İskender Savaşır ve müzik

İskender Savaşır’ın ölümünün üzerinden bir yıldan fazla zaman geçti. Doğum günü olan 1 Kasım'da İştar Gözaydın, İskender Savaşır'ı anlattı.

Google Haberlere Abone ol

Batuhan Saç

Ölümünün ardından İskender Hoca hakkında yazmaya çalıştığım ilk metinde, kendisinin tanımlanamazlığını gene onun sözleriyle anlatmaya çalışmış, onun hakkında “ağyârını mani, efradını câmi” bir tanım yapmanın olanaksızlığını dile getirmiştim. Ancak, bu olanaksızlık, havlu atmayı ifade etmiyordu; tam tersi bir heyecanı anlatma girişimiydi. Sanıyorum ki, hazırladığımız bu söyleşi de heyecanımızın bir parçası.

“İskender Savaşır ve müzik” dediğimde, kendimi soru soramayacak kadar eksik hissediyordum. Mesela “ve” diyecek miydik? İskender Savaşır “ve” müzik, ayrı şeyler mi? Dolayısıyla kimi zaman “veya” diyebileceğimizi dahi düşünüyordum. Yani bu söyleşinin adı “İskender Savaşır veya müzik” olarak da okunabilir.

Açıkçası, muamma olan bu ilişkiyi en çok İştar Gözaydın’ın sesiyle hatırlıyorum. Ne zaman konusu açılsa şöyle diyordu: “Ama İskender’in müzikle ilişkisi bambaşka”. Ve etkileyici olan, bu sözleri İştar Gözaydın’dan defalarca duymama rağmen, İskender Hoca’nın müzikle ilişkisini bir kere bile tanımlamamıştı. Tam da bu sebeple, kendisinin bu sesi, bana her zaman bir nezaketi ve hassasiyeti anlatıyordu. Dolayısıyla İştar Gözaydın’dan İskender Savaşır’ın müzikle ilişkisine dair “cerrahi bir hassasiyetle” aktardığı hikayeleri okuyacaksınız. Elbette Oğuz Gürerk’in İskender Hoca’yla yaptığı diyalogları paylaşmasının heyecan vericiliğiyle.

İskender Savaşır’ın müzikle ilişkisi nasıl başladı ya da nasıl oluştu?

İştar Gözaydın: Birincisi, İskender müziğin merkezde olduğu bir aileye doğuyor. Annesi kemancı, teyzesi viyolacı, dede konservatuvarın kurucularından. Dolayısıyla zaten klasik müziğin merkezde olduğu bir evde doğuyor. Çok küçük yaşta da babası ile annesi ayrılıyor; annenin yeniden evlendiği ve İskender’in de baba dediği kişi İlhan Özsoy. İlhan Özsoy da Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin baş kemancısı. Aynı zamanda da dedesinin yani Necdet Remzi Atak’ın öğrencisi. Yani İskender müziğin her an olduğu bir çevrede büyüyor. Müzik birçok evde hobi olarak vardır ama burada mesleği müzik olan bir çevre de var.

Bir alanın eğitimini aldığında, o alanla ilgilenen diğer kişilerden öte, o alanın teknisyeni oluyorsun. Gerçi bu dediğimi ben de çok geç öğrendim. İskender’in annesi – Sumer’le sohbet ederken “Biz bu işin tekniğini öğrendik” diye bir şeyin var olduğunu anladım. Bunu aynı zamanda bir hukukçu olarak çok iyi anlıyorum. Eğer hukukta da senin bir özel merakın yoksa, yalnızca işin zanaatını öğrenirsin. Bunu çok da rahat bir şekilde yaparsın, yani büyük resme bakmadan da. Mesela Sumer opera orkestrasındaki çoğu meslektaşının mesleğini icra ederken o operanın ne olduğu hakkında en ufak bir haberleri olmadığını ve yalnızca kendi çalacakları kısmı bildiklerini anlatır. Böyle bir yerde de kısılıp kalınabilir ama belli ki öyle olmamış, İskender müthiş bir müzik çevresinde büyümüş.

“(Verdiğim bir derste) Müzik ne işe yarar ya da yaramıştır? İşlevi nedir?” diye basit olduğunu sandığım bir soru sormuştum. Verilen yanıtlar arasında “av temrini”, “ayin”, “büyü”, “ferahlama” gibi açıklamalar vardı. Bu açıklamaların bence hepsinin doğru bir yanı var. Hatta belki bunlara “ninni” de eklenebilir. Ama ilginç olanı verilmeyen yanıttı: Cilveleşme... (Savaşır, Sesten Şana, 2006)

Tüm bu yaşantılar da onun yaptığı iş – psikoterapistlik için de çerçevesini genişletmiş midir?

