Olumlamanın diyalektiği: Halil Altındere

Çalışmaları video, heykel, fotoğrafçılık, kurulum, performansın yanı sıra işbirlikçi editoryal ve küratörlük projeleri içeren Halil Altındere 'Neverland' projesiyle 58. Uluslararası Venedik Bienali'ne katıldı. Altındere, projesiyle temsiliyet boyutunu, tek bir açıdan görünür kılmayı amaçlıyor.

Google Haberlere Abone ol

Fatih Tan

11 Mayıs-24 Kasım 2019'da Ralph Rugoff küratörlüğünde, “May You Live in Interesting Times” başlığıyla düzenlenen 58. Uluslararası Venedik Bienaline “Neverland” isimli projesiyle katılan Mardinli çağdaş sanatçı Halil Altındere ‘temsiliyet’ sorunsalını ‘tek boyut’ üzerinden ele alıyor. Altındere, diyalektiğini yine kitabın orta yerine koyuyor. Dizgeyi ve dili tümden manipüle ediyor.

Altındere’nin ‘tek boyutlu temsiliyet’ çıkarsaması, ‘görünen soyut gerçeklik ile görünmeyen somut gerçeklik’ arasındaki diyalektik bir anlamda. Temsiliyet boyutunu, tek bir açıdan görünür kılmayı amaçlayan Altındere, ‘ötekilerin’ görünmeyen somut gerçekliğini çağın sorunsalı olarak ele alıyor.

Halil Altındere

Temsiliyet, iktidarların en büyük sorunsalıdır. İktidarlar kendi temsiliyet alanlarını sağlamak için, ‘dil’ üzerinden hareket ederler. Hâkim olduğu söylemlerle kitleyi etkileyebilmesi ve temsiliyet alanını kendi hâkimiyeti altında tutabilmesi için görünen soyut gerçekliklere ihtiyacı vardır. Soyut gerçeklik söylemi, ‘şimdiki zaman’ın dışında, geçmiş ve gelecek üzerinden inşa edilir. Geçmiş ve gelecek, iktidar nosyonu için büyük bir tahakküm aracıdır. Toplumu idare etmenin en etkili yollarından öncelikli olanı ‘şimdiki zamanı’ soyutlamaktır. Her türlü demokratik hak ve cezai işlemde bu kapsamdadır. İktidarlar için işkence olgusu görünen soyut gerçekliktir. Bu olgunun somut halini kayıt altına almanın hiçbir önemi yoktur. Çünkü bu olgu hep geçmişte yaşanılmıştır. Buradaki geçmiş vurgusu esas olan reel olguyu soyutlamaktır. Adorno, ‘Sahicilik Jargonu’ kitabında şöyle bir saptamada bulunur, “Somut addettikleri şeyin, güvenilmez buldukları ama kavramlardan silinmesi mümkün olmayan soyutlama karşısında bir kez daha yenik düşme tehlikesini sezerler.” (1) Bu bağlamda soyutlanan olgu, bilinç kapsamının dışına çıkar ve kavranması zorlaşır. Dolayısıyla işkence olgusu, bizzat işkenceye maruz kalan kişi tarafından mitolojik bir anlatıya dönüştürülür.

Ötekiler için temsiliyet, soyut bir gerçeklik üzerinden şekillenir. Ötekiler için kurgulanan temsiliyet, söylemde her türlü özgürlükçü, demokratik, hukuki çerçeve içinde çok boyutlu olarak gösterilir. Buna karşılık, iktidar, temsil edilenlere geniş bir bakış yetkisi verir. Bu bağlamda, bakışın çoklu bir boyuttan ötekileri idrak etmesi, ötekilerin haklarının olabileceği kanısından kaynaklı değil, bakışın tahammülünden kaynaklıdır. Azınlıklara, göçmenlere, savaş mağdurlarına eşit ve paydaş şartlarda yaşanabileceğini tahammül üzerinden gösterilmeye çalışılır. Tahammülün kendisi de şimdiki zamana ait bir kavram değildir, geçmiş ve gelecekle ilintilidir. Öteki olana gösterilen bu tahammül soyut söylevin sonucudur. Somut olan ise tahammülsüzlüktür, çünkü ötekilerin görünmeyen diğer boyutlarını bakışın zihinsel olarak tamamlaması beklenilmektedir. Eğer bir yerde ‘öteki’ ye sağlanan bir tahammül varsa, orada somut gerçeklikten bağımsız, dilsel soyut bir gerçeklik de vardır. Bu hususta inanç nosyonu da göz ardı edilemez. İnanç, somut gerçekliğin bir öğesi olmamakla birlikte, soyut gerçekliğin -dil yapısının- temelini de oluşturur.

