'Ulaşılabilir sanat' Galatasaray’da

“Sanatı demokratikleştirme” sloganı ile yola çıkan, dünyada çok ses getirmiş Carré d’artistes’in İstanbul şubesi, sessiz ama emin adımlarla Galatarasay’daki köşesinde son birkaç yıldır ilerliyor. Bu sessizliği bozmak için ulaşılabilir sanat nedir, alıcısı kimdir, sanatçılara ne yararı vardır soruları ile başlayarak Carré d’artistes İstanbul ekibiyle uzun bir sohbet ettik.

Google Haberlere Abone ol

Irmak Özer

DUVAR - Benim yazılardan, sosyal medya postlarından sebepli mi kendi çevremde daha çok duyuyorum yoksa insanların sanata ilgisi gerçekten artıyor mu emin olamıyorum, ama hissediyorum, biliyorum işte, bir şeyler oluyor! Son dönemlerde Contemporary Istanbul sanat fuarı dolup taşıyor, popüler bir sergi olduğunda kapısında kuyruk bile olabiliyor! “Uygun fiyatlı sanat eseri almak istiyorum, nasıl araştırmalıyım, nereye bakmalıyım?” soruları gittikçe artıyor. Daha çok insan çağdaş sanatla haşır neşir olmaya başladı; duygusal bağ kurdukları eserleri evinde de görmek isteme aşamalarına geldi. Popüler marka, pahalı bir ayakkabı almak yerine hayat boyu birlikte yaşanabilecek bir sanat eserini almayı düşünmenin; hayatta hakiki emek, düşünce, duygu yüklü başka bir objeye/işe kıymet verme kültürünün başında olabilir miyiz İstanbul sularında?

Seviniyorum ve bu sektör büyüsün, herkes koleksiyoner olamasa da sanata verilen kıymet artsın, genç sanatçılar için alan oluşsun istiyorum. Böyle bir dönüşümün önemli taşlarından biri de bence İngilizcede "affordable art" olarak geçen “ulaşılabilir sanat”. Artık Avrupa’nın farklı şehirlerinden popüler Ulaşılabilir Sanat Fuarları düzenleniyor. İnsanlar sanata ulaşabildikçe, hem piyasadaki sanatçı sayısı artıyor (yüksek fiyatlı eserleri olan deneyimli sanatçıların yanı sıra genç ya da daha az deneyimli sanatçılar da yer bulabiliyor) hem de sanatseverler bir sanat eserine sahip olmak için binlerce lira, milyonlarca dolar harcamak yerine sevdikleri daha uygun fiyatlı eserlerle mutlu olmuş, piyasaya katkıda bulunmuş oluyorlar.

Ulaşılabilir sanat kavramı ile ilk kez 6 sene önce Paris’te küçük bir dükkanda tanışmıştım. Carré d’artistes adı verilen, pek sevdiğim bir arkadaşımın tavsiye ettiği bu zincirde dünyanın dört bir yanından seçilmiş sanatçılarının eserlerinin limitli sayıdaki edisyonlarından edinebiliyordunuz. Her sanatçının resmi ve hikayesinin başta olduğu raflara dizilen bu edisyonlar, taşınabilir boyutlarda ve orta gelirli birinin alabileceği fiyatlardı. Üstelik, İstanbul’daki Carré d’artistes Galeri’nin Direktörü Özge Yıldız Gündoğan’ın söylediği gibi, bu edisyonlar baskı değil, sanatçının fırça darbesini görebileceğiniz edisyonlar ve özgünlük sertifikaları ile birlikte size teslim ediliyorlardı.

.

Gel zaman git zaman, 2-3 yıl sonra annemle Carré d’artistes’in Paris’te başka bir dükkanında elimde tuttuğum edisyonu alsam mı almasam mı, taşıyabilir miyim hasar vermeden diye tartışırken, yanımıza bir Türk yaklaşıp “Bence alın!” diye lafa giriverip, galeriyi İstanbul’a da açacaklarının haberini vermişti.

Açıldığından beri uzaktan uzağa takip ettiğim galeri, sanki olması gerektiği kadar tanınmıyormuş gibi geldi bana hep. Okan Bayülgen’in yeni projesi Dada Salon’un sanat galerisinde de bir köşe kaptıklarını duyunca sosyal medyada kendilerini yurt dışı ile karşılaştırdığımda yeterince duymadığımızı düşündüğümü söylediğim bir gönderi attım; alınmadılar, gücenmediler, gelin muhabbet edelim kendimizi anlatalım dediler.

