tülin Çağlar ve Nuray Pehlivan

‘BAZI FİNCANLARIN SIRLARI SAKLADIĞINI HİSSEDİYORSUNUZ’

Yani fincanlara görünen somut varlıkları dışında soyut anlamlar mı yüklediniz? Sizce fincanların söyleyemedikleri neler?

Koleksiyonumda bazı fincanların tarihi, yapanın imzası olmamasına rağmen bana anlattıkları çok fazla. Fincanı elinize aldığınızda bir kısmında hüzün hissediyorsunuz, bir kısmında o neşeyi ve coşkuyu. Bazı fincanlarda anlatılan sırları sakladığını hissediyor, bazı fincanlarda ise kendisinde bulunan sırları anlatma isteğini duyuyorsunuz, bazıları yalnızlıklarını hissettirirken, bazıları enerjisi ile hayal alemine sürüklüyor. Bir kısmı yaşadığı dönemin debdebesini gösterirken, bir kısmı doğaya dönük basit ve sade yaşamın güzelliğini gözler önüne seriyor.

‘KAHVE OSMANLI ÜZERİNDEN AVRUPA’YA YAYILIYOR’

Bize kahvenin ilk bulunuşu ve fincanın geçmişinden kısaca söz eder misiniz?

Kahve Etiyopya’da bulunuyor. Kaldi isimli bir çoban, hayvanları otlatırken bazı hayvanların daha enerjik olduklarını, daha fazla hoplayıp zıpladıklarını fark ediyor. Dönemin bilge kişisi Şazili’ye giderek, ‘Bazı hayvanlarda böyle bir şey gözlüyorum, bunun sebebi ne?’ diye soruyor. Şazili ona, o hayvanın hangi ağacın etrafında dolaştığını izlemesini söylüyor. Çoban bunu izlediğinde bakıyor ki hep aynı ağacın etrafında dolaşan hayvanlar daha enerjik. Sonra bu yemişin kahve olduğu anlaşılıyor. Kahvenin ilk bulunuşu Etiyopya’da böyle. Oradan Yemen’e ve sonra da Osmanlı'ya geçiyor.

Kahve bulunduktan sonra Osmanlı üzerinden Avrupa’ya ve Doğu’ya yayılıyor. Kahve, ekonomik duruma göre; toprak kaplarda, seramik veya porselen kaplarda veya gümüş zarflı fincanlarda içiliyor. Fincanların çok küçük olanları, Bülbül Yuvası, büyük fincanların Kallavi, saray fincanlarının da Paşa Fincanı diye adlandırıldığını görüyoruz. Hatta falın da literatürde çok enteresan bir geçmişi var. Osmanlı’da fal bakanlar başkasına söylemek istediklerini fincanda görmüş gibi söyleyerek nakletme yolunu seçiyorlar.

Alman Dresden damgalı, fragonal desenli kayık formlu fincan, 1900 başları.

‘HER ÜLKE VE HER DÖNEMİN KENDİNE ÖZGÜ FİNCANLARI VAR’

Fincanların dönemsel özellikleri neler? Yıllar içinde nasıl bir değişim geçiriyorlar?

Her ülkenin ve her dönemin kendine özgü fincanları var. Her ülkenin özel tasarımlı fincanları oluyor ama birbirlerinden etkilenerek oluşan üretimler de var. Sipariş ile üretilen fincanlarda, ustanın yetiştiği, siparişin yapıldığı ülkenin, örnek alınan tasarımcıların etkilerini görebiliyoruz. Mesela bir İngiliz fincanında, Fransız esintileri görebiliyoruz. Veya bir Japon fincanında, Yunan tanrılarının resmedildiğini görebiliyoruz. Kırsal temalı, pastel tonlarda ise tabiata ve doğaya dönük renklerin hakim sürdüğü fincanları görüyoruz.