İ. Gözaydın: İskender’in yaptığı işi mi? İskender’i bir iş yaparak düşünmemek lazım. İskender hani deyim yerindeyse yürüyen bir beyin. Zaten birçok şeyle, entelektüel veriyle beraber yaşayan bir insandı. Yani müzik de bunun bir parçası, görsel sanatlar da bir parçası, kendi zanaatı olan psikoterapi de bir parçası. Yani onun için, yaptıklarına bir entelektüel boyut katmak olarak düşünmemek lazım. İskender o şeylerle, kavramlarla kavranması imkânsız bir insan, malum senin de bildiğin gibi.

Aslen bir psikoterapistim. Bundan yıllar önce ortak bir psikoterapi eğitimi çatısı kurmaya çalışırken benim bir ısrarım vardı. Bir psikoterapist hiçbir zaman maddi ve manevi geçiminin tamamını psikoterapiden sağlamamalıdır. Mutlaka bunu besleyen yan dallar olmalıdır. Benim çok farklı ilgi alanlarım var ancak asıl beslendiğim alan eğitimler ve tartışmalı seminerler düzenlemek. Öncelikle psikoterapistim, ikincil olarak hocayım (Savaşır, Ruhsal Tarih, Dalgın Sular ve Adapazarı, 2017).

Peki o halde birkaç geri adım atayım. Bahsettiğiniz çevrede onu özellikle etkileyen birisi var mı?

İ. Gözaydın: İtiraf edeyim, bunu bilmiyorum. Biz İskender’le evlendiğimizde oldukça geç bir dönemdi. 16 sene beraber olduk. Ben 43, o 47 yaşındaydı. Dolayısıyla ancak refere edildiği ölçüde biliyorum. Bence hiçbirinden özellikle etkilendiğini söyleyemeyiz. Çünkü müziğin İskender’deki yansıması herkesten öte. Yani onun müziği kavrayışı meslek olarak icra edenlerden bambaşkaydı.

Peki enstrüman çalmayı denemiş miydi?

İ. Gözaydın: Bu konuda iki farklı anlatı var. İskender’e sorarsan, ailede herkes müzikle ilgilendiği için kendisine yeteri kadar ısrarda veyahut yatırımda bulunmadılar. Sumer’e sorarsan da aslında bir keman dersi alıyor ve birkaç deneme oluyor. Ama bunu sürekli bir uğraşa çevirecek ne özen ne de yetenek olduğunu söylüyor. Hangisi doğrudur, bilemem. Yalnız 4 yaşından 14 yaşına kadar piyano çalmış bir insan olarak enstrüman çalmanın korkunç bir emek istediğinden bahsedebilirim. Bu bir hobi değil, tamamen yatırım yapmak istemiyorsan ilerlemek zor. Eminim İskender çok küçük yaştan o kadar şeye merak sardı ki, o adanmışlığı gösteremedi, yalnızca ona teksif edecek bir insan değildi.

Oğuz Gürerk: Ben ikinci anlatının daha olası olduğunu düşünüyorum. Yani “müzisyen olamadı” fikrinin. Müzisyen ailenin müzisyen olamayan çocukları müzisyen olmuyor bizde, sanıyorum. Muhtemelen müzikte “harika çocuk” değildi, o yüzden de zaten “evladım sen bununla uğraşacaksın” diyen bir figür de olmadı.

Dalgın Sular Terapi, Moira – “Eller” Çalışması: https://www.facebook.com/watch/?v=1992198081087765

Kendisini etkileyen bir başka anı da Wagner Festivali sanırım; Bayreuth’taki büyük festival. Bunun hakkında neler biliyoruz?

İ. Gözaydın: Tabii, o büyük bir imkân. Orkestra mensuplarına Bayreuth’ta provalara ve konsere katılma imkânı tanınıyor. Bizimkiler de çocukları alıp gidiyor. Orada İskender’in büyük bir iştahla provaları ve konserleri takip ettiği anlatılır. Bütün performanslara gidip müthiş bir coşkuyla alkışladığı anlatılır. Hatta kız kardeşi Buğda her defasında o alkışlar esnasında insanların İskender’in coşkusuna nasıl tanık olduğunu anlatır. O alkışları da gerçekten içinden geldiği gibi yaptığından eminim.

