Tarık Tolunay, İstanbul'u nokta nokta resmediyor

Tarık Tolunay, 2010 yılında "Fractal İstanbul” adlı projesi ile İstanbul’u çizmeye başladı. Son iki yıldır üzerinde çalıştığı Haydarpaşa Garı çizimini ise bir kaç gün önce bitirdi. Tolunay çizim sürecini, “Politik bir duruş sergileme gibi bir kaygım yoktu ama ne yazık ki kente yapılan saldırılar nedeniyle, apolitik bir hobi olarak başladığım haritacılık maceram politize oldu. Çizdiğim lokasyonlar üzerinde korkunç politik oyunlar dönüyor” diyerek anlatıyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Tarık Tolunay son dönem özellikle mahkeme salonlarında duyduğumuz bir isim. Gezi’den Cumhuriyet Davası’na pek çok duruşmayı resmediyor.

Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik ve Resim bölümlerinde okuyan Tolunay, 1989 senesinde Gırgır’da başladığı karikatür ve çizgi roman serüvenini mizah dergilerinde ve gazetelerde sürdürdü. 2003 yılından itibaren reklam sektörüne yönelik storyboardlar, illustrasyonlar ve animasyonlar üretiyor.

Tolunay, 2010 yılında 'Fractal İstanbul' adlı projesi ile İstanbul’u çizmeye başladı. Son iki yıldır üzerinde çalıştığı Haydarpaşa Garı çizimini ise bir kaç gün önce bitirdi. 21 Aralık’ta, Barış Manço Kültür Merkezi’nde, 'İllustratörler Karma Sergisinde' gerçek ölçülerinde gösterilecek resimli haritayı makineden çıktığı anlarda ilk görenlerdenim. İş arasında Tarık Tolunay’la illüstrasyon çalışmasını konuştuk.

Ne zaman başladınız bu haritanın çizimine?

2010’da tarihi yarımada ve İstanbul haritasını yapma fikri oluştu. 2017’de ilk 'Fractal İstanbul' çalışmasını yayımladım. ( https://www.fractalistanbul.com ) İlgi görünce, devam etme enerjisini kendimde buldum. İnzivaya çekilip, İstanbul’un kimi lokasyonlarını parçalara bölerek yapma planına giriştim. Son iki aydır ise neredeyse uykusuz çalışıyordum ve bitti.

İlk olarak Haydarpaşa’yı çizdiniz. Niçin?

Çünkü… Haydarpaşa bir yangın atlattı. Yangının nedenini bilmiyoruz tabi ki ama yorum da yapmıyoruz. Bunun dışında Haydarpaşa uzun süredir beri bir restorasyon süreci geçiriyor. 1960’lardan beri hem sinema perdesinde hem günlük hayatımızda olan bir yapının 'restorasyon' adı altında bu kadar uzun süre şehrin dışında unutturulmaya çalışılması çok canımı yaktı. Bir de üstüne üstük son dönemde hotel mi olacak, AVM mi olacak tartışmaları beni endişelendirdi. Tüm bunlar Haydarpaşa’ya yoğunlaşmama neden oldu.

‘YAPTIĞIM İŞ AYNI ZAMANDA KAYIT ALMA’

Bunca emeğe “Nasıl çalıştınız? Nasıl çizdiniz?” sorusu kısacık bir soru gibi duracak ama nasıl?

Arkasında dokümantasyon çalışması var. Yani şöyle söyleyeyim. Orada yaptığım her binanın mimari geçmişini araştırıyorum öncelikle. Haydarpaşa’yı hangi mimar yapmış? Hangi dönem, hangi üslupla yapılmış? Bunları bilmek zorundayım. Çünkü yaptığım iş bir illüstrasyon olduğu kadar kayıt alma anlamına da geliyor ve ben bu kaydı doğru tutmalıyım. Mesela bir vapur çizeceksem bütün dökümanlara ulaşıyorum. Kitaplarını alıyorum, internetten araştırıyorum. Örneğin, vapurda çalışmış bir çok insanla diyalog kurdum.

Niye? Neler öğrenmek için?