Yıllar içindeki değişim fincanların damgalarından da anlaşılabiliyor. Fincanların üzerindeki işlemeler, fincan ve tabak altlarında bulunan damgalar bize yapıldığı dönem ve bölgenin özelliklerini anlatıyor. Çok şaşalı dönemlerde altın yaldızlı, mine işli fincanları görüyoruz. Savaşların resmedildiği fincanlar olduğu gibi, günlük hayattan, doğadan etkilenerek motiflenmiş fincanlar da vazgeçilmez tasvirler arasında. Bazı dönemlerde; şimdi nasıl bir düğüne giderken özel bir kıyafet yaptırıyorsak, bir yemek daveti verileceği zaman o davete özel yemek, tatlı ve fincan takımlarının üretildiğini görüyoruz. Diyelim ki bir Avusturya Prensi, yemek daveti için Fransa’da bir ustaya sipariş veriyor. Biz o fincanlarda hem Avusturya hem Fransız izlerini ve aynı zamanda tasarımcısının etkilerini izliyoruz. Dolayısıyla aynı dönemde çok farklı fincanlar görebilirsiniz.

Bazen de yaşanan olayların takımlarda resmedildiğini görüyoruz. Bunun en güzel örneği Herend markasındadır. Firmanın Rothschild Kuşu paterni 1860 yılında yaratılmıştır. Barones Rothschild, Viyana‘da malikanesinin bahçesinde verdiği bir davette kolyesini kaybeder. Birkaç gün sonra Bahçıvan, minik bir kuşun bu değerli kolye ile ağaçta oynadığını görür. Bu hikaye ile kuş paternli motifler porselen yemek takımlarına, çay ve kahve fincanlarına işlenmiştir.

‘DÖNEMİN OLAYLARINI FİNCANLAR ÜZERİNDEN GÖREBİLİRSİNİZ’

Sizin koleksiyonunuzdaki en erken fincanlar hangileri?

1734’lerden İtalyan Capodimonte fincanları var. O dönemin olayları, natürmort tasvirleri pastoral dekordan şehir manzaralarına kadar kabartmalı olarak insan figürlerini, giyim kuşam tarzlarını fincanların üzerinde görebiliyorsunuz. Ayrıca 1890’lı yıllardan Alman KPM Berlin, 1920’lerden Alman Meissen, 1940‘lardan Alman Rosenthal,1900‘lerden Alman Dresden, 1890’lı yıllardan Fransız Limoges, 1900’ lü yıllardan İngiliz Weedgewood, Cauldon, CoalportRoyalWorchester, İtalyan Ginori, Capodimonte, Japon Ardalt, Nippon 1860’lardan Macar Herend, 1930‘lardan Rus Kuznetsov. Ayrıca 1900‘lü yıllardan kulpsuz gümüş zarflı, Osmanlı damgalı ve üzerinde Osmanlı hanedan arması ve II. Abdülhamit kabartmalı mührü ve mühür damgası olan toplamda 500 ‘den fazla fincan mevcut.

Japon, Shafford damgalı fincan, 1930.

‘BAZI FİNCANLARIN DANTEL KAPLANDIĞINI SANIYORSUNUZ’

Dünyada fincan kültüründen bahseder misiniz? Doğu ve Batı arasındaki fincanlar arasındaki farklar neler?

Ülkelerin yaşayış şekilleri, özellikleri fincanlara olduğu gibi yansıyor. Mesela Japonların daha keskin hatlı, dik açılı figürleri varken Batı’ya geldikçe daha yumuşadığını görüyoruz. Batı’daki fincanlarda daha pastoral, bazen günlük hayatın içinde bazen saray yaşantısını tasvir eden temalar işleniyor. Ayrıca yoğun kahve çekirdeği ile yapılan kahvenin içildiği ve “yudumluk” olarak adlandırılan minyatür kahve fincanlar var.

Bütün Dünya’da ilk başta fincanların bir kısmı; porselenin ana maddesinden biri olan kaolinin ne kadar beyaz ve temiz olduğu görülsün diye boyanmadı. Fakat fincanların boya kabul etme özelliği anlaşıldıktan sonra önce kobalt mavisi kullanılıyor. Daha sonra ustasının, tasarımcısının duyguları, işledikleri konulara göre renkler fincanlara yansıtılıyor. Bazı fincanlar var ki dantel kaplandığını sanıyorsunuz. Elinize alınca onun porselen olduğunu anlıyorsunuz.

‘OSMANLI’DA KİŞİLERİN STATÜLERİNE GÖRE KAHVEHANELER VARDI’

Fincanların özellikle Batı’da statü nesnesi olmalarını neye bağlıyorsunuz?

