Semt Belleği... Bir Modalı levanten: Mösyö Mario Vanocore

1940’da Moda’da doğan Mario Vanocore, bir zamanların levanten Moda semtinin son üyelerinden. Mösyö Vanocore ile Moda özelinde '6/7 Eylül Olayları' ve gayrimüslim nüfus hakkında da konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

Berken Döner

DUVAR - Öğleden sonranın tatlı sarı ışığında Moda Caddesi’nde, telaşlı adımlarla yürüyen, şık giyimli bir beyefendi görürsünüz. Beyefendinin bu telaşının nedeni torunlarının okul çıkışına yetişebilmektir. Ne zaman ki zeytin gözlü torunlarına kavuşur, o zaman adımları yatışır. Çay bahçelerine, Saint Joseph Lisesi’ne, Bahariye Caddesi turlarına çıkarken böyle telaşlı değildir. Öyle ya, üzerinde yarım asırdan fazladır aynı dostlarla, aynı mekanlarda buluşmanın verdiği dinginlik vardır. Mario Vanocore’den söz ediyorum. Modalılar’ın deyimiyle Mösyö Mario’dan.

LEVANTEN MODA

1940’da Moda’da doğan Mario Vanocore, bir zamanların levanten Moda semtinin son üyelerinden. 1900’lü yılların başında, büyükbabası Antonio Vanocore ailesiyle birlikte Napoli’den İstanbul’a göç etmiş. O yıllarda Kadıköy’ün en aristokrat semti olmakla ünlü Moda, semte yerleşen levanten ailelerin Batılı hayat tarzıyla biçimlenmiş. Vanocore Ailesi de İstanbul’a gelir gelmez, hiç tereddüt etmeden Moda’ya yerleşmiş. Büyükbabasından dinlediği o yılları şöyle anımsıyor Mösyö Mario, “İstanbul’un en varlıklı ve nüfuzlu levanten aileleri Moda’da yaşardı; İngiliz Whittall Ailesi bunların başında gelirdi. Vitol Çıkmazı Sokak (günümüzde Belkıs Dilligil Sokak) bu aileden kalma bir isimdir. Küçük Moda’da geniş arazilerin sahibi Lorando Ailesi, sonrasında La Fontain, Tubini, Frankenstein ve Frederiçi aileleri de ünlüdür. Bu ailelerin Mühürdar, Moda Burnu, Küçük Moda’da geniş arazileri, görkemli köşkleri vardı. Son derece kültürlü ve varlıklı Modalı Levantenlerin semte hakimiyeti Cumhuriyetin ilk dönemine kadar sürdü. Onun dışında bizim gibi orta halli levanten aileler de vardı. Vanocere, Corinthio, matbaacı Zelich ailesi, , Kuntze, Perpinyani, Novotni, Raad, Mikonio ailesi ortahalli levanten ailelerdendi. Bizler az önce sözünü ettiğim o büyük ailelerin yanında çalışırdık. Büyükbabam Antonio Vanocore, Whittall Ailesi’nin kotrasında kaptandı. Hayatını kaptanlıkla kazanırdı.” Vanocore Ailesi, o yıllarda Muratbey Sokak’ta Bakkal Ali Bey’in evinde oturuyormuş. 1945 yılında, çok tanıdık bir sebeple, “Almanya’dan oğlum geliyor. Bundan sonra bu evde oğlum oturacak.” denilerek apar topar evden çıkarılmış. Evsiz kalan aileye, yardım elini Notre Dame de L’Assomption Kilisesi uzatmış. Geçim sıkıntısının üstüne yersiz yurtsuzluk da eklenince, iyice perişan olan aile, kilisenin teklifini kabul etmiş. “Babam 1930’lu yıllarda Saint Joseph’te marangozluk yapıyordu. O yıllarda kaçak olarak çalışıyordu. Bir levantenin Türkiye’de çalışması yasaktı. Evden de çıkarılınca mecbur kaldık, Notre Dame de L’Assomption Kilisesi’nin başrahibi ile görüştük. Katolik bir ailenin sokakta kalmasına müsaade etmeyeceklerini düşündük. Yanılmamışız! Ağabey Sokak’ta kiliseye ait iki katlı bir bina vardı, ‘orada oturabilirsiniz’ dediler. Tek şartları vardı; babam kilisenin zangocu olacaktı. Böylece babam 1945 yılında kilisede çalışmaya başladı. Bu zor günleri atlatabilmek için ailecek babama yardım ettik. 1950 senesinde Adnan Menderes iktidara gelince bir kanun çıkardı. Türk vatandaşı olmayanlar Türkiye’de çalışabilir ama vergi ödemek şartıyla! Babam Bastiyano Vanocore bu kanunla çok rahatladı. Vergisini ödeyerek marangozluk mesleğine de devam etti. 1984 senesine kadar Saint Joseph Lisesi’nin marangozluğunu yaptı.”

