Tarihi Yarımadada gönüllü iki Bizantolog

Ayasofya müzeden camiye dönüşecek mi dönüşmeyecek mi tartışaduralım, müzeyi korumak isteyenler için ortadaki ironi, Ayasofya’nın hakimi Bizans tarihini bu toprakları onlardan miras alanlar olarak bilmememizdir. Koruyoruz ama neyi? O kadar kanıksadığımız bir konu ki tarih öğrenirken Bizans’ı sadece fetih dönemiyle pas geçmek, yürüdüğümüz yoldaki kalıntının kime ait olduğunu bilmeyiz, merak etmeyiz. O çok görkemli gördüğümüz Roma şehrinden o dönem daha da görkemli bir Doğu Roma başkentini hayal edemeyiz. Bu meraksızlığı kırıp bu şehrin tarihine kendilerini gönüllü olarak adayan iki kişi var. Bugün onların hikâyesi burada...

Google Haberlere Abone ol

Geçen haftalarda bir arkadaşım, İstanbul yer altı turu yapabileceğimizi, tanıdığı birilerinin bize terk edilmiş, bilinmeyen Bizans saraylarını gezdirebileceğini söyledi. Tam seveceğim iş diye hemen kabul ettim, mekanları merak ederken bize eşlik edecek insanların kim olduğunu, bu sarayları nasıl bildiklerini hiç sorgulamadım. Meğer asıl hikâye oradaymış! İki gönüllü Bizantolog’un hikâyesi, kişisel merakın insana öğretebilecekleri ile ilgili en ilham verici hikâyelerden biriymiş...

Mehmet Hakan Ersoy, 1989’da bugün tam da karış karış gezdiği kara parçasında, İstanbul, Fatih’te doğmuş. Özel sektörde bir şirkette inşaat üzerine çalışıyor. 1985 doğumlu Faruk Emrah Dervişoğlu da Hakan’la aynı şirkette çalışıyor. 2015’te şirket yemekhanesinde tanışıyorlar ve muhabbet arasında tarihin ortak ilgi odakları olduğunu keşfediyorlar. “Bu hafta sonu buluşup Sultanahmet’e gitsek mi?” sorusu olayları tam da burada sıradan hayatlardan çıkararak yazılacak bir hikayeye dönüştürüyor. Çünkü gidiş o gidiş... O hafta sonundan sonra istisnasız her hafta sonu(!) Hakan ve Emrah tarihi yarımadayı arşınlıyor, kent hafızasından silinen Bizans tarihinin kapılarını, sırf kişisel meraklarından dolayı inanılmaz bir ısrar ve araştırmayla aralıyorlar.

Hakan ve Emrah ile buluştuğumuzda, kim bu adamlar diye hiç merak etmedim. Sonra geldik Botaneiates Sarayı’nın kapısına... "Saray kapısı" dediğime bakmayın. Kimsenin haberi olmayan bir bina. Saray, terk edilmiş, içi çöp dolmuş, o çöplerin de üstüne su basmış. İçeride hava koşulları el verdiğinde (tavanlar yağmurda, karda akıyor) tinerciler yaşıyormuş ve kağıtçılar sarayı depo olarak kullanıyorlarmış. Aylarca uğraşmış Hakan ve Emrah, en azından içinden çıksınlar, saraya daha fazla zarar verilmesin diye. Onlardan başka kimsenin cesaret edip girebileceğini zannetmiyorum. Zira bu adamlar plastik botları giyip, kafalarına fenerleri takıp dalmışlar içeri. Hangi imparatorun sarayı, kaç yıl kullanılmış, saray terk edildikten sonra ne olmuş, içeride (bulabildikleri) kaç sütün, apsis, niş, impost başlık var, hepsini kaydetmişler. Bizi fenerle gezdirirken, ya bir dalgıç kıyafeti bulsak şuraya dalıp bir baksak çok iyi olur diye konuşuyorlar... Size dalmayı düşündükleri yeri anlatamam! İçeriden yüzyıllık pislikten, çöpten oluşmuş zehirli İstanbul su canavarı çıkıp adamı yutacak gibi! Ama adamlardaki merak, bunu düşündürtmüyor bile...

Sarayın içerisinde aklımız gittiği için çıkar çıkmaz sorulara boğuyoruz ikiliyi. Siz tarihçi misiniz? Nasıl buraları keşfettiniz? Ne okudunuz? Hepsine bıyık altından gülüyorlar, kestirip atıyorlar cevapları. Ancak günün sonunda, artık hepimizin tarihe olan ilgisi kesinleştiğinde anlatmaya başlıyorlar...

Gezilerine ilk Ayasofya’da başlamışlar ve sonra her hafta sonunu 1000 yılı aşkın süre bu şehirde hüküm sürmüş ve bugün milli tarih yazılımı sebebiyle hakkında çok az şey bildiğimiz İstanbul’un Bizans tarihini araştırmaya karar vermişler. Gel zaman git zaman merak tutkuya dönüşmüş... “Bütün kaderine terk edilmiş, her biri ayrı muhteşem yapıların tarihini araştırdık ve araştırdıkça bunların giderek yok olmasından rahatsız olduk,” diyorlar. Onlarla geçirdiğim 1 günde, bu yapıları, kalıntıları keşfetmek için nerelere girip çıktıklarına, nasıl tarihi yarımadada kendilerine yer altı kapılarını açacak dostlar edindiklerine şahit oldum… Yeraltı kapısı dediğimde de öyle çok gizli, yasal olmayan işler gibi algılamayın. Bizim farkında olmadığımız, umursamadığımız otel mahzenlerini, camii altlarını, terk edilmiş binaları, otopark köşelerini, hediyelik eşya dükkanlarının içinde duruveren kolonları, sıradan bir kafenin altında kalmış sarayı(!), zamanında iktidardaki devlet büyüklerimizin sırf canı istiyor diye kendi kişisel zevki için alıkoyuverip terk ettiği sarnıçları hep bu ikili umursamış, gezmiş, mekan sahiplerinden izinler alıp içerilere girip bakmış, kafalarında inanılmaz bir İstanbul haritası oluşturmuşlar. Beraber gezerken mesela, mahalleliyle konuşurken daha önce gözlerine çarpmayan bir caminin avlusunda sarnıç olduğunu öğrendik, gittik Pazar günü cami imamının peşine düştük bize bahçeyi açar mı acaba diye…

