Tate koridorlarında dilsiz bir çocuğun çığlıkları: Wonderland

Sanatçı Erkan Özgen’in Kobane’deki IŞİD katliamından kaçarak ailesiyle birlikte Derik’e sığınan küçük Muhammed’in yaşadıklarını aktaran eseri ‘Wonderland’, Tate Modern’de “Artist and Society” sergisi kapsamında izleyiciyle buluşuyor.

Google Haberlere Abone ol

2011 yılında başlayan Suriye savaşıyla beraber dünya, Ortadoğu’da görmeye alışık olduğu yıkım ve vahşet karelerine en acımasızlarını eklerken İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük göç hareketiyle de karşı karşıya kaldı. Suriye’nin Avrupa’ya açılan tek sınır kapısı, Suriye’den Avrupa’ya çıkan tüm denizlerin tek güzergâhı olan Türkiye’nin biz yerlileri ise Suriye’de olanları haber kanallarının anlattıklarından ya da aslında bizi çok da ilgilendirmeyen politik konuşmalar üzerinden anlamaya çalıştık. Sonra Akdeniz ve Ege’yi aşmaya çalışırken hayatını kaybedenlerden, kıyılara vuran çocuk cesetlerinden canımız yandı. Gel gelelim, mesele yaşadığımız yeri Suriye’den kaçanlarla paylaşmaya geldiğinde tüm vicdanımızı, merhametimizi ve empatimizi kaybettik. Belki de bu duygulara hiç sahip olmamıştık.

Erkan Özgen’in bugünlerde Londra’daki Tate Modern’de sergilenen işi “Wonderland – Harikalar Diyarı” tüm bu duyguları dünya nezdinde bir kalabalığa sorgulatması ile dikkat çekiyor. Özgen’in bu eseri, 2015’te Kobane’nin IŞİD tarafından kuşatılması sonrasında, ailesiyle birlikte kaçarak Derik’e sığınan küçük Muhammed’in yaşadıklarını aktarıyor.

Erkan Özgen

MUHAMMED'İN KURULAMAYAN CÜMLELERİ

Muhammed, 13 yaşında, sağır ve dilsiz. “Wonderland” ise onun cümlelere ulaşamayan anılarının sarsıcı bir dökümü. Vücut dili, mimikleri ve çıkardığı seslerle Kobani’de yaşadıklarını, gördüklerini anlatmaya çalışan bu küçük çocuğun ifadeleri o kadar tüyler ürpertici ki bilmiyorum konuşabilse olanı biteni bu kadar çarpıcı anlatabilir miydi. Muhammed’in kurulamayan cümleleri ile yarattığı bu etki adeta, tecrübesinin zamandan ve mekandan bağımsızlığını da anımsatıyor. Dünyanın her yerinde, herhangi bir zamanda, herhangi bir kişinin yaşamış olabileceği ya da yaşayabileceği bir felaketin tasvirine dönüşüyor. Muhammed’in gözlerinde okuyabildiğimiz korku, hepimizin zihninin bir köşesinde asılı duran o ilkel ölüm korkusu ve hayatta kalma güdüsüne ulaşıyor.

Özgen, Muhammed ile karşılaşmalarını ve Wonderland’in ortaya çıkışını şöyle aktarıyor:

“Annem, babam ve kardeşim, çocuklarıyla birlikte, Mardin'in bir ilçesi olan on altı bin nüfuslu Derik'te yaşarlar. IŞID'in Kobane'ye saldırısı sırasında civar köylerden kaçan insanların bir kısmı Türkiye sınırını geçip Derik'e sığınmıştı. Kardeşim Engin ve birkaç diğer esnaf mahallede onlara ev kiralayarak kaçan ailelerden bazılarını yerleştirmişti. Bense yaşadığım yer olan Diyarbakır’da, Şengal'den gelen Êzidiler için Diyarbakır Belediyesi tarafından kurulan kampta zaman buldukça gönüllü olarak çalışıyordum. Bu sırada İstanbul ve başka yerlerden arkadaşlarımın dayanışma amacıyla gönderdikleri parayla çocuklara kışlık kıyafet ve ayakkabı almıştım. Kardeşimden Derik'teki durumu öğrenince aldıklarımın bir kısmını oradaki sığınmacı çocuklara dağıtmaya karar vererek Derik'e gittim.

O çocuklardan biri 13 yaşındaki sağır ve dilsiz Muhammed'di. IŞİD'in saldırıları başlamadan önce, Kobane'nin küçük bir köyü olan Şeran'da yaşıyormuş. Hikayenin bazı detaylarını, onları Derik'te misafir eden Mustafa'dan öğrenmiştim: Nasıl bir gece aniden her şeyi bırakıp babaannesi ile birlikte yola düştüğünü, zorlu bir yolculuk sonucu beş kız kardeşi ve ebeveynleriyle Türkiye sınırında buluşmasını, sınırı izinsiz geçmek zorunda kaldıkları için atlattıkları badireleri, Derik'e vardıkları ilk akşam korkudan titrediklerini ve hiçbirinin konuşamadığını, gönüllüler tarafından bir bahçenin malzeme kulübesine yerleştirildiklerinde nasıl sevinip orayı nasıl saray gibi gördüklerini, zamanla daha uygun evlere yerleştirilip çok az paraya da olsa çalışmaya ve kendi hayatlarını tekrar kurmaya başladıklarını.

