Guguk Kuşu'nu nasıl çektik?

Guguk Kuşu'nun çekim sürecini Michael Douglas ve Louise Fletcher anlatıyor. Douglas, Nicholson ve Forman'ı nasıl bulduğunu Fletcher ise rolüne nasıl hazırlandığını anlatıyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR-  Guardian gazetesi her hafta bir sanat eseriyle ilgili olarak Nasıl Yaptık isimli bir köşe hazırlıyor. Bu hafta ABD sinema tarihinin en büyük klasiklerinden biri olan Guguk Kuşu'nun çekim sürecini o yıllardaki yapımcısı Michael Douglas ve Hemşire Ratched rolünü canlandıran Louise Fletcher anlatıyor.

Michael Douglas (Yapımcı)

Babam Kirk Douglas 1960'ların başında Ken Kessey'in romanının hakları aldıktan sonra ondan bir Broadway oyunu çıkardı ve başrol olan RP McMurphy karakterini de oynadı. Çok uzun yıllar boyunca romanı bir sinema filmine dönüştürmek için uğraştı ama başaramadı. O dönem ben de Santa Barbara'da üniversitede okuyordum ve Vietnam'da olanlar sayesinde siyasi olarak epey aktiftim. Kitabı çok sevmiştim. Sistem karşıtı bir adamın hikayesi çok akıllı bir biçimde kurgulanmıştı. Bu romanın yapımcılığını yapmayı  hiç düşünmemiştim ama gene de babama "bunun üzerinde bir çalışayım" dedim.

DERTLERİNİ ARKADAŞINA ANLATIP PSİKİYATRİSTE GÖNDERİYORDU

Bana Milos Forman'ın işlerini tanıtan ilk senaryo yazarımız Lawrence Hauben oldu. Koşun İtfaiyeciler (The Firemen's Ball) filmi aradığımız bütün özelliklere sahipti. Tek bir kapalı mekanda geçiyordu, hikaye kendinden menkul  karakterlerle doluydu  ve üzerinde oynamalar yapmak mümkündü. Milos Forman o zamanlar New York'taki Chelsea Hotel'de kalıyordu.  Bir rivayete göre psikolojisi bozulmuştu, sorunlarını Çek asıllı bir arkadaşıyla paylaşıyordu. Arkadaşı da onun anlattıklarını bir psikiyatriste anlatıyordu. Forman, bütün bunlar olurken hiç bir şekilde binadan çıkmamıştı. Buna rağmen uçağa binip Kaliforniya'ya bizimle buluşmaya gelmişti. Oynayacağı kartları kimse görmesin diye göğsüne kadar çeken diğer yönetmenlerin aksine senaryonun üstünde sayfa sayfa çalışıp nerede ne yapacağını bize tek tek anlatmıştı.

Yapımcı ortağı Saul Zaentz plak şirketi Fantasy Records'un sahibi ve sıkı bir kitap kurduydu. Zaentz, Kessey'e büyük bir yakınlık duyuyordu. Bu yüzden ilk denemeleri ben ve Larry yaptıktan sonra Saul,  Kessey'e senaryo uyarlamasını kendisinin yapmasını o'na hisseden pay verileceğini söyledi. Bu bizim en uzun süren sıkıntımız oldu çünkü kendi eserini uyarlamaya çalışan her romancıda olduğu gibi işler yürümedi.  Bu yüzden ekonomik darboğaza bile düştük. Saçmaydı ama galiba egosunu savunabilmesinin yolu da buydu.

Mc Murphy rolüne Jack Nicholson'u filmin yönetmenliği için ilk adaylardan biri olan Hal Ashby önerdi. Nicholson'u ilk bakışta o rolde hayal etmek çok zordu çünkü daha önce hiç öyle bir tipi oynamamıştı. Jack'in programı yüzünden filmin çekimini altı ay erteledik ama Nicholson'un varlığı bizim için bir nimet oldu. Bu sayede doğru uyumu yakalama şansımız oldu.  Kızılderili şefi Bromden'ı oynayan Will Simpson'ı ise bir uçak yolculuğu sırasında tanıştığım  Oregon'lu bir araba satıcısı sayesinde buldum. Anlaşılan babası bir yerli Amerikalı mümessiliydi ve yerlilere bir sürü araba satmıştı.Uçakta tanıştığım satıcıya yerliyi oynaması için iri yapılı bir adam aradığımızı söylemiştim. Altı ay sonra şöyle bir telefon aldım: "Michael, lanet olası en iri kızılderili önceki gün buraya geldi."

BAZI OYUNCULAR KOĞUŞLARDA UYUDU

Saul ile birlikte aldığımız diğer bir çılgınca karar da filmi Ocak ayında Oregon'daki bir akıl hastanesinde çekmekti. Hastane öğlen üçten sonra karanlığa gömülüyordu. Bu durum, sonradan Jack'in danışmanını da oynayan Dean Brooks için de bir risk teşkil ediyordu Brooks, kendi hastalarını da filmin içine katmak istiyordu. Sonunda farklı bölümlerde birkaçının çalışması konusunda uzlaştık. Bunlardan birçoğunun  kriminal sebeplerden orada olduğunun farkında değildim. Sanat kısmında çalışan bir tane kundakçı vardı. Dean her hastayı bir aktörün gölgesi olarak belirlemişti. Kadrodaki oyuncuların bir kısmının gece koğuşlarda uyuduğu bile oldu.