Hakan ve Emrah’ın bazen saatlerce sokak sokak gezip bir kalıntıya rastlayamadığı günleri de olmuş. Hafta içleri oturup kabaca bir planlama ve rotayla yola çıkıp genelde bölgedeki esnaf, mahalle sakinleri, hatta yoldan geçen insanlara sorarak çevredeki meçhul kalıntıları keşfetmişler 4 yıl boyunca. Bu 4 yılda yeni bir kalıntı bulamadan eve döndükleri günler olduğu gibi, başlarına acayip maceraların geldiği, eve dönmenin mümkün olup olmadığını sorguladıkları günler olmuş. Örneğin bir gün bir Bizans sarayı kalıntısının içine girdiklerinde sarayın o karanlıkta ulaşılması zor olan bir bölümünü fark etmişler ve ne olursa olsun o bölüme girmek için zorlamaya karar vermişler. Bölüme geçmişler geçmesine ama geri çıkmak düşündükleri kadar kolay olmamış ve orada yaklaşık 2 saat mahsur kalmışlar. Çekmeyen telefonlar işe yaramadığı gibi fenerlerin de şarjı bitince kendilerini pis, soğuk bir suya atarak yüzüp kurtulmuşlar!

Kendilerini “gönüllü Bizantolog” olarak tanımlayan ikili, sokak keşiflerini derinleştirdikçe yazılı araştırma ihtiyacı da hissetmişler ve birçok kaynağa başvurmuşlar. Araştırmalarını yaparken dillerinden düşürmedikleri, çok hayran ve müteşekkir oldukları, İstanbul Üniversitesi’nden sanat tarihçisi, Bizantolog Doç. Dr. Ferudun Özgümüş ile yolları kesişmiş. Türkiye’nin bilinen en başarılı Bizantologlardan olan Prof.Dr. Semavi Eyice’nin öğrencisi olan Ferudun Hoca, Hakan ve Emrah’a birçok konuda yol göstermiş, bilgi, kaynak sunmuş ve bugün ikilinin şehir keşiflerine zaman zaman eşlik ediyor. Ferudun Özgümüş’ün eşi antik cam uzmanı Prof. Dr. Uzlifat Özgümüş de ikiliye daha da geniş bir dünyanın kapılarını açarak antik camlar üzerine fikir edinmelerini sağlamış.

Özgümüş çiftinin yanı sıra, sanat tarihçisi Hayri Fehmi Yılmaz da Hakan ve Emrah’a araştırmalarında yardım etmiş. Öyle ki, Hakan ve Emrah ile gezerken, bu kıymetli tarihçilerin katkılarıyla edindikleri bilgileri, yolda işaret ettikleri binalar, adını hiç bilmediğiniz mimari yapılar, teknikler üzerinden aktarırken “Galiba ben hiçbir şey bilmiyorum!” diye düşünüyorsunuz. Hakikaten de bilmiyormuşum, zira bugün Nakkaş Nakilbent Sarnıcı diye geçen yapıdaki (web sitesinden de ulaşabileceğiniz) Byzantium 1200 Projesi’nin Bizans dönemi İstanbul’unu bilgisayarla yapılandırıldığı sergide karşıma çıkan şehri görünce konu hayallerimi aştı! Bu şehrin ne kadar da görkemli bir başkent olduğu ilk kez gözümün önüne serildi. Bu yaşımda hayatımda ilk kez Konstantinopolis’te hangi saraylar vardı, en önemli yapılar hangileriydi tam olarak kavramış, bugünkü İstanbul haritasında bu binaları hayalimde yerine oturtabilmiş oldum.

13. yüzyılda Konstantinopolis, Fransız sanatçı Antoine Helbert’in rekosntrüksüyonu, fotoğraf Reddit’ten

Hangi saray neredeymiş, deniz kıyısındaki sarayın aslanları bugün hangi müzenin bahçesine atılıvermiş, deniz altında bugün daha neler olabilirmiş diye anlatarak kafamdaki Konstantinopolis haritasının oluşmasına yardımcı olan bu ikilinin belli ki yaşayacağı daha çok macera, yapacakları çok keşif var… Bugüne kadar onları en çok heyecanlandıran keşfi sorduğumda araştırdıkları, girip inceledikleri her kalıntının kendilerinde farklı bir heyecan kattığını söyleseler de en çok Balat'ta fetihten sonra camiye çevrilmiş bir kilisenin mezar odasını bulduklarında heyecanlandıklarını anlattılar. Yarımadanın her köşesini bilen bu araştırmacılar Bizans İstanbul’unu keşfetmek isteyenlere alfabenin başından, Ayasofya’dan başlamalarını öneriyorlar. Merak ve azminiz olduğunda ulaşamayacağınız yer olmadığını düşünüyorlar. Ne dersiniz? Hayatınızda hiç böyle derin bir merakınız, tutkunuz oldu mu? Bir yerden başlamak için doğru gün, bugün belki de.