Tuna Kiremitçi: Şarkılarda hayata umutlu bakıyorum

Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları projesinin ikinci albümü yayınlandı. Kiremitçi ile müzik kariyerini ve yeni albümü konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - 'Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları' projesinin ikincisini çıkaran Tuna Kiremitçi, arkadaşlarıyla bir anlamda “yalnızlığa kafa tutuyor”. İyi de yapıyor. Herkesin yalnızlığıyla savrulduğu bu kötülük çağında şarkılar aracılığıyla bir arada olmanın ve sevdayla birbirimize bakmanın tam zamanıdır belki de. Bir şarkı, bir şiir, bir film bizi ortak bir duyguda buluşturabilir, aramızdaki tüm farklılıkları kaldırabilir... Öyle diyor, Tuna Kiremitçi. Sanatın böyle bir işlevi var. Benim dileğim bunu unutmamamız. O halde Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları’na kulak verelim…

'Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları' projesinin ikincisini çıkardın. Müzikal bir proje de olsa, 'arkadaş' sözcüğünün önemli bir göndermesi olduğunu düşünüyorum. Bu dönemin getirdiği yalnızlık, birlik olma duygusunun yok olması gibi… Bu anlamda tekrar toparlanmayı, beraber olmayı salık veriyor.

İsim ve proje aslında Pasaj Müzik'in sahibi Murat Doğan’ın fikriydi. Bir gün beraber çay içerken “20 yıldır şarkılar yazar durursun gel artık sana şöyle özel bir proje yapalım,” dedi. Hem samimi hem de dediğin gibi, dayanışma ruhuna bir atıf var. Hayatım boyunca çok yalnız kaldım ben. Pek çok şeyi tek başıma göğüslemem gerekti. Haliyle, Murat’ın teklifi beni duygulandırdı ve dört elle sarıldım. Eski ve yeni bestelerimi seçtim, hayranlık duyduğum, bir kısmı zaten eski arkadaşım olan solistlere düet teklif ettim. Zaten bugünlerde dayanışmanın önemi yeniden keşfediliyor. Bağımsız sanatçıların hareket alanı gittikçe kısıtlandığı için. Her şerden bir hayır doğar derler ya, bu dönemin hayrı da herhalde bu.

Arkadaşlık vurgusu müziğin ekip işi olduğunun da altını çiziyor. Arka planda orkestrası, düzenlemesi, mastering’i de var…

Tabii ki mastering’i yapanın da şarkıya saygı duyması sonuçta fark yaratıyor. Bu projenin şansı, dahil olan herkesin olayı sahiplenmesiydi. Tabii “arkadaşlar” derken, sadece solistler değil sözünü ettiğim. Müzik şirketinin ofisinde bu iş için ter dökenlerden stüdyoda çalıp kaydedenlere kadar herkes bu projenin arkadaşlarıydı. Dinleyici de bu arkadaşlığın içine dahil oldu. O ruhu temsilen Tuna ve Arkadaşları benim hoşuma gidiyor. Aslında bir mecaza dönüştü bu arkadaş sözcüğü.

'KOYU BİR YALNIZLIĞIN İÇİNE DÜŞÜYORUZ'

“Yalnızlığa beraber kafa tutmak”tan söz ediyorsun şarkında. Bugünün ciddi bir meselesi bu. O zaman bizi yalnızlığa düşüren şeylerden söz edelim mi? Neler var bu yalnızlıkta?

Dünyanın etrafını her gün defalarca turlayan bir küresel sermaye var. Sistem istiyor ki biz de o paranın peşinde nefes nefese, iki dakika durup “Ne yapıyoruz biz?” demeden koşturalım. Gülten Akın’ın o harika dizesindeki gibi, “kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya.” Hele birbirimizle gönül bağı kurmaya hiç. Zaten halimiz de kalmıyor. Koyu bir yalnızlığın içine düşüyoruz. Akıllı telefonlarla, sosyal medyayla bunu aşmaya çalışıyoruz. Oysa bu, yalnızlığımıza yalnızlık katıyor sadece. Siyaset bizi yalnızlaştıran başka bir şey. Çünkü kesimler arasında duvarlar ördü. Bizi birbirimizle korkutan siyaset esnafı var bir de başımızda. Bunlara karşı sanat ne işe yarar diye soracak olursak, gönül bağlarını hatırlatmaya yarar derim. Şarkılarım işe yarayacaksa, insanlara yalnız olmadığını hatırlatsınlar. O dertleri sadece kendilerinin değil, başkalarının da yaşamış olduğunu, bu anlamda yalnız olmadıklarını hissettirsinler. Sandığımız kadar zor değil. İşte bir şarkı çıkıyor, farklılıklarımıza rağmen onu hep beraber dinliyor, etrafında kucaklaşabiliyoruz.