Bu sırada Muhammed büyük bir travma yaşıyordu. Her uçak sesi geldiğinde panik içinde bir duvar dibine saklanıyor, gördüğü her sakallı adamı IŞİD militanı sanıp dehşete düşüyordu. Haksız değildi; kendisinden daha küçük yaşta olan ama onun kadar şanslı olmayan kuzenlerinin vahşice katledilişine birebir tanıklık etmişti. Sürekli onu rahatlatmaya, burada güvende olduğunu anlatmaya çalışıyorlardı. Derik'te kaldıkları üç ay boyunca Muhammed çocuklarımızla arkadaş oldu, onlarla beraber oynayıp gezdi, bize alıştı; gözyaşları içinde ayrılma vakti gelene kadar. Gitmeden önce ise bana, olmayan dili ile, saldırı ve kaçış sürecinde yaşadıklarını anlattı.

Bu küçük çocuk birçok ülkenin, birçok insanın, görmek, duymak, dokunmak istemediğini görmüş, bizlerin rüyamızda bile görmeye tahammül edemeyeceğimiz vahşeti yaşamıştı. Dünyanın bir kısmında savaşın getirdiği yıkım sürerken diğer kısmında insanların olanlara karşı duyarsızlığı beni çok etkilemişti; savaşın kötülüğünü tüm dünyanın bilmesi gerekiyordu. İnsanların duymadığı ve söylemediği bu vahşeti ancak Muhammed'in anlatabileceğini ve böylece bir anlamda insanların vicdanına ayna tutacağını düşündüm. Onun beden dilinin gücü, diğer tüm iletişim dillerini anlamsızlaştırıyor, tüm duyu organlarımızı elektrik akımı gibi çarpıyordu. Kulağı ve dili olup onları kullanmayanlar, Muhammed'in beden dili ile yüzleşmeliydi. Böylece kafamda bu video fikri oluştu.

Wonderland’la amacım savaştan kaçan bir çocuğun hikayesini belgelemek değil. Savaşın gerçekliğini tüm çıplaklığıyla izleyiciye hissettirerek toplumsal barışın önemine dikkat çekmektir.”

'EMPATİ YOKSUNLUĞU SADECE TÜRKİYE'YE ÖZGÜ BİR TUTUM DEĞİL'

Özgen, bugün birçok medya kuruluşunun bile isteye düştüğü, sosyal medyanın da bunun için çok iyi bir zemin hazırladığı şiddet pornografisine fırsat vermeden, Suriye- Türkiye sınırında yaşanan vahşeti tüm gerçekliğiyle anlatmayı, aktarmayı başarıyor. Etkisi öylesine kuvvetli ki Türkiye’nin tüm şehir meydanlarına birer ekran koyup “Wonderland”ı göstermeye kalkışsak ‘göçmen nefreti’ne dair bir şeylerin değişmesi çok olası.

Türk halkının göçmenlere tutumu malum. Peki ya Avrupadakiler? İşleri sıklıkla yurtdışında sergilenme zemini bulan Özgen’e de aynı soruyu yöneltiyorum. Sanatçı, empati yoksunluğunun sadece Türkiye’ye özgü bir tutum olmadığını ifade ediyor. “Dünyanın birçok yerinde yaşayan sakinler savaştan kaynaklı yaşanılan “toplumsal trajedinin” nedenlerini görmemek ve sorgulamamaktadırlar. Nedenden çok sonuca bakmaktadırlar. Bu durum ise savaştan kaçmak zorunda kalan insanların koşullarını daha da kötüleştirmektedir” diyor. Buna rağmen işlerinin sergilendiği farklı ülke ve şehirlerde izleyicilerini etkilediğini belirten Özgen, “İzleyicilerin rolleri, dili, kimliği ve inancı ne olursa olsun derinden etkilendiklerini görmekteyim. Türkiye’de ya da Avrupa da sığınmacıların durumunu belirleyenin ülke politikaları olduğu, bu politikaların pozitif işlemediğini ve hatta negatif yanlarının birbirleriyle bağlantılı olduğunu görebilmekteyiz” diyor.

Erkan Özgen, “Wonderland”in öncesinde (Adult Games) ve sonrasında (Purple Muslin) imza attığı eserlerle de savaş olgusuna ve savaşın duygularına odaklanan bir sanatçı. Türkiye’de 2017 yılında, “İyi Bir Komşu” temasıyla düzenlenen 15. İstanbul Bienali kapsamında Galata Rum Okulu’nda gösterilen “Wonderland” ise 28 Temmuz’a dek, Tate Modern’de, aralarında Marwan Rechmaoui, Rachel Whiteread, Joseph Beuys ve Catherine Opie gibi sanatçılara ait eserlerin de yer aldığı “Artist and Society” başlıklı karma sergide yer alacak.