Diyarbakır'da 'uyuyan' tarih: Çayönü...

Diyarbakır’ın Ergani ilçesi tarihi zenginlikleriyle biliniyor. İlk yerleşim yerlerinden biri olan Çayönü’nde ilk kez Halet Çambel tarafından gerçekleştirilen arkeolojik kazı, henüz tamamlanmış değil. Yörede yaşayan insanlar, kazı çalışmalarının ödenek verilmediği için gerçekleştirilmediğini dile getiriyorlar.

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - Yemyeşil tarlaların, çiçek açmış badem ağaçlarının arasından, dingin bir ovanın içinden geçen yol, kurak geçen kış aylarından sonra memlekete baharın geldiğini gösteriyor. Tek tük araçlar geçiyor yoldan ama bunların gürültülü sesi de bir süre yankılandıktan sonra kayboluyor ovada.

Diyarbakır’ın Ergani ilçesine bağlı Hilar köyünün hemen aşağısındaki ahşap yapının güzelliği, 'köye çıkmadan önce buraya uğrayın' diyor adeta. Buradaki bahçede de badem ağaçları çiçek açmış. Birkaç yavru köpek oynadıkları oyunu bırakıp, koşturarak geliyor, sizi ilk karşılayan onlar oluyor.

Berçem adlı bu mekanda balık da pişiriliyor ama asıl damak tadına göre servis edilen kebaplar, köfte ve saç tavası ünlü. Kır düğünü, konserler ve özel gecelerin de düzenlendiği Berçem’de iki kişi çalışıyor. Biri aşçı Yaşar, daha önce Kervansaray Otel’de çalışmış, Berçem açılınca buraya geçmiş. Mekanın sahibi kendini, “Benim adım Zülküf ama artist adım Zeki Yıldırım” şeklinde tanıtıyor. Yıldırım, “Artist adım” deyince merak ediyor insan.

25 YIL SONRA KÖYÜNE DÖNDÜ

Zeki Yıldırım 25 yıl önce, “Ben müzisyen olmak istiyorum” diyerek ayrılmış baba evinden. Babasının, ailesinin itirazlarına kulak asmamış, yüreğinde 'artist olmak' hevesi taşıyan birçok kişinin yaptığını yapmış, kapağı İstanbul’a atmış.

Piyano, gitar dahil birçok enstrüman çalabiliyor Yıldırım. Yıllarca sanatçılara eşlik etmiş, televizyon programlarına müzik grubuyla katılmış, bir de albüm hazırlamış. Dediğine göre Berçem’de düzenlenen bazı özel gecelerde hâlâ sahneye çıkıyor.

Zeki Yıldırım

25 yıl sonra, Ergani ilçe merkezine 5-6 kilometre uzaktaki bu ıssız yere yerleşme kararı almasını ise, “Demek ki bir doyuma ulaştım” şeklinde tarif ediyor. “İstanbul’a ve müziğe doyulur mu?” sorusuna ise, “Müzik devam ediyor bir şekilde, benim için çok önemli. Ama İstanbul artık yaşanılacak bir yer olmaktan çıktı” cevabını veriyor.

Hilar’a dönme kararıyla ilgili, “Ne kadar uzak kalsam da burası benim memleketim. Bir şey yapacaksam burada yapmak istedim” diyor Yıldırım. Yapıyı kendisi inşa etmiş, “Günlerce çalıştım, çivi çaktım” diyor. Berçem’in bahçesine 300 çam ve 150 gül dikmiş. Bahçede gördüğümüz köpek yavruları için, “Ergani’den getirip bu civara bırakıyorlar kedileri, köpekleri. Onlara da biz bakıyoruz” diyor.

Ama asıl büyük projesi için onay bekliyor Yıldırım. “Turistlerin gelip birkaç gün kalabileceği bir tatil köyü yapmak istiyorum” diyor.

HER YERDE TARİH VAR

Dağın yamacındaki tarla dedelerinden kalmış olsa da burada tesis kurabilmesi için onay alması gerekiyor Yıldırım’ın. Çünkü tarla SİT alanında. Yıllardır ekin ekilip biçilen tarlada şimdiye kadar arkeolojik bir kazı çalışması yapılmamış ve tarihi Çayönü ile Hilar kalıntılarının bir kısmının da burada olma ihtimali var.

Yıldırım, kendi gözlemlerinden yola çıkarak, Berçem’i inşa ettiği tarlada tarihi bir bulgu olmadığını savunuyor. Ama bana öyle geliyor ki dağın yamacındaki tarlada nelerin olup olmadığını ancak arkeolojik bir çalışmayla kesinleştirmek mümkün. Çünkü bütün bölge, henüz ortaya çıkmayan yer altındakiler dışında da zaten bir açıkhava müzesi gibi!

