İz bırakan dergiler – 3 / İkinci Yeni ve Pazar Postası

İkinci Yeni için dalganın yükseldiği ilk dönemlerde “kaçış şiiri” denilmiştir. Eğer bir “kaçış” olmuşsa bunun vesayetin belirlediği dairenin dışına doğru bir kaçış olduğunu söyleyebiliriz. İkinci Yeni dalgasıyla modern Türkçe şiirin “vesayet”ten kurtulması büyük ve önemli bir dönüşümdür. Üstelik bu yıllarda modern Türkçe şiir için ortam hiç de parlak değildir...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Takvim yaprakları 1950 yılını gösterirken İkinci Dünya Savaşı bitmiş, ama bu kez “soğuk savaş” cephesi açılmıştır. Türkiye, savaş sonrasında kurulan “yeni dünyada” soğuk savaş cephesinde yer almayı tercih ederken yönetim de Demokrat Parti’ye, yani o zamana kadar cumhuriyetin sağladığı siyasal iktidar pastasından aldığı dilimi daha da büyütmek isteyen kesime geçmiştir. Değişim siyasal iktidarın el değiştirmesiyle sınırlı kalmayıp cumhuriyet projesinde de bir revizyon başlatır. Aslında iktidar değişikliğini getiren, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, krizi süren, ancak makyajı yenilenen kapitalizmden kopamayan cumhuriyetin, yeni sürece ayak uydurma zorunluluğu olur.

Siyasal iktidarın değişmesiyle birlikte cumhuriyetin başlangıçtan itibaren yürüttüğü kültür politikasının da artık, deyim yerindeyse uygulanma koşulları ve olanağı ortadan kalkar. Cumhuriyetin girdiği siyasal değişim süreci sosyal, kültürel değişimi de beraberinde getirir. Kırsalın çözülüp büyük köylü ve taşralı kitlelerin göçlerle kentlere yığılması da bu dönemde başlar. Öte yandan “muhafazakâr” değerlere sahip iktidarın, kültürel alanda eskiden yana olmak, mevcudu devam ettirmekten başka bir atılım, açılım yapması söz konusu değildir. Sağcı, muhafazakâr bir iktidarın eskimiş, ölmüş ve çürümüş kültür, sanat, edebiyat anlayışına sarılmaktan başka seçeneği yoktur. Neticede ellili yıllarda değişen siyasal iktidar kültür, sanat, edebiyat alanına yönelik yeni bir politika sunamaz.

Böylece aradaki makas hızla ve bir daha kapanmayacak biçimde açılmaya başlar. Denebilir ki cumhuriyetin kuruluşundan sonra siyasal iktidar ilk defa kültür, sanat, edebiyat alanının kontrolünü kaybeder. Böylece sanat, edebiyat ve tabii ki şiir, siyasal iktidarın yörüngesinden, vesayetinden kendini büyük ölçüde kurtarır. Ya da “dairenin” dışına çıkar diyelim. İkinci Yeni için dalganın yükseldiği ilk dönemlerde “kaçış şiiri” denilmiştir. Eğer bir “kaçış” olmuşsa bunun vesayetin belirlediği dairenin dışına doğru bir kaçış olduğunu söyleyebiliriz. İkinci Yeni dalgasıyla modern Türkçe şiirin “vesayet”ten kurtulması büyük ve önemli bir dönüşümdür. Üstelik bu yıllarda modern Türkçe şiir için ortam hiç de parlak değildir.

Garip tükenmiş, ama “Garip taklidi” şiirler, ortamı domine etmektedir. Öte yandan Nâzım’dan etkilenen isimlerin ve aynı eğilime, perspektife sahip olmakla birlikte dili, biçimi ve biçemiyle farklılaşmış bir sonraki kuşağın toplumcu gerçekçi şairlerinin, Ahmed Arif, Enver Gökçe gibi isimlerin derinleştirdiği çizgi varlığını korumaktadır. Ancak siyasal baskılarla, yasaklarla “sahnedeki” varlığı engellenmiş durumdadır. Bunun dışında kimi isimlerin bireysel arayışları da sürmektedir. Garip şiirinden aldığı etkilerle şiiri ve dili derinleştiren, yelpazeyi daha da açan, ufku genişleten biçim ve biçemiyle genç kuşak şairlerden Metin Eloğlu’nun girişimi dikkat çeker. Eloğlu’nun 1951’de yayımlanan kitabına adını veren “Düdüklü Tencere” başlıklı şiirden bir betik okuyalım:

Pazarları daha gündüzden,

Ahçıbaşı, aklını başına devşir;

Börekler kızaracak nar gibi;

Kıymalı, ıspanaklı, peynirli...