Farklılıklarımızı bir şarkıda, şiirde, filmde unutabiliyoruz; ama şarkı bitince, kapıdan çıktığımızda tekrar o farklılıkları hatırladığımızda ne olacak? Ki bunu yaşıyoruz halihazırda…

Eh, bir şarkının yapacakları da sınırlı tabii. Bütün dünyayı değiştirmesini bekleyemezsin. Ama o şarkıyı tekrar dinlediğinde, o kişinin aynı duyguları hissetmesini sağladıysam, dünyaya bir anlam kattığımı düşünüp sevinirim. Hiç yoktan iyidir.

'UMUTTAN VAZGEÇEMİYORUM'

Hem şarkılarında hem de son çıkan şiir kitabın “En Sağlam Direniş Kalbi Temiz Tutmak”ta iyi kalmayı salık verirken, iyiliği geçmişle beraber ele alıyorsun. Çocukluğun, annen, hatıralar özlemle anılıyor. Geçmiş aydınlık, masumiyet, gelecek ise sanki karamsarlık duygusuyla anılıyor.

Haklısın, şiirlerde çok var o duygu. Kırklı yaşların getirdiği beyhudelik hissi de var. Attilâ İlhan bunun diyalektiğini bir yazısında harika anlatır. Ölümle hesaplaşma. Bu durum farklı algılara kapı aralıyor. Evet, evrendeki varoluşumuz zaman zaman bize beyhude gelebiliyor ama bazı hırsları da anlamsızlaştırıyor. Egoyu şişirme çabalarının, iktidar peşinde koşmanın, maddi ihtirasların önemini yitirmesini de getiriyor beyhudelik hissi. Çünkü zaten insanın en büyük çelişkisi, doğduğu an ölmeye başlaması. Bunu yoğun hissedeceğin dönem yaklaştığında, kavrayışın da derinleşiyor ve ürettiğine yansıyor. İster şiir olsun ister şarkı.

Şarkılarda, hayata umutlu bakmayı tercih ediyorum. Vazgeçemiyorum umuttan. Yalnızlığa beraber kafa tutmak, şarkıların teklif edebileceği en güzel şey. İnsanın asıl meselesi yalnızlık korkusu. Deli gibi korkuyoruz bundan. Yalnız kalmamak için de saçmalıyoruz. Sosyal medya bağımlısı oluyoruz, olmayacak şeylere merak salıyoruz, yanlış insanlara kapılıyoruz, çetelere katılıyoruz. Aslında yalnızlık sandığımız kadar korkutucu değil. Zaten temelde evrende bir başınasın. Ama şarkıyı dinlerken, yanındakiyle bir anlığına bile olsa aynı duyguyu hissediyorsun, bu bir yürek dayanışması yaratıyor. Farklı ideolojilere sahip olan, farklı kesimlerden gelen insanlar da buluşabiliyor. Bir şarkının başına gelebilecek en güzel şey bu.

İnsanın yalnızlığı gündelik hayattaki yalnızlıklarla sınırlı değil. Senin de söylediğin gibi evrende insan bir başına. Ve doğduğun anda o yalnızlık başlıyor. Evrenin büyüklüğüne ve senin o evrenin içinde ufak bir nokta olduğun bilincine eriştiğinde, insanın kendi içindeki kıyameti başlıyor. Sanırım senin yalnızlık meselen biraz da buna dokunuyor.