'İKTİDARIN GÖRÜNMEYEN SOMUT GERÇEKLİĞİ'

Altındere, iktidarın soyut söylevini değil de görünmeyen somut gerçekliği gösteriyor. Bir Kürt olarak kendi temsiliyetini de çalışmasına katarak tek boyutun altını çiziyor. Bizlerin göremediği somut gerçeklik, esasında günümüz dünyasında ötekiler için tek bir boyuttan oluştuğunu belirtiyor. Mekânın geri kalanı ise iktidar ideolojisi tarafından soyut gerçeklikle tamamlanıyor. Altındere, iktidar ideolojisinin soyut gerçeklik görünürlüğü, salt söylevden alıp, görünmeyen nesnel hacme –duvara ve tavana- dönüştürerek iktidarın çok katmanlı söylevine gönderme yapıyor. Althusser’in dediği gibi, “Boş ve yapay bir kaderi, aklı başındalık içinde yaşamanın en iyi yolu ise onu ’ırlamak’ veya ’oynamak’tır.’’(2) Altındere, çalışmasında tam da bunu yapıyor. Ötekilerin temsiliyetinin görünmeyen boyutlarını -somut gerçekliğini- dilin değil, zihnin şimdiki zamanı üzerinden tamamlıyor.

Peki, o halde Altındere’nin tek boyut temsiliyeti, yaşadığımız coğrafyalarda karşılığı nedir? Temsiliyeti olanlar ile temsiliyeti olmayanların tek boyut üzerinden bir ortaklıkları söz konusu mu?

'TEMSİLİYET DİL ÜZERİNDEN OKUNUR'

Yaşadığımız coğrafyada temsil edilmeyenlerin, temsil edilenler ile tek ortak yanları fizyolojik yapılarıdır. Daha doğrusu bu salt beden üzerinden örtüşen bir ortaklıktır ve bu durumlarından öte başka ortak bir paydaları yoktur. Temsil edilmeyenlerin bedenleri esasında her türlü lüks tüketime dayalı konformist yaşamları olabilir. Ya da tam tersi her türlü trajediye maruz kalmış da olabilirler. Ancak diyalektik bu noktada vuku buluyor. Görünen soyut gerçeklik pratikte salt bedene duyulan özgürlük üzerinden okunurken, temsiliyet, dil üzerinden yani görünmeyen somut gerçeklik üzerinden okunur. Dilin temsil edilmediği yerde, bedene duyulan özgürlük ideolojik olumlamadan öte bir anlam barındırmaz. Jean-Luc Nancy bu bağlamda, “Temsiliyet düşüncesi özgürlüğü kaçınılmaz olarak mahkûm eder: zira temsilin ‘ötesinde’ki mevcudiyet bu düşüncede ‘zorunluluk’ olarak verilidir ve özgürlük temsillerle oynamak ile yetinir ve en sonunda kendisi de temsilde erir gider.’’ (3) Bedenin özgürlük üzerinden temsiliyeti her türlü müdahaleye açıktır. Bedene sağlanan konfor ya da işkence temsiliyet sorunsalını sadece manipüle eder. Bu bağlamda Kürtler, beden olarak ‘çok’ diyebileceğimiz nüfusa sahipler, ancak aynı bedenin dili olarak azınlıktadırlar. Dolayısıyla bedenin temsiliyeti üzerinden ‘çoğunlukta olmak’, görünen soyut gerçekliktir. Aynı bedenin dil temsiliyeti de ise görünmeyen somut gerçekliktir.

Gadamer’in edebi sanat eseri üzerine şöyle tezi bir mevcut: ’’Edebi sanat eserinin az ya da çok ‘iç kulak’ için varolduğudur. İç kulak ideal dil ürünlerini, hiç kimsenin duyamayacağı bir şeyi duyar.’’(4) Bu tezin ‘iç kulak’ kavramını, ‘iç göz’ kavramı olarak değiştirip Halil Altındere için kullanırsak herhalde hiç yanlış olmaz. Altındere’nin sanattaki ‘iç gözü’, ‘görünmeyen somut gerçekleri’ göstermeye devam edecektir.

.

Kaynak

1.Sahicilik Jargonu s.10 Theodor W. Adorno Metis Yay. Çev. Şeyda Öztürk

2.Felsefede Marksist Olmak s.81 Louis Althusser Can Yay. Çev. İsmet Birkan

3.Özgürlük Deneyimi s.195 Jean-Luc Nancy ARA-lıkYay. Çev. Aziz Ufuk Kılıç

4. Edebiyat Nedir? s.23 Gadamer, Kuhn, Nietzche Babil Yay. Çev. Dr.Şahbender Çoraklı - Ahmet Sarı