Madem öyle, ben de bu ulaşılabilir sanatı duyurmak üzere, onlara bir alan ayırdım, galerinin kurucusu Seval Dakman ile Galeri Direktörü Özge’nin de eşlik ettiği bir sohbet gerçekleştirdik. Zor deşifre edilen bir röportaj oldu çünkü arada çok fazla muhabbet etmişiz, konudan sapıp nerelere gitmişiz!

Siz de okuyun, tanıyın, uğrayın bir görün, ulaşılabilir sanat, uygun fiyatlı edisyon piyasası ile ilgili ne düşünüyorsunuz kendiniz karar verin.

Seval selam! Önce biraz galeriden ve bu zincirden bahsederek başlayalım...

Carré d'artistes, ‘Sanatı demokratikleştirmek’ söylemiyle yola çıkmış bir zincir. İlk olarak Fransa’da kapılarını açıyor ve bugüne geldiğimizde 50’yi aşkın ülkede 500’ün üzerinde sanatçının eserlerini sergileyen bir network haline geliyor.

Çok basit anlatmak gerekirse, bu 50 şehirde, benzer şekilde tasarlanmış galerilerde farklı disiplinlerdeki eserleri, 13X13, 19X19, 25X25, 35X35 olmak üzere 4 farklı ebatta sunuyor ve ziyaretçilerine her seferinde farklı bir çağdaş sanatçı ve sanatçıların farklı eserlerini keşfetmeyi vaat ediyor.

İstanbul’da Beyoğlu’nda Galatasaray Mahallesi’ndeyiz. Burada 14 sanatçının eseri yer alıyor.

Aslına bakarsan kurulduğumuzdan beri bayağı bir sınandık. Fransız marka sahipleriyle anlaştık, özenle yer seçtik, galeriyi açtık. Sonra galeriyi nasıl oturtalım, İstanbul’da sürdürülebilir kılalım dediğimiz dönemde burada 3 bomba birden patladı üzerine darbe oldu, sonra Euro fırladı! Fransızlar nasıl ayakta kalabildiğimize çok şaşırdılar.

Bunların yanında, marka sahiplerine zor anlattığımız bir konu da daha sakin dönemlerde dahi Avrupa’ya nispeten az kalan ziyaretçi sayısı oldu. Fransa’daki ziyaret sayısı çok yüksek. Oradaki galerilerin günlük ziyaret sayısı burada aylık ziyaret sayısına eşit. Her sorgulamaya, olumsuz olaya rağmen ısrarla devam ettim; çünkü benim bu hayatta inandığım her şeyin vücut bulmuş hali burası. Sanat demokratikleşmeli, herkes için olmalı ve insanlar sanatı sevdiği için almalı, yarın para eder diye değil, herkes sanata ulaşabilmeli. 500 TL ile gönül bağı kurabiliyorsun. Biz burada birçok insanı böyle koleksiyoner yaptık, “Benim param yok ki” diye başlayan... Kısacası, zor dönemlerden geçtik, galerinin varlığı marka sahipleri tarafından çok sorgulandı ama artık galeriyi oturttuk ve güzel bir yere geldik!

Türkiye sanat piyasasının boyutunun nüfusla karşılaştırdığında küçüklüğünü düşündüğünde, Fransızların rakamları düşük bulması çok normal. İnsanlar burada galeriye girmekten çekiniyorlar; kaldı ki çağdaş sanatla yeni yeni tanışıyorlar. Ortalama gelir seviyesindeki bir İstanbullu ile Parislinin sanatla ilişkisi çok farklı. İstanbul’daki başarılı bir galerinin ortalama ziyaret sayısı ile Paris’teki bir başarılı bir galerinin ortalama ziyaret sayısında dağlar kadar fark vardır diye düşünüyorum…

Öyle ama bu konuda idealistiz. Paris gibi şubeleşmek istiyoruz. Burada 20 milyon insan var, Paris’te 10 milyon insan var. Neden büyümeyelim? Buradaki 20 milyonun en az 5 milyonu sanata ulaşabilir.

Geçen sene Okan Bayülgen ikinci şube teklifiyle geldi; Carré d'artistes’i önceden biliyor ve takip ediyormuş. Dada Salon Art Gallery’de bir corner verdiler bize böylece. Üçüncü bir şube açma hedefimiz de var; belirli mahallelerde yer bakıyoruz. Açıkçası, bize göe burası Türkiye’nin tek ulaşılabilir sanat galerisi. Paris’e, Barcelona’ya gittiğinde böyle çok galeri var fakat Türkiye’de bizimki gibi bir model olmadığını düşünüyoruz.

.