Zeki Yıldırım, Çayönü’nü göstermeyi teklif ediyor. Taşlarla döşenmiş bir yoldan Çayönü’ne doğru giderken, bölgenin tarihini, geçmişini de anlatıyor. “Çayönü ilk yerleşim yeridir” diyor ve Hilar mağaralarını göstererek, “Hilar’daki mağaralar, mezarlar ve diğer şeyler daha yakın döneme aittir. Roma ve Bizans kalıntılarıdır. Çayönü ise ilk yerleşim yeridir. Buğday burada yetiştirilmiş, şarap burada yapılmış, hayvanlar evcilleştirilmiş...”

Buradaki ilk kazı çalışmasını ünlü arkeoloğumuz Halet Çambel başlatmış. Şimdilerde ise kazının başkanlığını Aslı Erim Özdoğan yürütüyor. Ancak kazı çalışmaları için ödenek ayrılmadığını da ekliyor Yıldırım. “Çayönü dünyanın başka bir yerinde olsa şimdiye kadar kazılar çoktan bitmiş olurdu. Burası insanlık tarihi için önemli bir yer. Aynı zamanda kazı çalışmaları bitmiş olsa binlerce turist gelirdi buraya.”

DERENİN ARDINDAKİ ÇAYÖNÜ

Hilar dağının eteğinde yaptığımız yürüyüş Çayönü’ne kadar getiriyor bizi. Hilar ile Çayönü arasındaki dere, bahardan aldığı güçle akıyor. Karşıya, Çayönü’ne geçmek mümkün değil çünkü bir köprü yok ve su hem sert akıyor hem de derenin içindeki kaya parçalarının kaygan olduğunu söylüyor Yıldırım: Düşüp yaralanabiliriz!

Hilar kayalarına çıkıp oradan görmeye çalışıyoruz Çayönü kazılarının yapıldığı alanı. Etrafı çevrilmiş alandan kazılmış yerler görülebiliyor. “Yıldırım, kazının binde biri ancak yapıldı” diyor. Küçük bir tepede kazı alanı. Derenin ardındaki Çayönü, tarihle buluşmaya davet ediyor adeta. İnsan bakarken, 'kim bilir neler çıkacak' diye düşünmeden edemiyor. İnsanlık tarihinde birçok ilkin gerçekleştiği bir yer neden ihmal edilir ki? Yeraltındaki hazine neden ortaya çıkarılmaz? Çok basit sorular aslında ama cevapları karmaşık demek ki!

.

İNEK OTLATAN ÖĞRETMEN

Zeki Yıldırım, bir süre Hilar mağaralarını, harabelerini de gezdiriyor. Çocukluğu bu tarihi mekanda oyunlar oynayarak geçmiş. Tarihi fark etmesi elbette uzun sürmüş. Mahzenleri, mezarları, tapınakları, sarnıçları gösteriyor. Sonra işinin başına dönmek için izin istiyor. Ama daha görülecek yerler var. Köyün yolunu tarif ediyor, “Buradan gidersen köye çıkarsın. Orada kilise kalıntısı da var” diyor.

Yoğun tezek kokusu taze bahar havasına karışınca köye varıldığı anlaşılıyor. Ortalıkta kazlardan ve tavuklardan başka kimse yok. Uzakta bir iki köpek havlıyor. Köyün sonundaki vadi müthiş görünüyor. Vadide futbol oynayan çocukların bağrışları yankılanarak ulaşıyor.

Bazı kalıntılara, duvar resimlerine, içi suyla dolu mağaralara tanımadan ve merak ederek bakıyorum. Biraz ileride, cep telefonundan görüntülü konuşan bir adam görüyorum. Elindeki sopadan, yakınındaki ineklerden bir çoban olduğunu tahmin ediyorum. Selam verip, Zeki Yıldırım’ın görmemi istediği yerleri soruyorum. Telefonu kapatıp yanıma geliyor.

Adının Nesip olduğunu öğrendiğim adam, aslında Ergani’de çalışan bir muhasebe öğretmeni. Okuldan çıkıp köyüne döndüğünde yaşlı annesinin ineklerini otlatıyor. Köyde yaşamaktan çok memnun, “Zaten ilçe şurası, bir şeye ihtiyacım olursa giderim” diyor.

