Daha fazla LGBT+ karakter ve hikaye sahneye!

Celkan: Evet artık sahnede daha önceki yıllara oranla daha fazla LGBT+ karakter görüyoruz peki hikayeler aynı ivmeyle çeşitlendi mi? Bunun olması için daha fazla oyuna ihtiyacımız var. Sadece LGBT+ başlığında değil, aile içi şiddet, cinsiyet, dil, din ve etnik köken ayrımcılığı, savaş ve savaşın hafızası, “erkeklik” ve “kadınlık” halleri, resmi tarih...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - “Tetikçi,” “Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi”, “Nerde Kalmıştık?”, “Evim! Güzel Evim!” ve “Babil” oyunlarıyla tanıdığımız Ebru Nihan Celkan bu yıl Beşyüzonmilyonkilometrekare ve Benimle Gelir Misin? isimli iki yeni oyunuyla Graz ve Stuttgart tiyatro festivallerinde yer alacak. Ebru Nihan Celkan ile yurtdışı macerasından ve yeni oyunlarından başlayıp günümüz tiyatrosuna kadar uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik. Keyifli okumalar.

Dilerseniz önce yurtdışı maceranızdan başlayalım. “Beşyüzonmilyonkilometrekare” ve “Benimle gelir misin?” oyunlarınız Graz ve Stuttgart tiyatro festivallerinde yer alacak. Bu süreçten biraz bahseder misiniz? Nasıl gelişti her şey?

İkisi birbirinden bağımsız süreçler. “Benimle gelir misin?” Mayıs 2017’de dahil olduğum ve hala devam eden, Berlin Maxim Gorki Tiyatrosu, Berlin Edebiyat Kolokyumu (LCB), Çağdaş Oyun Yazarları Enstitüsü (NIDS) ve Robert Bosch Vakfı'nın "Parça Parça Savaş" adını taşıyan projesi için tamamladığım yeni oyunum. Bu projenin bir adımı olarak oyunum ilk defa seyirci karşısına Stuttgart Tiyatro Festivali’nde çıktı. Hemen ertesinde Berlin’de bir okuması yapıldı. Şimdi bir sonraki basamak 26 – 27 Ekim 2018’de Maxim Gorki’de. Oyun sahneye çıkıyor olacak. Bu karşılaşma ile ilgili oldukça heyecanlıyım.

Graz’da gerçekleşen festivale davet, Ocak 2018’de Greifswald’da (Almanya) gerçekleşen Dramaturglar Konferansı’nda yaptığım konuşmanın ertesinde geldi. Kısa bir oyun ve tiyatroda ifade özgürlüğüne dair bir konuşmayla festivale dahil olmam için teklif ilettiler. Ben de heyecanla kabul ettim. D22’nin Aladağ Projesi için “Beşyüzonmilyonkilometrekare” adında bir kısa oyun yazmıştım. 14 yaşındaki Umut’un sayılara olan tutkusunu hayali arkadaşıyla paylaştığı bir oyundu. O oyunla festivale dahil oldum. Bu ve benzeri teklifleri eğer çok yoğun bir dönemde değilsem mutlaka kabul ediyorum. Diyaloğu mümkün kılan, özellikle farklı gerçekliklerden gelen insanlara tiyatro üzerinden karşılaşma, düşünme ve üretme alanı sunan çalışmaların bir parçası olmak beni heyecanlandırıyor.

Yeni oyunlarınızdan da bahsetmek istersiniz belki. Önceki oyunlarınızda olduğu gibi yine bir “Umut” karakteri çıkıyor karşımıza. Artık yazarlığınızla özdeşleşen bu karakter sizin için ne ifade ediyor?

Son oyunumda Umut bu sefer 30’lu yaşların ortalarında bir kadın olarak karşımıza çıkıyor. Aslında 30’lu yaşlarından başından ortalarına doğru yolculuğunu izliyoruz. “Benimle gelir misin?” zamana ve mekana direnmeye çalışan bir aşk hikayesi. Umut’un bir kadına, umuda, memlekete olan aşkının hikayesi.