Fincanın statü nesnesi haline gelmesi, kişinin her gün kullandığı bir nesne olmasıyla alakalı. Dolayısıyla her kesimde kahve içme keyfi var. Hatta Osmanlı’da halk arasında kişilerin mertebe ve statülerine göre kahvehaneler oluşmuştu Hepsinin kendi içinde ritüel ve kuralları vardı.

Osmanlı’da nasıl kahve varsa Batı’da da kafeler bunun için açılıyor, insanlar orada sosyalleşiyor. Günlük yaşamlarını birbirlerine anlatıyorlar. Gelir düzeyi düşükse kilden yapılmış kahve fincanında içiyor. Gelir düzeyi arttıkça seramik, porselen fincanda daha üst düzeye çıktıkça gümüş fincanda içiyor. Dolayısıyla gücünüz kilden yapılmış bir fincan almaya yetiyorsa kil bir fincan alıyorsunuz. Yani alım gücü arttıkça fincanın yapıldığı materyal değişiklik gösteriyor.

Damgasız, kabartmalı ve ayaklı yaldızlı fincan, 1900 başları.

‘OSMANLI’DAN GELEN BİR GELENEK’

Ülkemizde çay her türlü sosyal grup için neredeyse temel tüketim maddesi halindeyken kahveye ve dolayısıyla kahve fincanına daha kültürel bir anlam yüklenmiş olabilir mi sizce ve neden?

Kültürel anlam yüklenmesinin en önemli göstergesi kız isteme olayı bence. Kız isteme önemli bir olay. Kız istemenin ilk ritüeli de kahve ritüeli… Anadolu’da eskiden evlenecek oğlanla kız birbirini görmüyordu. Oğlan kızı istemeye gittiğinde kız oğlanı beğenirse şekerli, beğenmezse tuzlu kahve yapardı. Hiç kimse kırılmadan iş orada çözülüyordu. Tuzlu kahve ise aynı zamanda bir test. Damat adayı ‘her koşulda ve zorlukta yaşamaya hazırım’ mesajı vermek için tuzlu kahveyi içerek bunu gösteriyor. Bütün bunların ortak noktası ise gülümseyerek hatırlanacak bir gelenek olması… Osmanlı’dan gelen bir gelenek bu. Kahve her zaman bu ritüelin en önemli içeceği.

Bir de kahve ikram etmenin hiçbir mali külfeti yok. Kahve teklifi hiçbir zaman reddedilmez. Dostlukları pekiştirip, sohbet sebebi olabilir. Dolayısıyla muhabbeti güçlendirici ve keyif verici özelliği nedeniyle geçmişten beri çok tercih edilen bir içecek olmuş.

‘KAHVE, RUM KAPTAN’A SİZİN DEĞİL BENİM İKRAMIM!’

Her deyimin arkasında bir yaşanmışlık vardır. Son olarak; neden bir kahvenin 40 yıl hatırı var?

Osmanlı’da Üsküdar ‘da Yemişçi İskelesi’ne yakın bir kahvehanede, bir gün Yeniçeri Ağası kahveye girer. ‘Bugün bütün kahveler benden. Ama şu köşede oturan Rum Kaptan’a kahve vermeyeceksin kahvecibaşı’ der. Kahvecibaşı, herkese kahvesini yapar, dağıtır. Sonra kendisi ve Rum Kaptan için ayrı bir kahve yapar. Kahveyi ikram eder ve karşılıklı içmeye başlarlar. Yeniçeri Ağası bunu görünce fena halde hiddetlenir. Der ki, ‘Ben sana herkese yap ama o Rum’a yapma demiştim’. Kahvecibaşı cevap verir: ‘Kahve, Rum kaptana sizin değil, benim ikramım!’

Aradan yıllar geçer ve kahvecibaşı Sisam Adası’nda çıkan isyan sonucu esir düşer. O zaman adada esir düşenler meydanda satışa sunulmaktadır. Bir Rum, kahvecibaşını değerinin çok üstünde satın alır. Kahvecibaşı acaba beni hangi ağır işlere koşacak diye düşünürken, Rum, kahvecibaşının bağlı olan ellerini çözer. ‘Bundan sonra serbestsin. Çünkü sen bana yıllar önce kahve ikram eden kahvecibaşısın der. Ve o kahvenin hatırını unutmadığını söyler. Kahvenin 40 yıl hatır hikayesi de böyle gerçekleşir…