KİMLER GELMİŞ KİMLER GÖÇMÜŞ HİLAR’DAN

Nesip, çok uzakta, vadinin öte yakasındaki bir köyü işaret ediyor, “Bizimkiler oradan gelip yerleşmişler Hilar’a” diyor. Sonra bir başka köyü gösteriyor, “Bu Gürcü köyüdür” diyor. “Devlet onları alıp buraya yerleştirmiş. Bir Gürcü mutfakları vardır hâlâ ama asimile olmuşlar. Kürtçe konuşuyorlar ve Türkçeleri biraz gariptir.”

Gürcüler, çok uzaklardan ve bambaşka bir kültürden göç etmiş, bu topraklara yerleştirilenlerin bir kısmını teşkil ediyor. Peki, ya buradan göç edenler? Onlara ne oldu, kim bilir?

Nesip, dedesinin anlattıklarından yola çıkarak, bir zamanlar Kürtler ile Ermenilerin Hilar’da birlikte yaşadıklarını söylüyor. Nesip, “1915’ten önce gitmeye başlamış Ermeniler, sonra kimse kalmamış zaten” diyor. Nesip, Yahudiler ile Süryanilerin de Hilar’da yaşadığına dair bilgiler bulunduğunu belirtiyor.

Bir zamanlar bir kilisenin olduğu yeri gösteriyor. Oranın bir kilise olduğunu gösterir hiçbir şey yok aslında. Topraktaki taşlar ise bir binanın krokisini çizebiliyor ancak. Köylülerin kilise ve diğer eski yapıların taşlarını kendileri için inşa ettikleri evlerde kullandığını da dile getiriyor Nesip.

Epey mağara, duvar resmi, kalıntılar gösteriyor ve dili döndüğünce, bilgisi yettiğince anlatmaya çalışıyor. Ancak bunların hiçbirinin üzerinde ne olduklarını anlatan bir şey yok. Benim gibi Hilar’a rastgele gelen birisi, eğer Nesip’e tesadüf etmezse, gördüklerini anlamlandıramadan geri dönecek ne yazık ki.

Nesip, “Bir güneş saati var” diyor ama vakit akşam oluyor. Dolayısıyla Şemsi tapınağını, Makam Dağı’nı ve daha kim bilir neleri görmek başka bir sefere kalıyor.

Çayönü neden önemli?

Anadolu'da ilk tarım toplumlarının en eski köy yerleşmelerinden biri olan Çayönü Tepesi, günümüzden 10 bin yıl önceye, 'çanak çömleksiz neolitik dönem'e tarihleniyor. Çayönü sadece bölgenin için değil bütün dünyanın uygarlık tarihi için önemli. M.Ö. 7 bin 500-5 bin arasında aralıksız olarak daha sonra da aralıklarla iskan edilen Diyarbakır kent uygarlıklarının ilk temellerinin atıldığı Çayönü; insanların göçebelikten yerleşik köy yaşantısına, avcılık ve toplayıcılıktan besin üretimine geçtikleri 'Neolitik Devrim' olarak da bilinen teknolojik yaşam biçimi, beslenme ekonomisi ve insan-doğal çevre ilişkilerinin tümü ile değiştiği kültür tarihi ile ilgili buluşlarda bir çok ilki de içeren bir yerleşme. Yabani buğday, mercimekgiller gibi bitkilerin tarıma alınması, koyun ve keçinin evcilleştirilmesi ile Çayönü bilimsel açıdan büyük önem kazanmıştır.

Çayönü ayrıca 'Bereketli Hilal' olarak adlandırılan ve Mısır'dan başlayarak tüm Mezopotamya bölgesini kapsayan bölgedeki insan yerleşimlerinin kuzeye doğru yayıldığı harita içinde önemli bir merkez olarak kabul ediliyor. Bölgede ilk olarak 1968 yılında başlayan kazılar 1991'e kadar belirli aralıklarla yürütüldü. Bu tarihten itibaren güvenlik gerekçesiyle ara verilen çalışmaların 2015 yılında yeniden başladığı açıklanmış ancak bu kez de ödenek sıkıntıları gündeme gelmişti.

Çayönü yerleşmesinde çıkan buluntular: Çakmaktaşı, obsidyen, bazalt, doğal bakır, oraklar, kazıyıcı - delici aletler ve çeşitli süs eşyaları... Çayönü yakınlarında Çakmaktaşı yatakları tespit edilmiş fakat Çayönü insanı kalitesiz çakmaktaşı kullanmamıştır. Yeri tam olarak bilinmeyen bir yerden çakmaktaşı getirtip kullanmışlardır. Hammaddenin yüzde 30’unu oluşturan obsidyenin ise yörede kesinlikle olmayıp dışardan getirildiği düşünülmektedir.