Sumer de İskender Hoca’nın nota okumayı o konserde öğrendiğinden bahseder bizim sohbetlerimizde.

Evet, doğru. Ama İskender notaları hiçbir zaman tam olarak okumadı. Müzik eğitimi almış biri gibi okuyamazdı yani notaları.

Peki neler dinlerdi?

İ. Gözaydın: Bu en zor soru olabilir. Eğer hemhâlsen, müzik entim bir şeydir. Yani oturup “ne dinleyelim” diye dinlenilmez. Üstelik genellikle de tek başına yapman gereken bir şeydir. Mesela kişisel olarak senelerce konsere gitmeyi sevmedim, bu bir tercih belki; inancını topluluk içinde mi yoksa kendi başına mı icra edeceksin gibi bir tercih. İskender’in bana da dinlettiği çok keyifli müzikler var tabi. O genellikle sabaha kadar kendi müziklerini dinlerdi ve keşiflerde bulunurdu. Dinlediklerini de aynı görsel sanatlardaki merakı gibi değiştirirdi, yani müzik içinde de sürekli bir keşif içindeydi. Hiç tahmin edemeyeceğimiz tercihleri olabilirdi. Dolayısıyla “ne dinlerdi” sorusuna cevap vermek çok zor. Ama bir şey söyleyeceksek, geniş bir spektrumda olduğunu söyleyebiliriz. Benim müzik zevkim “batılı” müziklerle sınırlıdır. Onunki klasik batı müziğinden Türk popuna, Türk sanat müziğinden dünya müziklerine kadar her sese ulaşabilecek bir yelpazesi vardı.

Mesela Sezen Aksu’ya bayılırdı. Nazan Öncel de severdi. Yani müzik züppeliği olmayan biriydi İskender. Her zaman da müzik zevkinin çok ciddi bir kalitesi vardı. Adını şu anda hatırlamadığım Türkiyeli bir müzik grubunu duyduğunda “Ne olur bir daha bunun sesi bile duyulmasın” dediğini söyleyebilirim. Dolayısıyla böyle bir katılığı da vardı. Ama öbür taraftan, pek çok insanın bilerek bilmeyerek burun kıvırdığı şeylere de çok açık bir insandı.

Ama yani dediğim gibi müzik züppeliği olmayan bir insandı İskender. Bir yandan çok ciddi bir kalitesi vardı müzik zevkinin. Mesela şu anda benim çok hoş bulduğum, ciddiye almadığım ama hoş bulduğum Türkiyeli bir müzik grubu dinlettiğimde, “Bir daha ne olur bunun sesi bile duyulmasın” dediğini hatırlıyorum. Öyle bir katılığı da var. Öbür taraftan, pek çok insanın bilerek bilmeyerek burun kıvırabileceği şeylere de çok açık bir insandı.

O. Gürerk: “İskender’in müzikle ilişkisi” dediğimizde bir taraftan da şöyle şeyleri kafasına takmış birinden söz ediyoruz: "Hristiyan olmadan Bach dinlenebilir mi?" Böyle Sokratik soruşturmalar yaptığı da vardır. Bana Fransız Devrimi için kitap öner dediğimde önerdiği üç kitaptan birisi Beethoven’ın biyografisiydi.

İskender Savaşır’ın Pinterest’teki Müzik albümü: https://pin.it/pj3iuoqkruel2t

Radyoculuğa ne zaman başladı? Müzikle olan bağının etkisi de var mıydı?

İ. Gözaydın: Açık Radyo 1995’te kuruldu. İlk başlarda İskender yoktu. Onun programları 2001’de başladı, Tünelin Ucundaki Ses ile. Bu ismi de Tünel Kültür Merkezi’nde yaptığı işlerle bağlantılı olarak koymuştu. Programın bazılarını kendisi, bazılarını da Ayşe Tütüncü ile yapmış. Sonraki programın adı da Karşıdan Sesler. O dönemde de Karşı Sanat galerisinde işler yapıyordu. Bu programı da Aslı Erdoğan’la yapmış.