Senin prizmandan böyle geçmesi beni sevindirir. Yabancılaşma, çözümsüzlük, iletişimsizlik şarkıları kışkırtan şeyler. Mesela aşktan çok sevgiye inanırım. Ama insanların aşk uğruna düştüğü durumlar bana önemli ve samimi geliyor. Çünkü en sıradan hayatın içinde bile dünya kadar duygusal çözümsüzlük var. Aslında şarkılarım bu çözümsüzlükler üstüne. Daha varoluşsal boyutta bakarsak, Bektaşilik de var. O varlık birliği anlayışı, aslında hepimizin aynı bütünün parçası olduğumuz ama fani dünyanın fani işleri içinde bunu unuttuğumuz gerçeğini düşünmek... Unuttuğumuz bağlar var ve bunları sanat yoluyla hatırlatmak çabası varlığımı anlamlı hissettiriyor.

Aşktan çok sevgiye inanırım dedin. Ama düetlerinde karşındakine çok âşık bakıyorsun.

Doğrudur, şarkıyı söylediğimiz süre zarfında aşkı yaşıyorum. Sahnede de beraber müzik yaptığım arkadaşlarıma, kadın erkek fark etmez, hepsine âşıkmışım gibi hissediyorum kendimi. Stüdyoda kayıt yaparken ya da provalarda da. Herhalde müziğe âşığım. Garip bir örnek olacak ama biraz Tarantino’nun sinema aşkı gibi. Çok severim Tarantino’yu, bence konuları ne olursa olsun adamın bütün filmleri aşk filmidir. Hepsi onun sinema aşkı üzerinedir çünkü. Sinemayla Tarantino arasındaki aşkı seyrederiz. O yüzden etkileniriz. Benim müzikle ilişkim de öyle.

'ADETA BİR DİSTOPYA İÇİNDEYİZ'

Ataol Behramoğlu’nun “Kendime ve Başkalarına Sorular” şiirini “Neresi Olmalı” adıyla besteledin bu albümde. Şarkı kendi meselesini anlatıyor ama yine de sorayım; insan şu anda neresinde hayatın? Yerini buldu mu?

Karanlığın aydınlıkla savaşı binlerce yıldır sürüyor. Tabii teknolojinin ilerlemesiyle kötülük sofistike bir hal aldı. Adeta bir siberpunk distopya içindeyiz. Kendime biçtiğim misyon en karanlık zamanda bile ışığı yaşatanlardan olmak. Önemli olan o mumu söndürmemek. Güzel şarkılar, iyi filmler, gerçek şiirler bunun taşıyıcısı. Hepsi de Nâzım’ın bahsettiği o “sol memenin altındaki cevahir”in kararmasını önleyici. Bu yolun yolcusu sayılmak isterim. “Neresi Olmalı” şarkısı ustam ve ağabeyim Ataol Behramoğlu’nun 40. sanat yılına hediyem. Hayatta yaptığım ilk beste onun “Bu Aşk Burada Biter” şiirineydi, sonradan Haluk Levent de söyleyince çok meşhur oldu. Ataol Abi o şiirini bestelememe izin vererek bana 18 yaşımda profesyonel bestecilik kapısını açmıştır. Ben de yıllar sonra kendisine teşekkür etmek ve yeni albümü “Neresi Olmalı” ile bitirmek istedim.

Albümde, hem sesini, yorumunu çok beğendiğim, Dilhan Şeşen gibi yeni kuşaktan isimler hem de hepimizin yıllardır dinlediği Yıldız Tilbe gibi usta müzisyenler var. Yıldız Tilbe’yle aranızdaki uyumdan konuşmak isterim… Çünkü çok güçlü ve farklı bir bağ hissediliyor düetinizde.

Dilhan Şeşen evet, özel bir ses. Tam bir XXI. yüzyıl genci ama aynı zamanda pek sevdiğim Şeşen ailesinin değerlerini de taşıyor. Ne mutlu ki böyle genç arkadaşların keşfine de yardımcı oluyor bu proje. Yıldız Tilbe ise bence aslında bir şair. Kendisi bunu ifade etmez, kimse de söylemiyor. Daha çok şarkı yazarlığı, yorumcu kimliği konuşulur. Oysa tam bir şair enerjisi var. Evrendeki o noktayla doğrudan bağlantı halinde olduğunu hissediyorsun. O duyguyla şarkı söylüyoruz. Sonra Tuvana Türkay’ın oyunculuğunu biliyorduk ama ne harika bir solist olduğunu bu albümde gördük. Bence harika bir müzik kariyeri bekliyor kendisini.