Bir kalbe hepsi sığar mı? Sığmadığında ne olur? Bu sorular üzerinden bir aşka ve Türkiye’de beraber deneyimlediğimiz beş yıla bakmaya çalışıyorum.

İlk defa bir karaktere Umut ismini verdiğim günden bugüne o kadar dönüştü ve sanırım derinleşti ki tek başına bir kelime veya cümleyle ifade etmek mümkün değil. Cinsiyeti, yaşı, sınıfı, etnik kökeni , dili, derdi, mücadelesi her şeyleri birbirinden farklı (son iki oyunla beraber) 14 Umut yazdım. Sanırım Umut’ların temel ortak noktası kendileri olmak için verdikleri mücadele. Benim için “Umut” statik bir iyi dilekler tamlaması değil, hareket arzusu, aksiyonu devam ettirme coşkusu. Yazdığım karakterleri de böyle tasvir etmeye çalışıyorum. Hangi koşul altında olursa olsun adım atmaya devam ediyorlar. Umudu taşıyorlar, oyun süresince hareket etmeye devam ederek umudu inşa ediyorlar. Umut kof bir iyimserlik hali, teolojik bir avuntu değil. Daha iyi olanı hayal etme ve onu kurma noktasında iradeyi harekete geçirmek. Umut değişerek, dönüşerek, kendini yeninden inşa ederek oyuna devam ediyor. Hepimiz yapabiliriz.

.

Almanya’nın, bilhassa Maksim Gorki Theatre’ın Türk oyun yazarlarına ve tiyatro ekiplerine gösterdiği ilginin artmasını hangi dinamiklerle ilişkilendirebiliriz? Almanya dışındaki Avrupa ülkelerinde de benzer bir ilgi mevcut.

Sanırım bu sorunun cevabı soruyu cevaplayanların sayısı kadar çeşitlilik gösterebilir. Farklı gerekçeler olduğunu düşünüyorum. İlgi artışının bir tarafı yaşadığımız coğrafyanın geçirdiği süreçle bağlantılı fakat tek sebebin bu olmadığını gözlemliyorum. Diğer taraftan Türkiye’den tiyatro profesyonelleri uzun yıllardır zaman zaman kesintiye uğrasa da Uluslararası alanda üretimlerini sürdürdüğünü de unutmamak gerekiyor. Bu ortak çalışmaları talep eden ve kabul eden olarak iki taraf açısından da konuya bakmak belki biraz daha zihnimizi berraklaştırabilir. Kendi deneyimimde özellikle Almanya’nın entegrasyon ile ilgili ciddi sıkıntılar yaşadığını ve bunu aşmak için sanatın farklı dallarını tartışma süreçlerine dahil ettiklerini gördüm. Türkiye kökenli yurttaş sayısı oldukça yüksek ve 4.kuşak hayata karışmış olsa dahi hala çözülemeyen bir entegrasyon sıkıntısı var. Şimdi Suriye kökenli insanların gelmesiyle bu sıkıntı daha da net bir şekilde beliriyor.

Tiyatroya dair kültürel çeşitliliği önemseyen projelerin artışını entegrasyon, hoşgörü gibi konuları kamusal alanda diyaloğa dönüştürme ve gündemde tutma konusunda ısrarcı tutumlardan biri olarak görüyorum. Bu ilgisi artmış olan tarafın gerekçelerine dair gözlemlerim. İlgiyi karşılık verenlerin gerekçeleri ise sanırım yine her bir kişi için farklılık gösteriyordur. Başka insanlara dair merakım ve mesleğimin farklı yapılış biçimlerini öğrenme arzum bu tarz projelere hızlıca evet dememin sebebi oluyor. Farklılıklarımızı konuştuğumuz dünyadan müştereklerimizi paylaştığımız bir dünyaya geçişin kapılarından biri sanırım buradan, yani tiyatrodan rahatça açılabilir. Umarım kültürel çeşitliği arttırmaya yönelik tiyatro projeleri memleketimde de yapılır.

