Sinan Tuzcu: Cehalet insanın kendisinden uzaklaştığı yerdir

'Mutluluk bazılarımız için sadece efsane!' cümlesiyle yola çıkan 'Yüzleşme' 30 Mart’ta Alanya’da, 31 Mart’ta Manavgat’ta, 5 Nisan’da Duru Ataşehir’de, 10-11 Nisan’da Duru Kadıköy’de, 15 Nisan’da Ankara’da, 7 Mayıs’ta Trabzon’da, 8 Mayı’ta Rize’de seyircisiyle buluşacak. Oyunun başrolü Sinan Tuzcu'yla 'Yüzleşme'yi konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Suçun ve suçlunun övüldüğü bir dünya, hırslarıyla nasırlaşmış bir yürek, bir babanın acı kaybı ve çaresizliği… Yayıncılık dünyasının yıldızlaştırdığı bir katil! Duru Tiyatro’nun yeni oyunu “Yüzleşme” seyircinin yüzüne bir tokat gibi vuruyor. Sinan Tuzcu ve Artemis Karaman’ın oynadığı, Grahama Farrow’un yazdığı, Sevda Deniz Karaali ‘nin çevirdiği oyunun yönetmen koltuğunda Emre Kınay var. Tek perdelik oyun seyirciye sert bir yüzleşme sunuyor: Evladını kaybetmiş bir baba, suçlu üzerinden para kazanan bir yayınevi, hırslarıyla duygusunu kaybetmiş bir editör… Yüzleşme bu üçlü üzerinden kapital dünyanın yüzünü bir kez daha gösteriyor seyirciye. Sinan Tuzcu bu oyunda oğlunu kaybeden bir baba karakteriyle karşımızda, yaklaşık 1 saat boyunca acıyı, çaresizliği, kötülüğü, merhametsizliği seyirciyle yüzleştiriyor. Bu yüzleşmede koltuklarınızda çakılıp kalıyorsunuz. “Mutluluk bazılarımız için sadece efsane!” cümlesiyle yola çıkan “Yüzleşme,” 30 Mart’ta Alanya’da, 31 Mart’ta Manavgat’ta, 5 Nisan’da Duru Ataşehir’de, 10-11 Nisan’da Duru Kadıköy’de, 15 Nisan’da Ankara’da, 7 Mayıs’ta Trabzon’da, 8 Mayıs’ta Rize’de seyircisiyle buluşacak.

Oyunun başrolü Sinan Tuzcu’yla modern 'suç ve ceza', yüzleşme, hırs ve çaresizlik üzerine uzun uzun sohbet ettik…

Sinan Tuzcu ve Gülşen İşeri

Grahama Farrow'un yazdığı ve Emre Kınay’ın sahneye taşıdığı “Yüzleşme” turnede. Oldukça sert bir oyunla karşımıza çıktın; ilk olarak bu oyunla nasıl buluştun?

Duru Tiyatro kurulduğundan bu yana hep ilişki içindeydim Emre’yle… Komşuyuz da aynı zamanda. Ve tabii Mimar Sinan’da birbirini gören alt-üst devreyiz. Dolayısıyla kimlerle çalışacağım bellidir benim. Bir gün Emre aradı, “Bir oyun var komedi, okur musun? “ dedi. Ben de komedi yapmak istemediğimi, ağır bir dram istediğimi söyledim. Emre de İstanbul Tiyatro Festivali’nde altı oyun Yüzleşme’yi oynamış daha sonra da bırakmıştı. Festival için yapmıştı daha doğrusu. Bana geldi "'Yüzleşme' diye bir oyun var ne dersin" dedi, “Okuyayım” dedim. Okuduktan sonra çok beğendim. Graham gerçekten özel bir yazar…

Gerçek bir yüzleşme... Neler hissettin?

Keyifli bir iş oldu. Ama elbette çok zordu, çilekeş bir oyun, sert ve suratına vuran. O yüzden seyircinin de yüzüne vurmaya çalışıyoruz. Metin zaten o bakış açısıyla yazılmış bir metin.

Oğlunu kaybetmiş bir baba, hırslı bir editör; suç ve cezanın yüceltildiği bir çağ, ne dersin?