Diğer yandan, ne zaman ki benim seyahatlerim yoğunlaştı (2004’ten sonra), ne zaman ben başka bir yerlerdeydim, programlarımı İskender yaptı. Hatta radyodaki bizim çocuklar espri yapardı “programlara İskender’in de adını ekleyelim, haksızlık oluyor” diye. Ben cadılık edip koydurtmadım

hiçbir zaman. Ama radyoyu bir şeyleri “müzikle ifade” etmek için kullanıp kullanmadığını soruyorsan buna bir cevabım var. Benim “içeride” olduğum dönemde İskender’in bütün eş-dostlarımızla beraber yaptığı programların da bir duygunun ifadesi olduğunu söyleyebiliriz.

Niye radyo yaptı? dersen, İskender bilgisini aktarmayı çok seven birisi olduğunu söylerim. Yani yaptığı bütün eğitimler de dahil, radyolar da onun çalışmasına imkân veren ve bildiğini paylaşması için platform olan şeylerdi. İskender bir şey anlatmaktan ve özellikle de ders anlatmaktan haz alırdı.

İskender Savaşır’ın Defteri’nde Açık Radyo’yla alakalı metinlere buradan ulaşabilirsiniz: http://defterisk.blogspot.com/search?q=a%C3%A7%C4%B1k+radyo

O. Gürerk: Dolayısıyla o ilk radyo programları da o sırada yaptığı diğer işlerle beraber düşünüldüğünde muhtemelen bir yere oturma imkânı olacaktır. Ha ayrıca nasıl bir halet-i ruhiye içindeyse de yaptıklarının illa bir yere oturması da gerekmiyor, “Ruhun karanlık gecesi” dediği bir zamandan bahsetmişti, onu hatırlayabiliriz.

40 yaşıma vardığımda pilim tükenmiş, içine doğduğum ve gençliğimden beri araçlarıyla çalıştığım hayat tarzının “medeniyet” diye adlandırılabileceğine bile dair inancım kararmış; Batı’nın, kendi kurumlarını onarmasının en önemli iki aracı olarak görülen bilim ve politikanın kavramsal dillerinin, eylem planlarının, kendilerinden bekleneni veremediklerine, veremeyeceklerine ikna olmuştum. “Ruhun karanlık gecesi” diye de tarif edilebilecek bir dönem benim için böyle başladı. “Yapabilen yapar, yapamayan öğretir” diye bir laf vardır. “Değeri nedir?” sorusuna kavramsal bir cevap veremesem de adını koyamadığım bu değeri sorgulayamayacağım bir alana çekildim; başta müzikten başlayarak, sanat tarihi dersleri verdim; radyo programları yapmaya başladım (İskender’in Defteri adlı web sitesi için hazırladığı bir metinden, 2018).

Bu zor bir soru olabilir: Onun yokluğunu hangi parçayla anlatırdınız?

İ. Gözaydın: Amanın! Hakikaten zor bir soru. Şöyle diyebilirim: Mesela İskender kendisinin hayatında önemli olan birisi vefat ettiğinde, Sevda’dan bahsediyorum, onun için muhteşem bir program yapmıştı. Yani hislerini müzikle ifade etmeyi tercih eden bir insandı. Ben de İskender’i kaybettiğimizde hiç düşünmeden, hemen akabindeki Pazar günü İskender için bir program yaptım. Yani kıpırdayacak halim yok diye düşünmeden kendimi ifade edebileceğim şekilde bir program yaptım.

İştar Gözaydın’ın 24.06.2018 tarihinde İskender Savaşır için hazırladığı radyo programı (Açık Radyo): https://drive.google.com/file/d/1WkU5-d_4bdcJH-r_IqsbiopmBVbxqF_q/view?usp=sharing

Programı dinlemiştim. Aynı zamanda İskender Hoca’nın son bir haftası içinde Adapazarı’nda dinlettiği bir şarkıdan da bahsetmiştiniz. Neydi o parça?

İ. Gözaydın: Gitme. Kronos Quartet İskender’in çok beğendiği yorumcular değildi halbuki. Kronos Quartet’i ben çok severim. Kronos’un birlikte çalıştığı, dünya müziği yapan yorumcularla yaptığı bir parçaydı “Gitme”. Adapazarı’nda geçirdiğimiz son 15 – 20 günün içerisindeydik, o istemişti çalmamızı. Ve hani o şartlar altında o kadar etkileyiciydi ki, çalmamak söz konusu olamazdı.

Peki konserlere gider miydi? Ve ek olarak söylemek gerekirse, benim de tanık olduğum bir adetiniz ya da huyunuz vardı. Bir konsere bilet alır, konser saatini bekler ve eve dönerdiniz. Çok şaşırmıştım.