İstanbul sanat piyasası, bu piyasaya önderlik eden Avrupa şehirleri ile kıyaslandığında çok dar bahsettiğimiz gibi. Bu sebepten dolayı genç sanatçıların kendilerini gösterebilecekleri alanlar az. Piyasada daha iddialı ya da (üzgünüm ama) iddialı imajı verilen sanatçılar boy gösteriyor. Bununla beraber İstanbul’da genç sanatçıları keşfetmeye önem veren, onlara geniş yer veren galeriler de yok değil. Ayrıca bugüne kadar özellikle onlineda çeşitli ulaşılabilir sanat girişimleri oldu ve çok küçük bir kısmı devam ediyor. Onlarla ilişkileriniz var mı? Piyasayı bu çerçevede ne kadar takip ediyorsunuz?

Online'da devam eden girişimlerden haberdarız. Bizim için de trendleri yakalamak önemli; o yüzden online varlığımıza da çok önem veriyoruz. Benim Türkiye’de yapmak istediğim şey, dünyadaki gibi sanatı üretim-tüketim zincirinin içine sokmak. B+, aylık 10 bin-35 bin lira arasında kazanan, kredi kartıyla hayatı taksitlendiren, güzel yaşamayı seven, güzel yiyip içen, güzel yerlerde tatil yapmayı seven bir kitle var. Bu aslında geniş bir kitle. Buradaki sanat galerileri o kitleye hitap etmiyor. Aslında edilebilir, pazar olarak da kar olarak da iyi bir kitle. Ben de o kitleden biriyim, bu benim, senin hikayen aslında. Kendi gelirini sağlayabilen fakat sanat alamayan bir kitle bu; çok onlara hitap eden bir sanat segmenti yoktu Türkiye’de. Avrupa’da var; çok geniş, orada sanat hayatın içinde. Orada insanlar birbirlerine sanat hediye ediyorlar.

Siz B+ kitleyi hedefliyorsunuz... Peki galeriye ayak basan kitle nasıl bir kitle?

B+ bizim hedef olarak yola çıktığımız ana müşterimiz sadece aslında. Biz her kitleyle idare ediyoruz. %60’ı B+, %30’u öğrenciler, para biriktirip gelip buradan eser alanlar. Galatasaray Lisesi’nden galeriyi ziyaret edip edip sonunda eser satın alan öğrenciler, yabancı öğrenciler... Örneğin; Mehmet Güreli alabildiği için gözyaşları içerisinde mutluluk yaşayan bir öğretmen hikayemiz var.

Çok yüksek fiyatlı eserlerimiz de var; A+ müşterilerimize de Carré d'artistes’in networkündeki, yatırım değeri olan özel eserlerden sunabiliyoruz. Bizim için önemli olan herkese hitap edebilmek.

Sanatçılar bu uluslararası sisteme nasıl dahil oluyor? Sisteme Türkiye’den sanatçı katmak sizin göreviniz mi? Daha fazla yerel sanatçının networke katılması için neler yapıyorsunuz?

Carré d'artistes, global bir network, Küba’dan Türkiye’ye farklı ülkelerin sanatçıları bu network içinde. Toplantılarda hep “Siz kendi ülkelerinizin büyükelçilerisiniz, bizim sizin ülkelerinizdeki sanat ortamını sizin kadar takip etmemiz mümkün değil,” derler. Bununla beraber yapılan her başvuru uluslararası kuruldan geçiyor. Her yıl 10 bin civarı sanatçı bu networke başvuru yapıyor. Web sitesinde Carré d'artistes sanatçısı olmak için yapılması gerekenler, ilgili dokümanlar belirtiliyor. İstekli sanatçılar galeriye de gelebiliyorlar bu konuyla ilgili zaman zaman. Yönlendirmeleri yapıyoruz, nasıl başvuru yapacaklarını anlatıyoruz ama kesinlikle elden başvuru alamıyoruz.

Seçici kurul 2 ayda bir toplanıyor, birçok farklı kriteri değerlendiriyor ve senede tüm dünyada 10 sanatçı networke katılıyor.

Eğer Carré d'artistes sanatçısı olursanız markanın sizden beklediği sorumluluklar var: Sanatçıya ayrılmış raflar her zaman dolu olmak zorunda; 2-3 ayda bir 40 tane eser gönderilmesi gerek (aynısından 10’ar tane olmak üzere). Sanatçılar çok başarılı olsa bile bu sorumluluğu alamıyorsa sistemden çıkarmak durumunda kalıyoruz.

Yani daha çok tüketimle bağlantılı bir sanat anlayışı var?