İyi bir feminist olmaya çalıştığınızı dile getiriyorsunuz ve bu konudaki çalışmalarınızı da görüyoruz. Gerek oyunlarınızda işlediğiniz karakterler, gerekse sizin hazırladığınız ve Dot’ta katılımcılarla buluşan “Kadınlarla yeni bir dünya yazmak” isimli panel serisi. Türkiye’deki oyun yazarlığında kadına ve genel olarak toplumsal cinsiyet sorunlarına eğilim ne durumda? Bu konuda başka ne gibi çalışmalar yapılabilir?

Çok zor bir soru her ikisi de. Geneli bilmeden genele dair bir yorum yapmam mümkün değil. Özellikle elde sayısal veri olmadığında yorum yapmak anlamlı bir sonuca bizi götürmüyor. Bağımsız tiyatrolarda sıklıkla, ödenekli tiyatrolarda ise istikrarlı olmasa da zaman zaman toplumsal cinsiyet eşitliğini farkında olarak ve/veya olmayarak merkeze alan oyunları görmek mümkün. Sahne üzerinde seyrettiğimiz eserlere bu açıdan bakmak konun sadece bir başlığı. Her bir veri açısından konuya bakmamız hızlıca eşitliği sağlamamızın önünü açabilir. Tiyatro profesyonellerinden, eserlerin içeriğine, seyirciden, ödüllere... Her bir başlıkta hedefe, istikrarlı istatistiklere ve iyileştirmeye yönelik sürekliliğe ihtiyacımız var. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmaması ciddi bir insan hakları sorunudur ve bu hangi alanda çalışırsak çalışalım önemsememiz gereken en hayati konulardan biri. Sanırım burada en umut verici taraf tiyatro profesyonellerinin ve eğitimcilerinin konuya olan ilgisi ve gelişmeye yönelik tutumları. Bu başlamak için oldukça ilham verici ancak devam etmek ve sonuç almak için kurumsal iş birliklerine ve uzun soluklu projelere ihtiyacımız var.

.

2000 sonrası erken dönem tiyatromuzda feminist ve LGBT hareketlerinin eş zamanlı olarak bayrağı yükseltmesinin de etkisiyle gerçekleşen bir devrim oldu. Toplumda ötekileştirilen LGBT+ karakterler sahnede kendilerine yer buldular. Günümüzde de bu karakterleri ve ötekileştirilme durumlarını neredeyse on oyunun yedisinde görüyoruz. Sizin oyunlarınızda da işlediğiniz bu tema, daha ne kadar güncel kalabilecek sizce?

Eşitsizlik ortadan kalkana kadar gündemde kalacağını umuyorum ve buna inanıyorum. Öncelikle sahnede görünürlüğün artması önemliydi. Şimdi ikinci adımı atmak gerekiyor. Hikayelerin içeriği de benim kendi yolculuğum için ikinci adımı oluşturuyor. Evet artık sahnede daha önceki yıllara oranla daha fazla LGBT+ karakter görüyoruz peki hikayeler aynı ivmeyle çeşitlendi mi? Bunun olması için daha fazla oyuna ihtiyacımız var. Sadece LGBT+ başlığında değil, aile içi şiddet, cinsiyet, dil, din ve etnik köken ayrımcılığı, savaş ve savaşın hafızası, “erkeklik” ve “kadınlık” halleri, resmi tarih... Çoğaltabiliriz. Bu konularda daha fazla hikayeyi daha farklı kalemlerden sahnede görmeye ihtiyacımız var. Sadece yaşadığım coğrafyayı, zamanı anlamak ve içinde kendimi daha net görmek için bile buna ihtiyacım var. Kendimi tamamlamak ve biz olmak için bir başkasının hikayesine ihtiyacım var. Benzer kimliğe sahip olsak bile her birimizin hikayesi biricik. O yüzden daha fazla LGBT+ karakter ve hikaye sahneye!