Mario Vanocore ve Berken Döner

MODA'NIN GAYRİMÜSLİM EVLATLARI

50’li yılları geçim sıkıntısı ve zor hayat şartlarıyla anımsayan Mösyö Mario, tek şanslarının yaşadıkları semt olduğunu söylüyor. O yılların Moda’sının tenhalığını, denizinin berraklığını, bahar bahçelerini, zarif köşklerini, en çok da insanlarını özlemle anıyor: “Moda çok güzeldi. Arabalar azdı. Çocukların oynayabileceği geniş araziler vardı. Kilisemizin bahçesinde çok güzel oyunlar oynardık. Rum, Ermeni, Yahudi arkadaşlarımız çok fazlaydı. En çok Rum vardı; 400 bin kadar. Sonra Ermeni, sonra Yahudi… Şair Nef’i Sokak’ta ağırlıklı olarak Ermeniler otururdu, Neşe Sokak’ta Rumlar. Altı Yol, Rıhtım tarafındaki kumaşçılar ekseriyetle Yahudi’ydi. Modalı Rumlar çok varlıklıydı. Gezmeyi, eğlenceyi, yeme içmeyi çok severlerdi. Esnaf genellikle Rum’du zaten. Bunlar arasında Pastacı Stasuli Avgerinos, Meyhaneci Gramatikos, Mezeci Stavro Daikopulos, Bakkal Foti, Berber Lefter Prento, Terzi Evripidis Trifonidis, Kunduracı Stelyo ve Yani Prento, Kahveci Panayot, Bakkal Panayot Loçuno, Meyhaneci Perikli, Kadın Berberi Niko, Ütücü Sotiri, Kasap Yorgo Ghohas, Meyhaneci Vlahos ve Fırıncı Yorgo Paçuras ilk aklıma gelenler. Bunların hemen hepsi Moda Caddesi’ndeydi. Fırıncı Yorgo’ya Paskalya zamanı patates ve kuzu budu gönderilirdi. Çünkü evlerde fırın yoktu. Moda’nın doktorları genellikle gayrimüslimdi. Dahiliye doktoru Diamantopoulos, Dr. Manuel Askaridis’i unutmamak gerekir. Aldo Meyi levanten bir doktordu, Dr. Jirayr Kaynar Ermeni’ydi. Doktor Jirayr’ı geçen sene kaybettik. Fakir hastalarından para almazdı. Melek gibi bir insandı. Doktor Jirayr’ın babası da Kadıköy’de çok ünlüydü; Agop Kaynar. Vecihi Hürkuş’un ilk uçağını yapan Agop Usta’ydı. Bu isimlerin dışında başka esnaf da vardı. Yahudiler genellikle kumaş ticaretiyle uğraşırdı. Fabrika sahipleriydi, patronlardı. İsimlerini çok hatırlamıyorum. Manifaturacı Dikran Balyan, Sobacı Vartan, Manav Artin, Tesisatçı Antranik Taşçıyan da unutulmaz esnaflardan. Bu renkli ortam 70’li yıllara kadar kör topal sürdü. En büyük darbeyi 6/7 Eylül’de aldı.”

