Şevval Sam ve Figen Şakacı anlattı: Müzeyyen Senar da oradaydı…

97 yıllık ömrünün 84 yılını şarkılar söyleyerek geçiren Müzeyyen Senar'ın hayatı müzikal bir yolculuk oldu. "Müzeyyen" müzikalinde Senar'ı canlandıran Şevval Sam ve müzikalin metin yazarı Figen Şakacı ile konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Türk Sanat Müziğinin en önemli isimlerinden Müzeyyen Senar'ı hayatıyla, şarkılarıyla, 12 yaşında bir kız çocuğu olarak kaçıp İstanbul’a gelişinden Atatürk’ün önünde şarkı söyleyişine kadar önemli anılarıyla anlatan “Müzeyyen” müzikali bu akşam 20.30’da seyircisi karşısına çıkacak.

84 yıllık sanat hayatına pek çok unutulmaz eser sığdıran Senar'ın hayatındaki dönüm noktalarını onun seslendirdiği şarkılarla harmanlayan müzikalin metni Figen Şakacı, rejisi ise Engin Alkan’ın imzasını taşıyor.

Geçen hafta yapılan galanın ardından seyirci önüne çıkacak müzikalin ilk gösterisi öncesinde Şevval Sam ve Figen Şakacı ile buluştuk. Müzikalin nasıl ortaya çıktığını, Şevval Sam'ın rolüne nasıl hazırlandığını ve elbette Müzeyyen Senar'ı konuştuk.

.

Müzeyyen Senar’ın size el vermesinden başlayalım. Nasıl gelişti bu durum?

Şevval Sam: El almak sembolik bir usta-çırak ilişkisi aslında… Hasta yatağında Müzeyyen Hanım, bana bir hikâye anlattı. "Ben daha küçücük bir kızdım. Sadi Işılay beni Deniz Kızı Eftalya’ya götürdü. O sırada Deniz Kızı Eftalya hasta yatağında yatıyordu. Kendisi çok önemli bir kadındı Türk müziğinde ve ben elini öptüm el aldım. Hayata bak, o sırada Deniz Kızı Eftalya hasta yatağında yatıyordu. Aradan 70 yıl geçmiş ve şimdi de ben hasta yatağımda yatıyorum. Sen benim ziyaretime gelip elimi öpüp el alıyorsun” dedi. Bir anda sanki hayatım aktı gözümün önünden. Müzeyyen Hanım’ın hatıra çekmecesinde, hafızasında hem kendime yer buldum hem de kimlerle buluştum. Kimler kimler… Atatürk ile, Selahattin Pınar ile buluştum, onun aşklarıyla, dönemle, gelenekle, o duygularla, o İstanbul ile, Cumhuriyet Dönemi’nin bütün davranışları ve çalkantılarıyla...

‘KİMİNİ EFKARA KİMİNİ NEŞEYE SÜRÜKLÜYOR…’

Bir yazar, gazeteci ve senarist olarak yazım süreci nasıl gelişti? Sizi zorlayan kısımları nelerdi?

Figen Şakacı: Ayıklama kısmı… Müzeyyen Senar bir hit ve herkesin duygu dünyasında bir imajı var. Müzeyyen Senar’ın onlarda uyandırdığı, tetiklediği bir duygu… Kimini efkara, kimini neşeye sürüklüyor.

Radi Dikici’nin kitabından çok yararlandım. Orada bir hikâyeden çok etkilenmiştim. 13 yaşındaki bir ergenin bile Müzeyyen sevdalısı olduğunu görüyoruz. O kadar büyük bir kitleye hitap eden biri ki... 97 yıllık bir hayat, bir kadının hikâyesi… Bunu hem görseliyle birlikte düşünmek hem sözcüklerle, şarkılar arasında bir geçişkenlik sağlamak hem de bütüne baktığınız zaman gerçekten güçlü, kudretli yetenekli bir sanatkar portresi çıkarmak… Bu noktada Şevval ve Engin Hoca ile ana iskelet üzerinde yoğun çalıştık. Okurken belli başlı dönemlere yoğunlaştık. Seçtiğimiz dönemler, durumlar ve duygularla birlikte ortaya bir bütün çıkardı.

‘ŞEVVAL’İN MÜZEYYEN SENAR’LA KARAKTERİSTİK ORTAKLIKLARI VARDI’

Yazma sürecinde Müzeyyen Senar’a dair neler düşündünüz?

F. Ş.: Müzeyyen Senar demek bir usul, adap, özgünlük demek… Taklit edilemez, kopyalanamaz bir karakter. Müzeyyen Senar gerçekten parmak izini bırakmış özgün bir karakter.

Bu özgünlüğü sahneye aktarmanın yolunu nasıl buldunuz?

F. Ş.: Portreyi tamamlayacak, bu özelliklerini ortaya çıkaracak aynı zamanda da hikayelerle bunu tamamlayacak bir akış ve matematik kurdum. 4-5 ay sürdü. Şevval’in sahnede oynamasına gerek kalmadan Müzeyyen’in hayat hikayesiyle özdeşlik kurabileceği karakteristik ortak özellikleri vardı ve bu işimizi kolaylaştırdı.

Bunlar nelerdir?