Sonbahar yağmuru oluklarda,

Çüşbalığı haşlanacak!

Bir başka örnek, adeta kendi üstüne kapanarak şiirini korumaya ve güçlendirmeye yönelen Behçet Necatigil’dir. Çıkışından itibaren kimseye benzemezliğiyle çıtayı koyduğu yükseklikte tutan Dağlarca, bu dönemde de “gençliğin” ve şiirde yeniliğin hakkını vermektedir… Ancak tüm bu örneklere karşın Nâzım’ın başlattığı toplumcu gerçekçiliğin ve şiir adına önemli bir başka çıkış olan Garip’in bir daha geri dönmeyecek biçimde “süpürmeyi” hedeflediği şiir ve şiir anlayışı, hayat bağlarını yitirmesine karşın hâlâ ortama egemen gibidir. Denebilir ki ölmüş ve çoktan soğumuş bir ceset ortada kalmış ve gömülmeyi beklemektedir. Cemal Süreya’nın “kendisinden önceki kuşakları da etkilediğini, hiç değilse yeni coşkular kazandırdığını” söylediği ve henüz adı konulmamış bir “devinim”in ilk nüveleri böylesi bir süreçte ve ortamda ortaya çıkar. 1950 yılının ortasına gelindiğinde Cemal Süreya, Edip Cansever, İlhan Berk, Ece Ayhan’ın “Yeditepe”, “Yenilik”, Şiir Sanatı”, “İstanbul” gibi dergilerde yayımlanan şiirleri, büyük bir şiirsel kopuşu muştulamaktadır. Bu isimlere, “gönülsüz İkinci Yenici” olarak adlandırılan Sezai Karakoç’u da ekleyebiliriz.

Yaşar Nabi Nayır

Dönemin en etkili dergisi Varlık’ın sahibi ve yayın sorumlusu Yaşar Nabi Nayır, bu “büyük kopuşu” haber veren tarzdaki şiirlere kesinlikle karşıdır ve asla “yanına, yöresine” uğratmaz. Birbirinden bağımsız, habersiz olarak yayımlanan, ama aynı dalga boyunda oldukları izlenen şiirlere şairlerin isimlerini vererek ilk dikkati çeken Muzaffer Erdost olur. Erdost’un "Son Havadis" gazetesinde yayımlanan ve bu yeni dalgayla başlayan kopuşa değindiği “İkinci Yeni” başlıklı yazısı deyim yerindeyse işaret fişeği gibi patlar. İkinci Yeni olarak tanımlanan şiirlerin ilk örnekleri büyük ölçüde "Yeditepe" dergisinde yayımlanır. Yeri gelmişken söz konusu şiirleri bir kez daha okuyarak hatırlamakta fayda görüyoruz.

İlk sırayı Cemal Süreya’ya verelim. Çünkü o da Ece Ayhan gibi şiire adımını İkinci Yeni şairi olarak atar. Yani İlhan Berk, Turgut Uyar ve Edip Cansever örneğindeki gibi şiirini ellili yıllardan itibaren ve sonradan köklü biçimde dönüştürerek bu dalgaya dahil olmuş şairlerden değildir. Ayrıca İkinci Yeni tartışmasında, başından itibaren yöneltilen eleştirilere, yeni olanla gelenin, kopuşun anlaşılması ve savunulması için gösterdiği gayret de son derece önemlidir. Elbet bir de Ece Ayhan’ın deyişiyle “parasız yatılı” şairlerdendir. Cemal Süreya’nın 1954’te Yeditepe dergisinde yayımlanan ilk şiirlerinde hem geçiş döneminin tüm özellikleri vardır hem de bir “kopuş” açık biçimde yansır. Şairin “Gül” başlıklı şiirini okuyalım:

Gülün tam ortasında ağlıyorum

Her akşam sokak ortasında öldükçe

Önümü arkamı bilmiyorum

Azaldığını duyup duyup karanlıkta

Beni ayakta tutan gözlerinin

Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum

Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz

Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum

İstasyonda tiren oluyor biraz

Ben bazan istasyonu bulamayan bir adamım

Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum

Her nasılsa sokağa düşmüş

Kolumu kanadımı kırıyorum

Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı

Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene

İlk ürünlerini Cemal Süreya’yla aynı yıllarda yayımlamaya başlamış bir başka “parasız yatılı” ve daha sonra “İkinci Yeni’nin papazı” olmayı severek ve belli ki biraz da birilerine kinaye olsun diye üstlenmiş şairin, Ece Ayhan’ın Pazar Postası’nda çıkan “İbraniceden Çizmek” başlıklı şiirini hatırlayalım:

Bacaklarım uzun

nereye gitsem uzun

nereye gitsem gelip beni buluyor

çıkmaz bir sokakta ablam

Bu kente bir güvercin çizmek

güvercinin gözlerini çizmek

bir güvercin

o çağda bir güvercin tebeşirle

Bir duvar boyunca ağaç serinlik

bir ses çiziyorum

herkeste olsun herkeste bir ses olsun istiyorum

güvercinde bir ses ablamda orta çağda bir ses

Nereye gitsem uzun

bacaklarımdan buluyorlar hep

çizerken başka bir sesi

ve bayraklar dolusu bir bayramı kente

ibraniceden.

İlhan Berk

İlk şiiri 1933 yılında yayımlanan İlhan Berk’in arayışını 1947’de yayımlanan “İstanbul” kitabıyla önemli bir noktaya vardırdığı görülür. Ancak Berk, 1950 yılının başında arka arkaya yayımlanan üç kitabında bu defa bir başka tarafa açılmayı deneyen şiirlerle çıkar okur karşısına. Berk kısa sürede “İstanbul” kitabında yöneldiği çizgiyi terk etmiştir ama bu üç yapıtıyla denediği şiirden de aynı hızla vazgeçer. Yeditepe dergisinde 1956’da yayımlanan “Paul Klee’de Uyanmak” başlıklı şiiri, hem daha önceki girişimlerinden vazgeçişinin hem de yeni arayışının ilk örneklerinden biridir. Şiiri hatırlayalım:

Uyanmak çiçek gibi dayanılmaz güzel kızlar

Ad Marginem'den asma köprüler kurmuşlar İstanbul'a

Nehirler, aylar çevirmişler o Ayla'lar, Münibe'ler

Tümü bir uzak denizde A'lar, V'ler, U'larla

Gece sarı bir evde bir iki yaprak evlerinin önünde

Açtı açacaklar dünyamızı açtı açacaklar

Bu denizi Ayla ayaklarını soksun diye getirdim

Bu dünyaları onun için açtım bu balıkları tuttum

Bir sabah çıkmak güneşler, aylar bir sabah çıkmak

Bir ağacı bu evleri sarı ters bir kuşu düzeltmek

Edibe bu sokağı al götür görmek istemiyorum

Edibe bu evleri Edibe bu göğü bu güneşleri Edibe

A'lar V'ler U'larla olmak Paul Klee'de uyanmak

İlhan Berk de İkinci Yeni’nin yılmaz, yorulmaz savunucusu ve ama daha çok bu dalganın en uçlara kadar gelişmesini isteyen uygulayıcısı olur. Kendisinden önceki kuşaklardan olduğu kadar şiire başladığı dönemde egemen olan şiir anlayışlarından da etkiler almış, ancak ellili yıllarda şiirinde köklü değişim gerçekleştirmiş ve İkinci Yeni’nin en çok eleştirilmiş şairi Edip Cansever’dir diyebiliriz. Cansever’in dönüşümünü ve kopuşunu işaret eden ilk örneklerden biri “Aşkın Radyoaktivitesi” başlıklı şiiridir. Cansever’in şiirini okuyalım:

Aşkı duydum mu bir başıma kalıyorum

Kasıklarımı ovuyorum bir güzel

En küçükleri var ya ayak parmaklarımın

İlk peşin onları görüyorum.

Bir çelik mavisi damar tam da çenemin üstünde

Çoğu zaman gün ışığında seçtiğim

Tıp tıp atıyor yüzümün kenarcığında

Saçlarım kapkalın geliyor elime.

Gündüzün, ama tam gündüzün oluyor bu iş

Kirlerim, pis kokularım belliyken iyice

Soluyup dururken, bir şeyler geçirirken aklımdan

Uzanıp kalıyorum ta pencerenin dibinde.

Yukarıyı düşünüyorum, bir aşağı katta oluşumdan

Dört duvar, bir buz dolabı, naylona benzer bir gök

Bütün o zehir gibiliği soğumuş şeylerin

Anlıyorum bir aşk akımıdır dolanıyor üstümde.

Durmadan aşklanıyorum ama hep böyle

Karanfiller gibi taze omzum, dizlerim, ayaklarım

Toplanıp gidiyor derken o deli fişek şey

Gün gibi parlıyor tırnaklarım.

Edip Cansever

Mehmet H. Doğan, Eylül 1969’da Papirüs dergisinde yayımlanan “İkinci Yeni Şiir” başlıklı yazısında, şairlerin dönüşümleriyle birlikte İkinci Yeni dalgasıyla şiirde gerçekleşen köklü değişime dikkat çeker.