6/7 EYLÜL OLAYLARI'NDA MODA

“6/7 Eylül Olayları”ndan Moda da ağır darbe alır. “Odeon Mağazası (İskele Meydanı’nda) yerle bir edilmişti. Beyaz eşyaların hepsi paramparçaydı. Kadıköy Çarşı’da yürünmüyordu. Pirinçler, fasulyeler sokağa saçılmıştı. Moda Caddesi’nde Pastacı Stasuli’nin dükkanı tanınmayacak haldeydi, camları kırılmış, talan edilmişti. Meyhaneci Perikli’nin dükkanında da ne varsa paramparça edilmişti. Sağlam tabak-çanak bırakmamışlardı. Manav Dimitro’nun bütün sebze meyvesi ezilmiş, caddeye saçılmıştı. İngiliz Kooperatifi yağmalanmıştı. Esnafın zararı çok büyüktü. Tek sevindiğimiz şey, evlere girmediler. Diğer semtlerde bunu da yaptılar. Bu olaylardan en büyük darbeyi Rumlar aldı. Hemen gitmediler ama süreç içinde Türkiye’yi bırakıp gitmek zorunda kaldılar. Tuhafiyeci Yorgo ilk gidenlerdendi. Peşinden Altıyol’daki Terzi Victor gitti. Hiç istemeyerek gitti bu insanlar. Mecbur bırakıldılar. Sonrasında Moda’nın dokusu çok değişti.”

Mösyö Mario ve Madam Hrisula, oğullarının doğum gününde.

MODA KÜLTÜR CEMİYETİ'NDE BAŞLAYAN AŞK

70’li yıllara gelindiğinde, Mösyö Vanocore de, kendi deyimiyle bu “renkli ortam”da yerini almış. Altıyol’daki Bursa Pazarı kumaşçısında çalışmaya başlamış. On yıl çalıştıktan sonra, 1982 yılında hayatında yeni bir sayfa açılmış. “Benim bu işle hiçbir ilgim yoktu. Nasıl oldu da tezgahtarken böyle bir göreve getirildim. Hala inanamıyorum” dediği yepyeni bir mesleği olmuş; Fransız Huzurevi’nde müdürlük! İki yıl boyunca, Fransızca’yı ana dili gibi bildiği için huzurevinin müdürlüğünü yapmış. 1984 yılında, yine Fransızca bildiği için Saint Joseph Lisesi’nin idare amiri olmuş. Mösyö Mario, kendisini bu göreve getiren okul müdürü Frere Capora’yı minnetle anmaya devam ediyor. “Geçim sıkıntısını biraz olsun atlattıktan sonra, Moda’nın tadını çıkarmaya başladım” diye anlatıyor. “Moda’nın orta halli ekalliyeti, Moda Kültür Cemiyeti’nde eğlenirdi. Rumlara ait bir yerdir ama bizler de giderdik. Şarkılı, danslı çaylar yapılırdı, plak dinlenirdi. Eşim Hrisula ile orada tanıştık. Birbirimize aşıktık ama benim evlenmeye cesaretim yoktu. Maddi gücüme güvenmiyordum. Buna rağmen Hrisula, ‘olsun, sen gel, yine de iste beni’ diye yüreklendirdi. Biz bir akşam Hrisula’nın ailesiyle tanışmaya gittik. Hrisula’nın ailesi Kayseri İncesu’dan, Karamanlı Rum. Evlerine gittiğimizde kapıyı babası açtı. O an yaşadığım heyecanı hala unutamam. Kayınpederim çok görkemli bir adamdı. Epey çekinmiştim. Babam da benim gibi çok çekingendir. Neyse ki annem çok dışa dönük, insan ilişkileri çok iyi bir insandı. Onun sayesinde her şey tatlılıkla neticelendi. Çünkü annem Filomena, Tinos Adası’ndan olduğu için Rumca konuşurdu. Rum kültürüne de çok yakındı. Evlilik kararımızı onayladılar. Üstelik Katolik Kilisesi’nde (Notre Dame de L’Assomption Kilisesi) evlenme şartımız vardı ki çocuklarımız Katolik olsun. Tam da istediğimiz gibi oldu. Buna karşılık, onların da gönülleri olsun diye Kadıköy Aya Triada Kilisesi’nde de küçük bir törenimiz oldu. Evlendikten sonra Yeldeğirmeni’nde, Uzun Hafız Sokak’ta oturduk. Yeldeğirmeni o zamanlar böyle şık değildi. Bizim sokakta Rumlar çoktu. Yeldeğirmeni Yahudi semti olarak bilinirdi ama 60’lı yıllarda çok fazla Yahudi kalmamıştı. Yeldeğirmeni’nde oturan Rumlar Aya Yorgi Kilisesi’ne ibadete giderdi. Nüfus olarak kalabalıktılar fakat esnafın çoğunluğu Türk’tü. 90’lı yıların başında Moda’ya, mahallemize geri döndük. Çocuğumuz Saint Joseph’te okudu.”