'KUMDAN KALELER ŞİMDİ OLSA YERİNİ DAHA İYİ BULURDU'

Sen ilk şiirle girdin yazın alanına, seni öyle tanıdık. Kumdan Kaleler adlı efsane bir müzik grubu da kurmuştun. Sonra müziği bıraktın, şiiri bıraktın, roman yazıyordun, onu da bıraktın. Sonra tekrar müziğe ve şiire döndün. Bu bir arayış mı? Yoksa yerini mi yadırgıyorsun?

Kumdan Kaleler dünyaya erken düşmüş bir grup… Şimdi olsa Üçüncü Yeni denilen ortamda yerini daha iyi bulurdu. Ama 90’larda pop da yapmıyorduk standart rock da, o yüzden fark edeni az oldu. O tek albümümüz ilginç bir şekilde grup dağıldıktan sonra keşfedildi ve bir çeşit külte dönüştü. Grubun dağılması beni derinden yaralamıştı, kendimi sağaltmak için küçük bir roman yazayım dedim, kimsenin ummadığı kadar ilgi görünce işler karışıverdi. Bugün on beş dile çevrilmiş romanım var ama hâlâ yazar olduğumu falan düşünmüyorum. Yine de seviyorum edebiyatı ve yazmayı… Hayat yolunda böyle savruluşlar oluyor. Kayboluyorsun bazen. Sonra tekrar yolunu bulmaya çalışıyorsun. Bugün baktığımda aslında bir çemberi tamamlıyormuşum. Şiire ve müziğe aynı anda başlamıştım. Şimdi de yaptığım şehir ozanlığı aslında. Prensip olarak geleneksel halk ozanlarından farkımız yok. Sadece nazlı yâri çeşme başında değil, metro çıkışında bekliyoruz. Gençken gitar çalan şair çocuktum. Şimdi çember tamamlandı ve yine öyleyim. Tabii arada yaşanmışlıklar birikiyor, aldığın bir yara ya da hata sandığın şeyler bugün bir şarkıda yerini buluveriyor. Bir noktada kendinle barışıyorsun.

'İYİ Kİ TANIMIŞIM EDEBİYAT DÜNYASINI!'

Sadece kendinle değil, birçok şeyle barışma var sanırım…

Zaman içinde oldu. Mesela edebiyat dünyası pek romancıdan saymamıştır beni. “Bu adam çalgıcıdır, geldi heves etti, gene döner müziğe” diye baktılar. Başta buna güceniyordum, sonra haklı olabileceklerini düşündüm. Ama iyi ki tanımışım edebiyat dünyasını. Sayelerinde çok şey öğrendim. Dünyamı genişlettiler. Bir şarkı yazarı için büyük bir nimet edebiyatçılarla arkadaşlık etmek.

Şarkılarında ve şiirlerinde bir aidiyet duygusu da seziyorum. Biraz da bundan söz edelim mi?

Aileden Balkan muhaciriyiz. İçimizde hep bir köksüzlük hissi vardı. Hayatımız bir yere kök salma çabasıyla geçti. Filibe’den göç etmiş, Fatih’e yerleşmişiz. Babam evlenince Eskişehir’e gitmiş. Biz orada doğup büyüdük. Büyüyünce geriye gide gide köklerimi bulmaya çalıştım. İstanbul’da yatılı okudum. Sonra Bulgaristan’a gittim, iki buçuk yıl orada yaşadım. Aslında bu toplumsal bir travma. Mesela, Balkan savaşının travmasının hâlâ içinde yaşıyoruz. Bugün yaşadığımız siyasi çalkantıların, halkın yaptığı seçimlerin ardında o travmalar var. Biz aile olarak bunu yaşamışız. Yatılı okulda okumak, oradaki müzik odasına kapanıp gitar, davul, piyano öğrenmek iyi gelmişti. Orada bir şeye tutunduğumu hissettim. Şimdi bile ne zaman provaya gitsem aynı duyguyu, bu uçsuz bucaksız âlemde bir köküm var duygusunu yaşıyorum. Bu yüzden müzik benim için yaşamsal. Pişmanlığın var mı bu hayatta dersen, müziğe ara vermek derim. O dönemde pek gün yüzü görmedim.