Doğan, İlhan Berk ve Edip Cansever’i örnek göstererek İkinci Yeni dalgasıyla gerçekleşen dönüşümü şöyle dile getirir: “Bu şiirler, aynı şairlerin daha birkaç ay, en çok bir yıl önce yayımladıkları şiirlerden belli bir ayrılık göstermektedir. Sanki bir çizgi çekip altına bundan önceki şiirlerinin, kapatmışlardır o dönemi. Örneğin, Edip Cansever’in bir iki sayı önce yayımlanmış Çil-Çil, Işığın Hızı (Yeditepe 95), Canlılar (Yeditepe 90) ile Aşkın Aadyoaktivitesi (97) arasında; İlhan Berk’in Buruk Çay (Yeditepe 80), Kötü Evlere İnen Balad (92) ile Paul Klee’de Uyanmak (97) arasında, bugün Garip şiiri ile İkinci Yeni şiiri arasındaki ayrılığın tohumlarını görmekteyiz.”

Modern Türkçe şiirde neredeyse birdenbire bir dalga olarak patlayan bu büyük kopuşun içinde yer alan şairlerden biri de Turgut Uyar olur. Uyar’ın dönüşümünü, 1956’da yayımlanan unutulmaz şiiri “Göğe Bakma Durağı” en iyi yansıtan şiirlerindendir.

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım

Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından

Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından

Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar

Şu aranıp duran korkak ellerimi tut

Bu evleri atla bu evleri de bunları da

Göğe bakalım

Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım

İnecek var deriz otobüs durur ineriz

Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya

Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum

Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun

Herkes uyusun bir seni uyutmam birde ben uyumam

Herkes yokken biz oluruz biz uyumıyalım

Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda

Beni bırak göğe bakalım

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım

Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum

Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi

Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor

Seni aldım bu sunturlu yere getirdim

Sayısız penceren vardı bir bir kapattım

Bana dönesin diye bir bir kapattım

Şimdi otobüs gelir biner gideriz

Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç

Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin

Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat

Durma kendini hatırlat

Durma göğe bakalım

İkinci Yeni adının dile getirilmesinden sonra Muzaffer Erdost şimşekleri üzerine çeker. İkinci Yeni tartışmasını kışkırtansa esas itibarıyla Erdost’un “Bir Şey Söylemeyen Şiir” başlıklı Pazar Postası’nda yayımlanan yazısı olur.

Ece Ayhan ve Ceyhun Atuf Kansu'nun şiirlerine yer verilen Pazar Postası'ndan bir bölüm

Pazar Postası, Son Havadis’in de sahibi olan ve dönemin CHP’lisi Cemil Sait Barlas tarafından 1951’den itibaren yayımlanan haftalık bir dergidir. Muzaffer Erdost da derginin, dört sayfalık sanat edebiyat gazetesine dönüşen ekinin 1956-58 yılları arasında yazı işleri müdürlüğünü yapan ilerici bir gençtir.

Derginin sanat edebiyat ekinde, özellikle 1956-58 yılları arasında, İkinci Yeni dalgasının hemen hemen tüm öncü şairlerinin şiir ve yazılarına yer verilir. Pazar Postası’nda başlayan İkinci Yeni tartışmaları tüm ateşiyle sürerken bir yandan da İkinci Yeni’nin dalga boyunda yer alan şiirler yayımlanır.

Örneğin Ece Ayhan’ın “İbraniceden Çizmek” başlıklı şiiri 1956’da ilk kez Pazar Postası’nın bu sayfalarında yayımlanır. Ece Ayhan, şiirin yayımlanışını şöyle anlatır: “1956... Yaz dinlencesi için İstanbul’a inmiştim (Ankara’daki öğrenciliğimden). Pazar Postası gazetesine bir şiir gönderdim, temmuz ortalarıdır. Orada (artık iki haftada bir) şiirlerim çıkmaya başladı... Üniversitenin açılışı dolayısıyla (ekim ayında) İstanbul’dan Ankara’ya dönmüştüm. Pazar Postası’na uğradım. Gazeteyiyöneten Muzaffer Erdost yayınlıyormuş o şiirleri. 25 yaşındaydım...”