KADIKÖY SPOR KULÜBÜ

Yeldeğirmeni-Moda arası mesafe oldukça az olmasına rağmen, Mösyö Mario, yeniden Modalı olmaktan dolayı oldukça mutlu olmuş. Alıştığı, tanıdığı, bildiği ortama kavuşmanın sevincini yaşamış. Moda Kültür Cemiyeti eğlencelerinin yanı sıra, Kadıköy Spor Kulübü etkinliklerini de büyük bir keyifle anlatıyor; “Notre Dame de L’Assomption Kilisesi’nin bahçesindeydi Kadıköy Spor Kulübü. Başrahibe Pêrê Lauzentien’in izni ile kilisenin bahçesinde, Saint Joseph mezunları tarafından kurulmuştu. Basketbol, boks maçları olurdu. Gazeteci Gökşin Sipahioğlu, Kadıköy Spor’un kaptanıydı. Can Bartu, Yalçın Granit, Tanju, Nedim, Haşim Tezol… Bunların hepsi Kadıköy Spor çıkışlıdır. Boks maçları da yapılırdı. Garbis Zakaryan-Vedat Karakurum maçı asla unutulmaz. Tayyar Kalça maçlarını da unutamam.”

O GÜNLERDEN BUGÜNLERE...

“Her şeye rağmen çok mutlu bir ömrüm oldu” diyor Mösyö Mario. Elli senelik arkadaşı Mösyö Ugo ile hemen her gün buluşup, gençlik günlerinden konuşuyorlar. Bir zamanların fırtına delikanlıları Mario ve Ugo ikilisine sahilde, Bahariye’de rastlayabilirsiniz. Her gün buluşup, ne konuştuklarını soruyorum. “Gençliğimizi tabii! Yaşlılar eskiyi hatırlar” diye yanıtlıyor. Bir de laf aramızda, “zamane” gençlerini çok yadırgıyorlarmış. “Yerde oturulur mu hiç? Bira içerek yürüyorlar. Olacak iş mi? Genç kızlara ne demeli! Ne narinlik var, ne naziklik. Erkekten daha kaba olmuşlar. Eşim Hrisula, saçını taratmadan sokağa çıkmazdı. Bizim zamanımızda kadınlar hep özenli, bakımlıydı. Elbiselerini kendileri dikerlerdi. Günümüzde yırtık kotla geziyor kızlar” diye yakınıyor. Şimdilerde en çok Moda’nın kalabalığından, gürültüsünden şikayetçi. “Yine de Moda’dan vazgeçmem” diyor. “Moda’da her şey ayağının altında. Doktor, eczane, pastane, sinema, tiyatro. Buradan hiç çıkmadan yaşayabilirim. Türkiye’nin gözbebeği Moda. Kıymetini bilmeliyiz” diye anlatıyor.

Moda Caddesi’nin görkemli geçmişinin tanığı, kibar, esprili, iyi yürekli beyefendisi Mösyö Mario’ya, evlatlarıyla birlikte daha nice güzel günler diliyorum.