Jack Nicholson herkesi kendi en üst performanslarını ortaya koymaları konusunda teşvik ederdi. O herkesi televizyonda beyzbol maçı seyretmek için etrafında topladığı sahneyi seyrettiğinizde bunun onun doğal yapısı olduğunu görürsünüz. Bir süre sonra Jack kendi performansını merak etmeye başladı ama Milos hiçbir zaman oyuncularının günün çekimlerini görmesine izin vermiyordu.  Bu arada oyuncular da Milos'a olan güvenlerini kaybetmeye başlamıştı. Bunda aslında yönetmen olmak isteyen Haskell Wexler'ın da payı vardı. Sonunda Milos'a Jack'e bir şeyler göstermesi gerektiğini söyledim. Milos çekimleri gösterince filmin gayet iyi durumda olduğu anlaşıldı. Bir süre sonra da Haskell'ı kovmak zorunda kaldım çünkü ya Milos gidecekti ya da o.

Filmi çekerken hem zamanımızı hem de bütçemizi aşmıştık. 2 milyon dolar olarak öngörülen bütçe 4 milyon dolara çıkmıştı. Saul'un ortakları benim onu kazıkladığımı düşünüyordu ama ikimiz de elimizde bir film olduğunu ve süreçte yanlış, hatalı bir an olmadığını biliyorduk. En iyi yönetmen, oyuncu, senaryo,k adın ve  erkek oyuncu da dahil 9 Oscar kazanmış bu filmi Hollywood'un büyük dağıtımcılarına götürdüğümüzde hiç biri dağıtmaya yanaşmadı. Guguk Kuşu'nun ardından akıl hastaları ortalıkta görünür hale geldi. Bu film sayesinde ilk defa gerçek insanlar olarak görülmeye başlanmışlardı

Louise Fletcher (Hemşire Ratched)

Oyunculuk kariyerime 11 yıllık zorunlu bir ara vererek şahane bir ev kadını ve anne olmuştum. Sonunda Robert Altman'ın Bizim Gibi Hırsızlar filminde oynamıştım. Milos Forman filmi Shelley Duvall'ı izlemek için seyretmişti. Guguk Kuşu'nda ona rol vermeyi düşünüyordu. Beni görünce kim olduğumu sormuş. Onu Hemşire Ratched  rolü almaya ikna  etmem için bir senede dört , beş defa görüşmem gerekti. Sonra öğrendim ki teklif ettikleri başka yıldızlar geri çevirmişler.

Böylece 4 Ocak 1975'te provalar için, ki her anı aha biçilmezdi, Oregon'a geldim.  Hastaların günlük rutinini izlemeye başladık ve grup terapilerine girdik. Jack'le birlikte sabahın altısında bir elektroşok terapisini izlemek bayağı ağır bir tecrübe oldu.

Hemşire Ratched'dan insani bir taraf ortaya çıkarmak az buz başarı değildi. Bir kere McMurphy'nin aksine geçmişi hakkında hiç bir şey bilmiyordunuz. Ondan bir canavar yaratmak da istemedim O şartlar altında kendisine inanılabilir, gerçek bir insan ortaya koymak istedim. Nixon'un istifaya zorlandığı o günlerde yetki suistimali konusunu ön plana çıkardım. İnsanların en iyisini bildiğine, yaptığına ne kadar inandığını çok net bir biçimde gördüm.

O çılgın saç biçimi ve dudağıma vazelin sürmek dışında hiç bir makyajım yoktu. Belli sınırlar içinde çalışmak zorundaydım ama gene de çok sayıda doğaçlama yaptım. Ve herşey çok doğal bir biçimde gelişti. En büyük olay grup terapi sahnelerinde üç kamera vardı ve normalde bir düz bir de teras açıyla çekim yapılırken alışılmadık bir biçimde Milos hepsini bir arada yapıyor ve bu büyük bir fark yaratıyordu.Böylece Jack veya başka bir hasta bir şey yaptığında (yüzünün kızarması gibi) bunu anında yakalayabiliyordu.

MILDRED'DAN SEVGİLERLE

Önceki günlerde Jack Ratched'ın ön isminin ne olduğunu sordu ve ben o sırada öylesine "Mildred" dedim. Tamamen o anda uydurmuştum. Birkaç hafta sonra Jack'in elektroşoktan zombi gibi döndükten sonra bana bakıp "Merhaba Mildred" dediği benim de şok olup sinirden yüzümün kızardığı sahne var. Benim en sevdiğim an bu.

Sonlara doğru baştan aşağı dar elbiseleri içinde gezen hemşire Ratched rolünün getirdiği kısıtlardan sıkılmaya başlamıştım. Oyuncu kadrosuyla sosyalleşmeyi bırakmıştım, çünkü rol için iyi değildi ama onlar da her gece acayip eğleniyorlardı ve ben fena halde kıskanıyordum. Sonra onlara nasıl bir veda hediyesi alırım diye düşünmeye başladım. Bir gün öğle yemeği arasında fotoğrafçıdan benimle koğuşta buluşmasını istedim. Daha sonra kesilmiş olan sahnelerden birinde  McMurphy  üzerinde sadece bir balina nakşedilmiş siyah ipeksi bir boxerla  kahvaltıya geliyordu. Üstsüz bir şekilde sadece o donu,  hemşire ayakkabısı ve kepini giydim. Betty Grable'ın savaş zamanı poster resmini canlandırıp, omzumun  üstünden bakarak poz verdim. Sonra hepsine fotoğrafı Mildred adıyla imzaladım.

Oscar törenleri harikaydı. Kazanacağımı düşünmemiştim ama gene de bir konuşma yazdım. Sağır olan aileme "Teşekkürler" diye imza attığımı kimselere söylemedim. Sonraki bir, iki sene beni havaalanlarında  durdurup "senden nefret ediyorum" diyen insanlar yüzünden biraz korkutucu geçti. Şimdi de en iyi kötüler listelerinde üst sıralardayım. Bir numarada genellikle Anthony Hopkins'in Hannibal Lecter'ı oluyor.