'Rahatsızlık' atölyesinde kadınlar ağırlıkta!

Sivil Alan Araştırmaları Derneği ve Şiddetsizlik Merkezi'nin ortak projesi olan "Alan(A)çık"ın ilk atölyesi önceki gün Kadıköy'de bulunan kargArt'ta gerçekleşti. Atölyenin en temelde 'bizi otosansüre sürükleyen şeylerle yüzleşmek ve onları değiştirmek, en azından 'biz bize'yken sıkıntıları paylaşabilmek' için bir küçük alanımız olmasını umarak, başladık gönderilen 'rahatsızlık' temalı fotoğrafları incelemeye...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Tema olarak İstanbulluların çok iyi bildiği 'rahatsızlık' üzerinden ilerleyen Alan(A)çık Atölyesi'nde, ilk haftanın anlatım aracı fotoğraftı. Konuk olarak fotoğrafçı Denef Huvaj'ın yer aldığı atölyeye en çok kadınlar katılmıştı. Huvaj da dikkatini çeken bu durumu "Evet, atölyemiz rahatsızlık üzerine, erkekler pek rahatsız olmadıkları için, kadın ağırlıklı bir katılım var sanırım..." sözleriyle dile getirdi. Ne kadar da haklı! Atölye gerçekleşmeden önce yapılan çağrıda, katılımcılardan kendilerine rahatsızlık hissi veren objelerin, mekanların, durumların, hatta kişilerin fotoğraflarını yollamaları istenmişti. İlk atölyede gönderilen çok fazla fotoğraf olmadığından konu fotoğraftan, neden fotoğraf çektiğimize, bize rahatsızlık veren durumlardan, kentsel dönüşüme, üretememenin, toplanamamanın sıkıntısından, kadına yönelik şiddet ve istismar haberlerinde kullanılan görsellere geniş mi geniş bir alana yayıldı.

Bu keyifli atölyeyi gerçekleştiren ekip, sivil toplum örgütlerinde çalışan arkadaşların bir araya gelmesiyle oluşmuş. Ekipten Berna Akkızal Özfilizler, "Toplanma, örgütlenme, ifade etme etrafında çalışmalar yapıyoruz. Daha önce farklı atölyeler gerçekleştirmiştik. Bu seferki atölyemizin ise sanatsal ifadeler üzerinden ilerlemesine karar verdik. Sivil alanı sanatla genişletmeyi hedefliyoruz. Konuk olarak yer almasını istediğimiz kişilerde kadın ve LGBTİ+ birey önceliğimiz var" şeklinde anlatıyor motivasyonlarını.

'HAYATIMDA EN SEVMEDİĞİM ŞEYLERE SÖYLEYECEK SÖZÜM YOK SANKİ!'

Temanın rahatsızlık olarak seçilmesinin öyküsünü, "Eski fotoğraflara bakıyordum. Mesela yakası 'çok açık' diye etrafımdakilerin beni uyardığı, pek giymediğim bir tişört vardı, onu çekmişim. Kedimizi sevmeyen, bizi 'pis' olmakla suçlayan bir komşumuz vardı, onun kirli ellerini çekmişim... 'Neden?' diye düşündüm. Çünkü benim en nefret ettiğim şey kişisel alanıma müdahale edilmesi. Bu alana müdahale eden insanların, durumların fotoğraflarını biriktirmişim" sözleriyle anlatan Denef Huvaj, 'cesur olmadığını düşündüğünü' aktardı. Günlük hayatta üzerimize yapışan, bizim biz olmamızı, kendimiz olmamızı engelleyen, bir aile büyüğü bakışının ya da sevgili veya eşin sözünün, özellikle kadınların hayatındaki varoluşuna müdahalesine dikkat çekildi.

Kendi varoluşumuza yaptığımız 'otosansür'e geldi konu, kaçınılmaz olarak. Durumun Çerkes kültüründeki yerini de şöyle anlattı Huvaj: "John Berger görmenin büyük bir kısmı alışkanlıklara ve geleneklere dayanır der. Bir hikaye anlatırken de aynı temelden besleniriz ve aynı gelenekler, maalesef otosansürü doğurur. Bu geleneklerle büyüyünce ‘iyi bir evlat’, ‘iyi bir Çerkes kadını’ olursun ve bunlar önceliğin haline gelir"

Atölyenin en temelde 'bizi otosansüre sürükleyen şeylerle yüzleşmek ve onları değiştirmek, en azından 'biz bize'yken sıkıntıları paylaşabilmek' için bir küçük alanımız olmasını umarak, başladık gönderilen fotoğrafları incelemeye. Cevahir Akbaş'ın eğitimdeki tekdüzeliği aktardığı fotoğrafları inceledik. Üst üste montlar, sıralarda uyuyakalmış çocuklar, yoklama listesi...

İDEALTEPE'DE DENİZE BAKMAYAN VE SAZLIKLARIN KAPLADIĞI İKİ BANK...