Mevcut siyasal iktidarın tiyatroya ve sanata yönelik baskıları sürüyor. Son olarak Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi üzerinden yaşanan tartışmalara tanıklık ettik ve başarılı bir refleksle kamuoyu oluşturuldu. Sizce önümüzdeki süreçte bizleri neler bekliyor? Tiyatrocular, sanatseverler nasıl bir direniş alanı yaratmalı kendilerine?

Yine mensubu olduğum taraftan bakarak soruyla helalleşmeye çalışacağım. Yaşanan zamanın boğuk, zor, meşakkatli ve müdanaasız haline rağmen bugün bağımsız tiyatrolar başta olmak üzere farklı alanlarda tiyatro üretimi sürüyor. Sadece üretim sürmüyor izleyici de nerede olursa olsun sahnesini buluyor oyununa geliyor. İstanbul deneyimi üzerinden konuşuyorum. Yine aynı zor zamanın içinde Bursa’da bir alternatif sahne açılıyor, bir belediye tiyatrosu düzenli olarak tiyatro şenliği yapıyor, Bergama’da tiyatro festivali düzenli hale geliyor, “Tiyatro muhabbettir” başlığıyla Datça tiyatro festivali yapılıyor. Türkiye’den yazarların oyunları İspanya’da, Almanya’da, Avusturya’da oynanıyor, yönetmenlerimiz Almanya’da İtalya’da oyunlar yönetiyor, bir tiyatro yönetmenimiz Edinburg’da tiyatronun enprestijli ödüllerinden birini kazanıyor, bir tiyatro yöneticisi Almanya’da bir festivalin Türkiye ayağının bütün organizasyonunu yapmak üzere takdir görüyor. Bu ülkede her yıl yüzlerce yeni oyun irili ufaklı sahnelerde binlerce insanla buluşuyor. Her şeye rağmen. Hiç bir destek almadan. Önümüzdeki süreçte bizi daha fazla üretim ve bu anlamda da daha fazla mücadele bekliyor. Antrenmanlıyız. Üretime de mücadeleye de. Tek arzum tiyatro yapma irademizi memleketimizin daha geniş alanlarına yaymanın yollarını beraberce bulmak.

Son olarak, “Beşyüzonmilyonkilometrekare” ve “Benimle gelir misin?” Türk seyircisiyle Türkiye’de buluşabilecek mi? Ya da Mitos-Boyut aracılığı ile edinip okuyabilecek miyiz? Tiyatro öğrencileri adına soruyorum bu soruyu, çünkü çağdaş metinlere ulaşmamız oldukça sıkıntılı bir mevzu.

“Benimle gelir misin?” sezonda sahnede olacak. Şimdilik kim ve nasıl sorularının cevabı yok ancak mutlaka sahnede olması için çaba göstereceğim. “Beşyüzonmilyonkilometrekare” kısa bir oyun. D22’nin Aladağ Projesinde ortaya çıkan nefis metinlerden bir kaç tanesiyle bir araya gelip sahneye taşınması oldukça mümkün. Şimdilik görünürde böyle bir plan yok ancak neden olmasın?

Her iki oyunun da yine Mitos-Boyut’dan yayınlanması mümkün. Mitos-Boyut ve Yılmaz Öğüt’ün Türkiye tiyatrosunun hafızasını tutma inadı ilham verici. Tiyatronun hafızasının daha yaygın bir biçimde tutulmasının da sağlanması önemli. Geçtiğimiz 20 yılda Türkiye bağımsız sahnelerinde sahnelenen oyun metinlerinin büyük bir çoğunluğuna bugün ulaşmak mümkün değil. Daha fazla oyun yazarının oyununun yayınlanmasını umuyorum.