Mesela kara trenleri kullanan makinistler, makinelerine aşıktır. Emekli olduklarında hüngür hüngür ağlarlar. Çünkü o aletin her yanını bilir. Çarkları çevirir, kömür atar falan filan. Vapurlarda çalışanlar da aynı şekilde. İstanbul’dan geçen yüzün üzerinde vapur var. Aralarında hafızalara kazınmış bazı ikon vapurlar var. Vapurda çalışmış tanıştığım insanlara sordum. “İlk üçünü bana seçer misiniz?” diye… 1. Kalender çıktı. 2. Fenerbahçe. 3. Paşabahçe. Panoramaya bu üç vapuru çizdim. İnsanlar, kitaplar ve kendi kişisel gözlemlerim beslendiğim kaynaklar. Hepsi birleşince ortaya herkesin İstanbul’u çıkıyor. Bu sabah biri tweet atmış. “Uzun süre kendimi aradım” diyor. En sonunda kendisini güvertede bulduğunu yazmış.

Çizme aşamasında çizdiğiniz yerlere sıklıkla gidiyor musunuz?

Gidiyorum tabi ama çağımızda artık buna çok gerek yok. İnternette yeterince kaynak var. Hava fotoğrafları var. Orada ne varsa bütün bilgilere ulaşabiliyorsunuz.

Peki, görme alışkanlığınız nasıl?

Muhtemelen sizin görmediğiniz bir çok ayrıntıyı görüyorum. Siz mesela göz seviyesinde tararsınız. Yere ve gökyüzüne pek bakmazsınız. Ben nerde bir çıkıntı, nerde bir işleme nerde bir taş hepsini görmeye çalışıyorum. Bu benim üstün bir yeteneğim değil. Bilinçli bir şekilde kendimi eğitmemle alakalı.

‘İSTANBUL’UN YÜZ YILLARCA KAYDI YOK’

Matrakçı Nasuh’dan bu yana ne değişti? Nasıl çizilirdi? Artık nasıl çiziliyor?

Çizim dijital ortamda yapılıyor fakat sonuçta ben bir çizerim. Bilgisayarcı değilim. 30 seneden beri kağıda çizim yapan biriyim. Sadece alet değişiyor. Kalem yerine bilgisayar kullanıyoruz. Mesela insanlar bana diyor ki, “Abi hangi programda yaptın?” Kardeşim ben program kullanmıyorum. Ben hayal gücünü kullanıyorum. Yaşar Kemal’e, “Abi hangi kalemle yazıyorsun?” diye sorulabilir miydi?

Geçmişten bu yana ne değişti sorunuza gelince… Evde bir kitabım var. Eski bir kitap. Kitabın baskısı 1548. İtalya’da bir yayınevi, 1522’de “City Of The World” (Dünya Kentleri) diye bir kitabı yayınlamaya karar veriyor. 1522’de tasarlanan kitap 1548’de yayınlanıyor. Avrupa’da seyyah gravürcüler geleneği var. Çünkü Osmanlı merak ediliyor. Düşünün, o zaman fotoğraf makinesi yok. 250 dünya kentine seyyahlar yollanıyor. Birisi İstanbul’a gidiyor. Diğeri Kudüs’e. Bazıları okyanuslar aşıyor. Bu seyyahlardan kimisi atla, kimisi yürüyerek kimisi gemiyle gidiyor. Ölebilir, geri dönmeyebilir ya da yıllar sonra dönebilir. Sokaklar geziliyor, adım hesabı yaparak şehir haritaları çiziyorlar. Kuleler, minareler… O zaman için İstanbul’u bir Avrupalı’nın gözünde düşünebiliyor musunuz? İşin garip tarafı, Avrupa’dan gelen gravürcüler İstanbul’u belgelerken üzerinde yaşayan biz bir kere bile kaydetmiyoruz İstanbul’u. Yüz yıllarca kaydı yok.

Tolunay: Orada yaptığım her binanın mimari geçmişini araştırıyorum öncelikle

‘HAYDARPAŞA İÇİN YOK HOTELDİ, YOK AVM’YDİ DÜŞÜNÜLMESİN’

İlk ne zaman çizilmeye başlanıyor?

İlk gravür çizim zannediyorum 1200’lü yıllarda. İstanbul’un ilk görsel kaydı Hermann Schedel’in tahta baskısı. Sonrasında nerdeyse 300 yıl sonra, Kanuni döneminde Matrakçı Nasuh minyatür haritalar yapıyor. Onun eserleri sayesinde biz o dönemi hayal edebiliyoruz. Başka görsel kayıt yok. O yüzden Matrakçı Nasuh’u haritama yerleştirdim. Bugünden ona selam yolladım. Aynı zamanda ustalarım Turan Selçuk ve Oğuz Aral’a da selam yolladım. Onlar da haritam da var.