İnsanlık bunlara yenik düşmüş zaten. Biz de yapıyoruz. Ben kadına şiddetin yer aldığı bir dizide oynadım. Doğal olarak kendini de bu anlamda eleştiriyor insan. “Ben iyi bir şey yapıyor muyum” sorusunu soruyorsun kendine. Gerçekten yaptığının insanlara nasıl dokunduğu önemli… Bu oyunda da problemi olan bir babayı oynuyorum. Kapital, maalesef insanların çektiği acıları insanlara tekrar izlettiriyor ve bundan para kazanılıyor. Bir de bunun üreticileri var, bu üreticiler de hedonistler, kazandıkları parayı kendi zevkleri için kullanan insanlar. Dolayısıyla sorgulamalarımız, -bizlerden bahsediyorum- bizim sorgularımız değişiyor, ister istemez kaybediyoruz şirazeyi. Ben bununla barışık mıyım bilmiyorum ama kendi içimde tartışan birisiyim. Açık söylemek gerekirse bu oyunda daha çok tartışıyorum.

“Yüzleşme” yaşanmış bir hikâye üzerine kurulu. Son yıllarda çocuk istismarı, pedofiliyi çok fazla tartışır olduk. Mesela oyun bittiğinde seyircinin alkışlayıp alkışlamama arasında kaldığını hissettim. Ben bir süre donup kaldım çünkü…

Tam da bu aslında… Üzerine konuşmamıştık ama senden duyduğuma şu anlamda sevindim; ben de tam da bunu söylüyordum. Oyun bittiğinde kimse alkışlamasa mı acaba! İstediğimiz oydu. Oyun için incelediğim dosyaları bir bilsen; tahammül sınırlarının çok ötesinde, bir insanın tahammül edemeyeceği noktalardı hakikaten. En azından insanlığını koruyanlar için çok zordu. Bizim ülkemizde çocuk istismarı çok var, dünyanın her yerinde çocukların korunması lazım, insanlar kendi çocuğunu koruyamazsa daha ne yapabilir. Bunu da hiçbir mekanizma, hiçbir adalet, hiçbir sistem maalesef sağlayamıyor.

'SUÇ VE CEZA'YI KENDİ ÇIKARLARIMIZ İÇİN KULLANIYORUZ' 

Daha genel bir soru sorayım. Pedofili, suç, şiddet gibi kavramlar hayatımızın her alanında var. Daha görünür olmasını sosyal medyaya bağlayabilir miyiz?

Sosyal medya meselenin konuşuluyor olmasını sağlıyor. Aynı fikirde insanları sosyal medya aracılığıyla daha kolay yan yana getirebiliyorsun.

Bu meseleler de bence ne arttı ne artmadı, bilmiyorum bunu sosyologların, kriminal uzmanlarının değerlendirmesi lazım. Ama şunu biliyorum ki daha çok konuşuluyor. Daha çok ortada... Teşhir ediliyor. Bunlar iyi mi dersen bence iyi!

Peki, nasıl koruyacağız kendimizi, çocukları?

Bu suçtan nasıl kaçınılır bilmiyorum. Bir yandan da bu bir hastalık! Nasıl tedavi görür insan onu da bilmiyorum. Ama şunu biliyorum; bunu daha çok konuşmak, daha çok duyurmak lazım. Daha çok görüyor ve daha çok konuşuyoruz doğru, sosyal medyanın faydası var. Sinemanın faydası var. Çekilen filmler bununla ilgili.

İnan ki ben bu oyunu oynadıktan sonra parklara gidemiyorum, anksiyete tutuyor. Bir süre geçmesi lazım belki… Ama şunu söylemek isterim, insan utanıyor ya kendinden!

Bir yayıncı, editör ve oğlunu kaybetmiş, oğlunun intikamını almaya çalışan çaresiz bir baba…

Oyunun kendisi bu üçlü... 1 saat boyunca bunu yorumluyoruz. Kelimelerle nasıl anlatırım bilmiyorum. Bu yaşadığımız çağın en büyük problemlerinden birini de konuşuyoruz aslında. Sadece pedofili olarak değil, aynı zamanda da biz işimizi yaparken suç ve ceza meselesini de kendi çıkarlarımız için kullanıyoruz. Eğiyoruz, büküyoruz, bundan ticari olarak kar elde ediyoruz. Bu sırada ne kadar düşünüyoruz karşımızdakini bilmiyorum. Bunu tartışıyorum kendi içimde…

Seyirci çok etkilendi oyundan elbette. “Yüzleşme”de yaşadığımız bu yüzleşmeyi kendince nasıl yorumlarsın ve tartışırsın?