İ. Gözaydın: Evet, öyle bir şımarıklığımız vardı. Diyelim ki bir konsere hem isteyerek hem de severek ciddi paralar vererek almışız biletleri, oraya kadar gidip yemek yiyip ondan sonra koşarak eve döndüğümüz birkaç defa oldu. Londra’da da olmuştu bir defasında, onu gayet iyi hatırlıyorum. Barbican’da bir konsere bilet alıp kalkıp gidip taksiyle eve döndüğümüzü atlıyorum. Hatta eve misafir gelecekti, konsere gidiyoruz diye çıkmıştık diye, bu sebeple de döndüğümüzde odadan çıkmadığımızı hatırlıyorum. Dediğim gibi, bunlar şahsi küçük şımarıklıklar.

Peki doğum günü için, 1 Kasım için hangi parçayı çalardınız?

İ. Gözaydın: Öyle bir şey soruyorsun ki, cevap vermek şu sebepten zor: Müzik bir yandan da o sosyal ortamla paylaşılan bir şey. Özellikle yalnızken klasik müzik tercihim olur ama toplu bir ortamda daha sözlü bir müzik paylaşabileceğimi düşünüyorum. Yine Sezen Aksu’ya başvurulabilir. Yani radyoda da parçayı çalarken birisi dinleyecek diye çalmıyorsun; sen yapıyorsun, kim duyarsa artık…

Benim aklıma gelmeyen, sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?

İ. Gözaydın: Yalnızca müzikle ilgili değil. İskender Türkiye’deki ve dünyadaki çok ciddi entelektüel kapasitesi olan kişilerden bir tanesi. Bu sebeple, onu herhangi bir kalıp içinde değerlendirmeye ve anlatmaya çalışmak çok zor. Ama söylemek gerekir, müzik, İskender’in yaşam damarlarından biriydi. Bu damarlardan biri de görsel sanatlardı. Londra’da seyahat ederken National Gallery’de bir Da Vinci resmi karşısında kalıp ağladığını biliyorum. Yani herhangi bir gözden ve herhangi bir kulaktan bahsetmiyoruz. Ayrıca o vücuttan hiç beklenmeyecek müthiş bir hareket kabiliyetine de sahipti. Müzik kulağıyla mı bağlantılı bilmiyorum ama inanılmaz bir dans kabiliyeti de vardı.

O. Gürerk: İskender müziği hoş vakit geçirmek için de (kimi zaman belki de yalnızca vakit geçirebilmek için) ve müzikte kim bilir ne hikmetler aramak için dinlemiştir. Ama diğer taraftan müzik dinleyemediği zamanların olduğundan da bahsetmişti. Ha o zamanlarda nasıl bir halet-i ruhiye içinde olduğunu bilmiyorum. Çünkü sormamıştım da “niye?” diye, hem ilk sözü geçtiğinde (herhalde 5-6 yıl oluyor) ne anlama gelebileceğini pek anlayamadığımdan hem de kimi zaman kişisel sayılabileceğini hayal ettiğim soruları sormaktan imtina ettiğimden.

İ. Gözaydın: Çok mahrem bir ilişkiden bahsediyoruz.

O. Gürerk: Evet. O kadar ki müziksizliğin kendisi dahi bir şey(ler) söylüyor. Bahsettiğimiz kişi felsefeyi de müzikten hareketle anlamaya çalışmış biri, dünyayla aramızdaki aslî tanışıklığın dahi müziğe benzer bir tarzda oluştuğunu iddia eden biri... Ama yine de İskender'e dair veya onun adına söylediklerimi aynı zamanda bir “hadsizlik” olarak değerlendiriyorum, hadi kendi izlenimlerim desem yine de söz almaktan çekinirdim bir şeyleri atlayacağım, bir şeyler eksik kalacak endişesinden. Bu söylenmişlikler de paylaşılamayacaktı; Batuhan, sağ olsun, hatırlattı.

B. Saç: Son olarak şu soruyu tekrar sorayım: 1 Kasım için, doğum günü için hangi parçayı çalardınız?

İ. Gözaydın: Yeni bir beste yapmayı tercih ederdim ve “Bok mu vardı gidecek?” diye bir parça çalardım.

İskender Savaşır’ın müzik notlarına bloğundaki sayfalardan ulaşabilirsiniz:

I) https://maddi-tarih.blogspot.com/search?q=m%C3%BCzik

II) http://defterisk.blogspot.com/?q=m%C3%BCzik