Daha sonra Zeynep Serinkaya'nın İdealtepe'deki 'rekreasyon alanı'nda çektiği, palmiye ağaçlı, sazlıklı ve deniz kıyısında olmasında rağmen denize bakmayan iki bankın zamandan, mekandan kopuk, yan yana durduğu görsele baktık. Görselin rahatsızlığını Serinkaya "İdealtepe'de birçok boş alan bulunuyor. Sahilde çektiğim bu banklar denize dönük bile değil ve her şeyden tuhafı, İdealtepe'de neden palmiyeler var?" şeklinde anlattı. Fotoğraftaki palmiye sıkıntısıyla ilgili 'büyük ihtimalle belediyeden birinin, bir tanıdığının palmiye satıyor olduğu' ortak çıkarımına vardık...

Zeynep'in ikinci fotoğrafı da sokağın ortasında duran bir çift kadın ayakkabısıydı. Ölümü hatırlatan bir çift ayakkabının sokaktaki ıssızlığında, ayakkabıların sahibi kadının akıbetini düşündük. Ne olmuş olabilirdi ki?

Zeynep'in son fotoğrafı sanırım benim en rahatsız olduğum ve en ilginç bulduğum fotoğraf oldu. Moda sahilde çekilen, iki kayanın arasında sıkışmış olan araba lastiğinin, içinden çıkamadığımız durumlarda suratımızın geldiği şekle, zaman zaman 'beynim akıyor' diye tarif ettiğimiz kaybolmuşluğa benzemediğini kim söyleyebilir? Zeynep bir de işin asıl kısmına değindi: Atıkların doğayla birleşmesi, çevreye bir şekilde ayak uydurmak zorunda kalıyor olmaları...

ERKEKLERİN KONFORUNU KAÇIRAN, KADINLAR İÇİN YAŞAMSAL ÖNEM TAŞIYOR

Daha sonra Nazlı Başaran'ın bir alt geçitte çektiği fotoğrafa baktık. Burada bir kadının kollarını havaya kaldırdığı görülüyor. Sonradan öğrendik ki, burası aslında Nazlı'nın geçmek zorunda kaldığı, ışığın ise yalnızca hareket sensörüyle çalıştığı bir alt geçitmiş. Bu noktada başlayan erkeklerin yaşamlarında yalnızca konforlarını kaçıran detayların kadınlar için taşıdığı yaşamsal öneme dair konuşmaya başladık. Kadına yönelik şiddet ve istismar haberlerinde kullanılan görsellere dair tartışma da, fotoğrafın uzun soluklu "Acı olduğu gibi gösterilmeli" ve "Şiddet tüm vahşetiyle gösterilemez" başlıklarına evrildi. Denef'e göre, 'yeni yeni tartışılan bu konularda, kadınlar da kendilerini, kendi kararlarıyla konumlandıracaklar'.

Fotoğraf çekmenin yaygınlaşması, selfie çılgınlığı, çekilen fotoğrafları paylaşma yarışı da konuştuklarımız arasındaydı. Bu yarışın foto muhabirler arasındaki, ajanslara iş yetiştirme açısından hırpalanışlarını ise Huvaj, “Başka muhabiri fotoğrafı yakalayamasın diye tekmelerken, kendi ayağını kıran foto muhabir var!” sözleriyle anlattı.

ZEYNEP SERİNKAYA WINTER: SİYASETİ SİYASET ÜZERİNDEN KONUŞMAMAK UMUT VERİYOR

Atölyenin sonunda sohbet ettiğim Zeynep Serinkaya Winter'a göre, 'kadın katılımının yoğun olması tesadüf değil. Serinkaya sözlerine şöyle devam ediyor: "Ortak sıkıntıları paylaşan insanların bir araya gelebilmesi çok önemli. Travmatize olmuş toplumlarda gündeliği yaşatmak gerekiyor. Rahatsızlık da hepimiz için gündelik hayata karışmış bir his. Baskı ortamında kendimizi ifade edemediğimizi, otosansüre zorlandığımızı, meydan, sahil gibi mekanlardan başlayarak toplanma alanlarımızda daralmaların yaşandığını görüyoruz. Bize bu atölyeyle umut veren, 'siyaseti siyaset üzerinden konuşmamak', gündelik örneklerle kutuplaşmayı azaltmak."

Serinkaya, 'daha sonraki dönemde hukuk mekanizmasının işletilmesi gibi eğitimlerin de verilmesini planladıklarını' anlatıyor. Bu atölyenin de hukuk eğitimi alanlarımız hariç, hiçbirimizin tam olarak hakim olmadığı haklarımız, haksızlığa uğradığımızı düşündüğümüzde bile hakkımızı arayamayacağımızı bildiğimiz bu dönemde, yine oldukça yararlı bir atölye olacağına inanıyorum. Berna Akkızal Özfilizler ise güzel bir haber daha veriyor: 'Etkinliklerin sonunda bir araya gelen ürünlerden sergi yapılmasının planladığını' söylüyor! Ayrıca bir sonraki etkinlikte rahatsızlık yazıyla ve sonrasında ise ses ile ele alnacak.

Bu güzel atölyenin bir sonrakisine katılmak isteyenler, rahatsızlık temalı fotoğraflarını "[email protected]" adresine iletebilirler. Konuşabilmek, anlatabilmek, paylaşabilmek, yalnız olmadığımızı görebilmek, sanatla üretebilmek, bir arada olabilmek ne güzel şey