Porno mudur bu? Pornografide fiziki eyleme gerek yok, duygusal porno dediğimiz bir şey var, bu duygusal olarak insanları tetikler mi? Bu bir porno mudur yoksa katarsis midir? O katarsisi yaratarak bazı suçluluk duygusundan arındırma, öğrenme yapıyoruz aslında… Bir filme gittiğinizde ağlıyorsanız, şiddeti görüyorsanız, ondan uzaklaşıyor musunuz yoksa o çekim gücü sizi içine mi alıyor? Bu aşırı tartışılıyor şu anda… Bu kadar göstermek gerekir mi bilmiyorum ama bildiğim şey insan var oldukça da üzerine konuşulacak bir şey.

Kendi canavarlarımızı mı yaratıyoruz peki?

Adam acıyla başa çıkamadığı gibi beceremiyor ki canavarlaşmayı. Kendi adaletini kuran bir ailesi var ama onu da kuramıyor. Adam eline silah alıp gidemiyor mesela.

Adalet bu mu?

Oğlunu kaybetmiş bir baba, cezası belli bir katil… Ne yalan söyleyeyim ben duramam. Bunun karşılığının çok büyük olması gerektiğini düşünüyorum. İnanmıyorum çünkü sisteme!

'BU ÜLKEDE HER GÜN 1 MAYIS YAŞANIYOR'

Baba acıdan çaresiz aslında… Yüzleşme’de iki acıyı yan yana görüyoruz, biri tercih edilmiş biri ise bırakın tercih etmeyi bambaşka bir hayal… Senin fikrini merak ettim burada, nedir sence acı?

Birinde adamın acısı var, birinde de kadının acısı var. İkisi arasında fark var. Evet, insanların acılarını kıyaslamak çok kötü bir şey ama fark var. Ve herkes kendi acısının peşinden gidiyor. Ona yapacak bir şey yok. İnsanlar kendi seçtikleri yolda giderken bir acıyla karşılaşırlar bu bir şey; insanlar bundan hiç habersizken, ellerinde hiçbir kontrol sistemi yokken bir acıyla karşılaşırlar, bu da bir şey… Dolayısıyla bunu kıyaslamak nedir bilmiyorum ama sanırım adalet burada gözünü kapatmamalı. Biraz açmalı. Bunu hukuk mu yapar, adalet mi yapar, karşılığı nedir bilmiyorum ama insanın bu konuda bir şey yapması gerek…

O zaman bu noktada merhamet, vicdan, iyilik, kötülük sorgulaması yapacağız… Ki oyunun nasırlaşmış yüreklere vurgusu var. Dünyaya ne oldu da bu kadar kötü olduk?

Bazen diyorum, biz nasıl bir kötü döneme denk geldik. Akıl alır gibi değil. Ben dünyadaki en kötü şeyin 1977 1 Mayıs olduğunu sanıyordum. Ne kadar naifmişiz. Neredeyse her gün 1 Mayıs yaşanıyor… O yüzden söyleyecek bir şey yok. Yanlış mı yetiştirildik, biz mi hata yaptık, bir problem var. Şu bir gerçek, dünyada insanlar içlerindeki naifliği kaybetti. Daha kapalı, sadece kendi isteklerinin ön planda olduğu duruma geldi. Her şey tek kişilik olmaya başladı. Duygular, düşünceler, acılar, asla çoğul düşünmüyoruz. Düşündüğümüzü sanıyoruz. Aynı evin içindeki kadın ve erkek bile birbirini düşünemez hale geldi. Tüm dünyanın sorunu bu…

Bizim coğrafyamızda çok daha hızlı artıyor, çünkü cahiliz. Cehalet insanın kendisinden uzaklaştığı yerdir. Biz kendimizi bilmiyoruz ki zaten. Bir bilgiye haiz olmak değildir ki eğitimli olmak, eğitim aslında insanın kendi kendine varlığını kabul ettiği yerdir. Mesela parayı bu kadar önemsemek dünyanın en vahim şeyidir. Bütün kitaplarda yazar, hangi dine inanıyorsan inan, dünya yüzünde gördüğüm bütün dinler maddiyata bu kadar değer vermeyeceksin der. Yoksa sapıtırsın. Biz inanılmaz bir makinaya dönüşmüşüz; durmadan satın al, durmadan satın al, her gün hep bir şeyleri tüketmek... Bunun içinde de tabii ki duygularımızı kaybediyoruz. Çocuklar zarar görüyor. Irak savaşı sırasında döşenen mayınlarla ilgili Bahman Ghobadi “Kaplumbağalar da Uçar’ı” bundan 15 yıl önce yapmıştı. İzlediğimde ağlamaktan gebermiştim. Aynı şey bugün hala devam ediyor. Demek ki 15 yılda hiçbir şey değişmemiş.