Muzaffer Erdost’un yönetimindeki sayfalarda Ülkü Tamer, Özdemir İnce, Tevfik Akdağ, Tekin Kipöz gibi şairlerin yanı sıra İkinci Yeni dalgasının eteklerinde yer alan ve şiirleri gibi isimleri de bugün için sararmış sayfalarda kalan dönemin genç şairlerinin şiirleri de yayımlanır. Aslında Pazar Postası’nı İkinci Yeni’nin adresi ya da yükselen bu yeni dalgaya bütün gücüyle karşı durmaya çalışan Attilâ İlhan’ın deyişiyle “üssü” yapan, yayımlanan şiirler olduğu kadar hatta daha fazlasıyla tartışmalar olmuştur diyebiliriz. İkinci Yeni tartışmasını konu alan ve modern Türkçe şiirin tarihi açısından önemini koruyan yazılar için Muzaffer İlhan Erdost’un “İkinci Yeni Yazıları”, Cemal Süreya’nın “Toplu Yazılar 1” Asım Bezirci’nin “İkinci Yeni Olayı” ve Attilâ İlhan’ın “İkinci Yeni Savaşım” adlı kitapları önemli kaynaklardır. Bunun dışında Pazar Postası’nın 1956’dan sonraki ve yine aynı tarihlerdeki Dost dergisinin sayılarına bakılabilir.

Attila İlhan

İkinci Yeni tartışmalarında etkin olan üç taraf vardır. Birincisinde her ne pahasına olursa olsun İkinci Yeni dalgasına karşı çıkanlar vardır. Bu grubu şiirde “sosyal gerçekçilik” anlayışını savunan ve başını Attilâ İlhan’ın çektiği “Mavi” dergisi çevresi temsil eder. Diğer tarafta İkinci Yeni’yi üstlenen, ama bu dalganın başlatıcısının kendisi olduğunu iddia eden Garip’in üç ayağından biri Oktay Rifat yer alır. Cemal Süreya, Pazar Postası’nda kendi adıyla ve Osman Mazlum takma adıyla yayımlanan yazılarında İkinci Yeni’yi kararlı biçimde savunan şair olarak da dikkat çeker. Süreya yazılarında bir yandan Oktay Rifat’ın neden İkinci Yeni’yi başlatan isim olamayacağını açıklar. Bir yandan Attilâ İlhan’ın İkinci Yeni’ye yönelttiği eleştirilerini çürütür. Kışkırtmalarını göğüsler.

Bu tartışmalarda özellikle Attilâ İlhan’ın kullandığı ifade ve üslup dikkat çekicidir. Attilâ İlhan’ın altını çizdiğimiz satırlarını bir kez daha ibretle hatırlıyoruz: “Türkiye'nin tek komünizme karşı sol dergisi bir yandan harıl harıl İlhan Berk, Turgut Uyar. Muzaffer Erdost, Cemal Süreya ve şürekasının sorumsuzluk örneği düşünce ve eserlerini yayarken...” Attilâ İlhan rahatsızdır. Pazar Postası’nda ikinci yeni olarak adlandırılan ve savunulan şiir dalgasının, kendi öncülüğündeki “Mavi” çıkışının ve “sosyal gerçekçilik” anlayışının önünü kesmek üzere öne sürüldüğünü iddia eder. İkinci Yeni’ye yönelik eleştiri sınırını aşan saldırı, engelleme ve sosyal baskı etkili olur.

Her yeninin başına gelen kaçınılmaz son, İkinci Yeni’nin de başına gelir ve dalga birkaç yıl içinde ivmesini kaybederek geri çekilir. Ama güçlü bir akıntıya bitmeyen yeniye dönüşerek. Bir kez daha vurgulayarak bitirelim. İlk örnekleri Yeditepe dergisinde çıkmasına karşın İkinci Yeni dalgasının üssü ya da adresi Pazar Postası olmuştur. Pazar Postası hem modern Türkçe şiirde bu yıllarda gerçekleşen kopuşa dikkat çekerek ve köklü bir değişim dalgasının yükselişini haber vererek hem de desteklediği bu yeni gelişmenin özelliklerini taşıyan şiirleri sayfalarında sunarak önemli bir rol oynamıştır.

Bütün bunlarla birlikte Pazar Postası, İkinci Yeni tartışmalarının merkezi olmasıyla, bu dalgayla gerçekleşen kopuşu savunan, yöneltilen eleştirilere yanıt veren yazıları yayımlamasıyla modern Türkçe şiirin tarihinde iz bırakmış önemli üç dergiden biri olmuştur. Bundan sonra yayımlanan dergilerin başka birçok özelliği olmasına karşın hiçbiri aynı ölçekte iz bırakarak tarihe geçebilmiş değildir. Sonraki dergilerin çoğu, Halkın Dostları örneğin ya “dönem” ya da “kuşak” dergisi olarak kalmıştır. Modern Türkçe şiir açısından önemli olmuş “dönem” ve “kuşak” dergilerine de ayrıca eğilmek mümkün olabilir…