F.Ş.: Müzeyyen Hanım, popüler müzik piyasasının içinde kendi kurallarını koyarak kimseye hizalanmadan yaşadı. Benim arkadaşım Şevval de öyledir. Bu onunla en çok gurur duyduğum özelliklerinden biridir.

F.Ş. : Müzeyyen Hanım da ne gazinoların kurallarına itaat etmiş ne patronların buyruklarına boyun eğmiş ne de kolundan tutulup birileri tarafından sürüklenmiş. O nereye gidiyorsa onun peşinden gidilmiş. Sağlam bir omurgan olmazsa ayağın kayar. Bunun için yetenek kadar ciddi bir omurga da gerek.

Ş.S.: Ama tabii şöyle ki hedefine neyi koyduğunla da çok alakalı… Tutunmak ise derdin o zaman hakikaten bindiğin geminin düdüğünü de çalabilirsin. Ben de Müzeyyen Hanım gibi hep kalbimin peşinden gittim. İç yolculuğuma önem verdim.

F.Ş.: İnsan “olan” bir varlık değil. Müzeyyen Hanım da ölene kadar “Oldum” bittim dememiş. “Daha bir sürü söylenecek şarkı var?” diye diye yaşamış.

‘HAYATA DOSTLARIYLA TUTUNMUŞ’

Müzeyyen Senar 12 yaşında evden kaçıyor. O kadar küçük yaşta nasıl tutunuyor hayata? Yakınlarında kimler var?

Ş.S.: Hayata dostları ve üstatlarıyla tutunmuş. Tabii annesi hiç yalnız bırakmamış. Şimdiki gibi müzisyenler arasındaki rekabet duygusu o dönemlerde yok. Müthiş bir paylaşım var. Birinin işi çıktığı zaman birbirlerinin yerine assolist olarak çıkıyorlarmış. Birinin kıyafeti yoksa diğeri ona kıyafetini veriyormuş. Müzeyyen Hanım’a enstrüman çalan üstatlar aynı zamanda onun en yakın arkadaşlarıymış. Onlarla meşk ederken aynı zamanda müthiş bir dostluk paylaşıyormuş. Müzikle konuşup, müzikle ağlıyorlarmış.

Birbirlerinin aşk acılarını paylaşmışlar. Müzeyyen Hanım’ın büyük bir aşkı var, Tevfik Hamza Bey (Suudi Arabistan Sefiri). Cemiyetten dolayı ilişkileri kopmuş. Şarkıcı olduğu için o cemiyetin sınıfsal bir üst bakışı varmış. Müzeyyen Senar, küçümsedikleri bir insan haline dönüşmüş. Yapılan dedikodular ilişkilerini, evliliklerini bitirmiş. Yıllar sonra bir yere giderken havaalanında Tevfik Hamza Bey ile karşılaşıp sarılıp ağlaşınca, onları izleyen müzisyen arkadaşları da bir köşede onlarla birlikte ağlamış.

F.Ş: Bu müzikalde çalan müzisyenlerin hepsi bir dönem Müzeyyen Hanım’la çalmış kişiler… Farklı şehirlerden geldiler. Onlar da hem çalıp hem Şevval'i izlerken çok duygulandılar. O eski günlere geri döndüler.

Ş.S.: Evet, onlar “Biz artık çok yalnızız. Artık o assolistler yok, öyle müzisyenler, dinleyiciler yok” diyorlar.

Müzeyyen Senar sahnede, provada nasılmış?

F.Ş.: Müzeyyen Hanım sürekli garsonları sahneye çıkmadan önce uyarırmış, aman fazla hesap yapmayın aman fazla bahşiş almayın, dinleyici küstürmeyin diye… Bazen aldığı yevmiyeleri, “Aman bu bana fazla” diye geri yollarmış. Bir gazinodan ayrıldığı zaman “Müzeyyen Senar gitti” diye önce garsonlar ağlarmış. Öyle güçlü ilişkiler kurmuş.

Müzeyyen Senar’ın kızı Feraye Hanım sahnede size eşlik etti. Neler hissettiniz?

Ş. S.: Orijinali Ferahi olan bir zeybeği Müzeyyen Hanım çok sevmiş ve Feraye olarak değiştirip kızına da bu adı koymuş. Feraye Hanım ilk provada da, oyunda da bizi yalnız bırakmadı. O da çok duygulandı izlerken... Öyle Feraye Hanım sahneye çıktığında Müzeyyen Senar da o gece aramıza katılmış gibi oldu.

Müzeyyen Senar’ın şarkılarından içinizde en çok yer etmiş olanı hangisidir? 

F. Ş.: Keklik’in ayrı bir yeri vardır.

Ş. S.: İlk aklıma gelen Hicran Hastasıyım oldu. Hangisini söyleyeyim ki bende o kadar çok şarkı var. Ben alaturkayı Müzeyyen ile sevdim. Yani çok iyi başka solistler de var. Ancak Müzeyyen’de başka bir şeyler var. Müzeyyen’in o hovarda hali, küçük kız çocuğu hali… Onun o halkın içinde olma hali… Kendini sırça bir fanusa kapatmamış olması, starlık derdine düşmemesi, kalbinin sesini dinlemesi… Bütün o doğallık içindeki tezahürü ve insanlardaki karşılığı zannediyorum insanlarda Müzeyyen’i farklı bir yere taşıdı.