Aynen... Şirketin yıllık 30 milyon euro hacmi var ve katlanarak büyüyor, dünyaya daha fazla yayılıyor. Çünkü sistem çok mantıklı: Sadece sevdiğin için sanat eseri alıyorsun. O eser değerlenebilir de değerlenmeyebilir de. Onu duvarında görmek istediğin için alıyor, belki aşk yaşıyorsun eserle. Sanatla ilişkiyi yeniden yorumlatıyoruz. “Bizim paramız yetmez; biz sanat eseri alacak insan mıyız?” algısını yıkmak istiyoruz.

Bilirsin, genelde galerilerin, büyük müzelerin duvarları beyazdır. Özellikle müzelerde geniş, yüce, ulaşılamaz bir hissiyat verir koca beyaz duvarlar ve sen, baktığın o eseri alamayacağını bilerek bakarsın esere. Bizim duvarlarımız tüm dünyada koyu renk, gri tonlarında. Dünyada en çok satış yapan galerilerimiz (Paris’te St Germain ve Le Marais) en küçük galerilerimiz.

Le Marais diyince aklıma geldi... Orada satılan eserler ile buradakiler aynı mı? Yani bir Türk, bir Çinli, bir Fransız aynı eserlere bakıyor, aynı eserleri evine alıyor. Tüm dünyada dolaşan eserleri satın almış oluyoruz burada değil mi?

Genç bir sanatçı arkadaşını düşün, kaç ülkede sergi açabilir? Bu network ile sanatçı olarak eserlerini 50 ülkede gezdiriyorsun, hiç beklemediğin ülkelerde daha çok sevildiğini görebiliyor, oralarda sergi açabiliyorsun. O yüzden ben iyi sanatçıları networke dahil olmaları için cesaretlendiriyorum.

Hangi Türk sanatçılar var sistemde?

Buradaki galeride Mehmet Güreli ve İrfan Yavru; dünyadaki diğer galerilerde Funda İyce Tunceş, Aslı Kutluay, Nermin Alpar var. Ki mesela, Aslı Kutluay biz burada galeri açmadan çok önce, markadan haberdar olup kendi başvurarak girmiş sisteme. Şu an burada yeni sanatçılar arıyoruz.

Peki sanatçılarla hiç etkinlik yapıyor musunuz? Yapıyorsanız networkteki yabancı sanatçılar da geliyor mu buraya eserlerini alanlarla tanışmak için?

Çok satan yabancı bir sanatçımız olduğunda onu buraya davet ediyoruz. Bir kokteyl düzenleyip sanatçının eserlerini almış olanları davet ediyoruz, izleyen farklı etkinliklerimiz de oluyor.

Türk sanatçılar burada oldukları için onlar sık sık geliyorlar. Örneğin; Sevgililer Günü’nde Mehmet Güreli işlerinin arkasına notlar yazarak verdi.

Dada Salon’un galerisinde daha çok etkinlik yapıyoruz. Daha da aktif olacağız orada gelecek dönemde.

Peki Türkiye’de en çok hangi sanatçı ilgi görüyor?

Pierre Reymond... Yabancılar Türk sanatçıları, Türk alıcılar da yabancıları almayı tercih ediyorlar. Bizi yurt dışından da bulup gelen çok var. Dünyanın dört bir yanındaki Carré d'artistes’lerden insanlar eser topluyor. Eskiden kartpostal toplamak gibi şimdi ulaşılabilir eser toplanıyor.

Fransızlar geldiklerinde resmen yağmalıyorlar dükkanı çünkü biz kur sebebiyle daha uygun fiyatlıyız. Aynı sanatçıları çok daha uygun fiyatlara alabiliyorlar buradan dolayısıyla. Uzakdoğu’nun yarısı fiyatlar, Amerika’dan da çok çok daha uygunuz. Ulaşabilene de ulaşılabiliriz diyebiliriz?

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Herkes için sanat fikriyle yola çıktık; sanatın demokratikleşmesini istiyoruz. Herkesin sanat eseri almasını, sanat eseri almanın lüks tüketimden çıkmasını hedefliyoruz. Burada 500 TL’ye bir şey alırken, genç yetenekli bir sanatçıyı desteklemiş oluyorsun, bunun bir sosyal sorumluluk tarafı var.

Sanat eseri almaktan korkmayın. Evde duran bir sanat eserini, bir gün gidip bir arkadaşıma hediye edebiliyorum ben. Duvarımda benimle yaşamış bir eser el değiştiriyor ve el değiştirirken daha da kıymetleniyor, başka bir duygusal anlam daha yükleniyor. Olabilir mi daha kıymetli bir şey?