Yazı hayatından da söz etmek isterim. Yıllarca yazan birisin. Romanın ve hikâye kitabın var. Ve devam da ediyorsun. Kitapların dünyasında nasıl girdin?

Kütüphaneyi, kitapları seven bir çocuktum. Öyle bir evde büyüdüm. Okumaya, yazmaya hep özendirildim. Saçmalama hakkım vardı, saçmaladım da. O yüzden de belli bir özgüvene sahip oldum. Masal da okudum, masal da dinledim. En önemlisi de sevgi gördüm.

Sanıyorum asıl sorunumuz sevgisiz oluşumuz değil mi? Kötülüğün ana kaynağı sevgisizlik diyebilir miyiz?

Neyi okursan oku, istersen atom fiziği, kuantum vs… Eğer sevgisizsen kardeşim hiçbir şeyin yok demektir. Bence öyle. Her yaptığım işe bakıyorum, her işin içinde bir ışık var. Her şeyde sevgi… Kötü yaptığım her şeyde de bir sevgisizlik var.

Fasulye deneyinin sadece fasulyeyi pamuğun altına koyup sulamak olmadığını 42 yaşında anladım. Şimdi çocuklar onu bilgisayarlarda yapıyorlar. Bu gerçekten bir felaket! Onların fasulye deneyine ihtiyaçları var. Meğer orada biz ne acayip şey öğreniyormuşuz. Pamuğun altına koyduğun şey, onu önemsemek, sevmek, bir şeyin doğumuna şahit olmak; işte tüm bunlar her yere götürüyor insanı. Kore bütün eğitim sistemini değiştirdi. Norveç eğitimi başka hale getirmeye çalışıyor. Sevgiye, hayvan sevgisine, bitkiye, doğaya dönüyor. Başka türlü olmaz ki. Böyle gidersek dünyanın sonunu getireceğiz, hiç düşündüğümüz kadar da uzak olmayacak.

'KENDİMİ DENİZE KAPATIYORUM'

Peki, yazdıkların, sahneye taşıdıkların bir yanıyla yoksulluğu da ele alıyor; ne düşünürsün?

Yoksunluk diyorum ben ona. İnsanların çaresizlik hissini kaldıracak olan bir sosyal yapı lazım. Yoksun olmadığını, birbirine değer veren insanların yan yana gelmesi, çember oluşturması, o çemberde yan yana durabilmeleri vs. Onların hepsini yapacak olan şey sosyal devlet. Ortada sosyal devlet olursa o zaman tamam…

Mümkün mü?

Mümkün tabii. Mümkün olan insan grupları var, görüyoruz. Mantıklı yaşayan, aklıselim yaşayan ülkeler var. Sadece Avrupa’da değiller, her yerde varlar. Latin Amerika ülkesinde polis, asker, sınır olmayan ülkeler var. Bilmiyorum nasıl olur ama bizim de buraya doğru evrilmemiz lazım.

Peki, son olarak, bütün bu dertlerden, travmatik hikâyelerden kendini nasıl koruyorsun?

Nihat Sırdar, oyundan çıkıp “Arkadaşlarla müdahale edeceğiz sana; cuma Kafa Radyo’da kendi kendine konuşan bir adamı oynuyorsun, burada oğlunu kaybetmiş bir babayı, bir yerde şiddetle ilgili dizi… Yazdıkların var, sen çok yaşamazsın” dedi… Evet, tedavi ettiğin şey ailen, arkadaşlarınla sohbet, yazmak, sevgi çemberi oluşturmak… Oralardan tedavi ediyorsun kendini… Birbirine iyi gelen arkadaşlarım var.

Kaçtığın oldu mu?

Refleks olarak kaçmak değil de kapandığım oldu. Sunay Akın’la da konuştuğum da söylemiştim; testi içinde ne varsa onu dışarı sızdırır. Bir şekilde yüzleşiyorsun. Ben denize kapatıyorum kendimi mümkün olduğunca. Arı ve petek ilişkisini, denizle rüzgâr ilişkisini, suyun üzerindeki renkleri gördüğünde tedavi oluyorsun.