Haydarpaşa, masalsı bir şekilde çizilmiş. Aslında şu andaki gibi değil…

Evet. Dediğiniz gibi aslında şu andaki Haydarpaşa’nın görüntüsü bizim burada yarattığımız rüya görüntüden biraz uzak.

Hayal edilen Haydarpaşa mı?

Aslında İstanbul’a bir güzelleme var. Olması hayal edilen bir İstanbul var. Toplumun hafızasında yer etmiş bir yapı ve o kadar inanılmaz bir lokasyonda duruyor ki… Karşısında tarihi yarımada var. Önünden vapurla geçebiliyorsunuz. İskelesine yanaşabiliyorsunuz. Oradan trene binebiliyorsunuz. Yaşamın, kentin bir parçası. Bu parça İstanbul’dan koparılmak isteniyor. Bu çok acı verici bir şey. Bir an önce Haydarpaşa’nın geri dönmesi gerekiyor. Yok oteldi, yok AVM’ydi… Bunlarla gelmesinler. Bu sembol yapılar toplumun hafızasında derin izler taşıyor. Buralara yapılacak müdahaleler toplumda beklenmeyen reaksiyonlara sebep olabilir.

‘BELEDİYECİLİK KALDIRIM TAŞI DÖŞEMEK DEĞİLDİR’

Çiziminizi sosyal medya hesabınızdan yayınladıktan sonra bir destek geldi mi?

Bu ülke kültürle uğraşan insanlar için çorak bir ülke. Biz sürekli acı çekiyoruz. Bir şeyler yapıyoruz ama bunun karşılığını alamıyoruz. Bundan şikayet etmek bir yana ben bunu kabullenmiş biri olarak yoluma devam etmeyi tercih ediyorum. Kişiler, kurumlar beni desteklememiş umurumda değil. Sonuç olarak evimin duvarına bile assam, kimse dönüp bakmasa bile bu haritaları yapmak zorunda hissediyorum kendimi. Henüz o anlamda bir görüşmemiz olmadı. Türkiye’de projeler havada uçuşuyor. Bir mühendislik tapınıcılığı var. Hayır, kardeşim! Kentleri mühendisler yönetmez. Mühendisler inşa eder. Tasarımcılar, sanatçılar yönetmeli kentleri. Belediyecilik dediğimiz şey kaldırım taşı döşemek değildir. Hatta ve hatta metro yapmak değildir. Şehrin kültürünü inşa etmektir. Belediyecilik aslında bir kültür faaliyetidir. Fütürist vapur yapıyorlar. Kardeşim, bu coğrafyanın vapuru zaten var. İçinde çay içebildiğimiz, gezebildiğimiz vapurlar… Sen niye konserve kutusu gibi vapur yapıyorsun.

‘APOLİTİK BİR HOBİ OLARAK BAŞLADIĞIM HARİTACILIK POLİTİZE OLDU’

O da bir tasarım aslında. Fakat niye o tasarım tercih ediliyor?

İhaleye gidiliyor. En ucuz vapur bulunuyor. “Aaa çok güzelmiş” deniliyor, “Tıpkı Ferrari gibi.” Çünkü onun görsel algısı o düzeyde. Sen İstanbul’u yönetiyor olabilirsin ama görsel algın bir yerde tıkanır. O noktada sanatçılardan destek almak zorundasın. Yeni belediyeden bu anlamda umutlu olmak istiyoruz ama bunu zaman gösterecek.

Haritada, başka görülmesini istediğiniz detaylar var mı?

İnsanlar kendileri keşfetsin ve hatta yorumlasın.

Kendi hayatınızdan birileri var mı orda? Siz var mısınız örneğin?

Yok. Kendimi çizmedim. Ne gerek var. Alfred Hitchcock muyum ben? Çizgimle zaten varım.

Son olarak… Gezi davası, Cumhuriyet Davası, Nuriye- Semih davalarını da çizdiğinizi biliyoruz. Bu nasıl oldu?

Evet… O çizimler benim çizer olarak toplumsal bir sorumluluğum, borcum. Başlangıçta kent haritaları yapmak üzerine yola çıktım. Politik bir duruş sergileme gibi bir kaygım yoktu ama ne yazık ki kente yapılan saldırılar nedeniyle, benim apolitik bir hobi olarak başladığım haritacılık maceram politize oldu. Çizdiğim lokasyonlar üzerinde korkunç politik oyunlar dönüyor.

Sohbetten sonra Tarık bey haritadaki kimi detaylardan bahsetti. Tekrar çizimin başına gittik. Göz hizasında yaklaşarak bakmanın tadı başka.