Olgun Özdemir: 'Yönetmen seyirciyi de yönetebilmelidir'

Yönetmen Olgun Özdemir ilk filmini anlattı. Özdemir, "Sinema sektörü, insanların büyük bir hevesle girdiği ama zorluklarını yaşayıp öğrendikten sonra kaçarak uzaklaştığı bir sektör… 'Sinemacı olmak istiyorum' diyen arkadaşlara öncelikli tavsiyem 'sabır' olacaktır" dedi.

Google Haberlere Abone ol

Yönetmen Olgun Özdemir ile ilk filmi “Vicdan Ağacı”nı, Türkiye Sineması’nın günümüzdeki durumunu ve sinema sanatının kolektif yapısını konuştuk.

Yönetmen kimdir?

Yönetmen dediğiniz kişi insan yönetir. Yalnızca setten bahsetmiyorum, seyirciyi de yönetir. Aynı zamanda seyircinin duygularını da yönetir. Seyircinin bir sonraki sahneyi tahmin etmesini sağlar. Mesela katilin kim olduğunu bulmaya çalıştırır ve bunu da filmin içine bilinçli olarak ipuçları yerleştirerek yapar.

Büyük bir salon sahnesi çektiğinizi düşünün. Kamera içeride dolaşıp hiç kesme yapmadan yani hata payı sıfır şekilde sohbet eden, dans eden insanları çekmektedir ve bu sahneyi tek planda aldığını varsayalım. Salonda yer alan bütün oyuncular, figürandan başrole, an ve an oyuncuların bütün hareketleri bir olay örgüsü içerisinde yönetmenin iyi planlanması sayesinde kusursuzca çalışır.

Yönetmen sete girmeden önce ne çekeceğini ve nasıl çekeceğini önce kafasında sonra da masa başında bitirir. Her türlü ihtimal ile sete gider, çıkabilecek sorunları ve sorunların çözümüyle. Bazen de şansla ama bilerek asla şansa bırakmaz.

Sinema dili ve gerçeklik meselesine dair ne düşünüyorsunuz? olgun1

Olanı göstermek ile olması gerekeni göstermek kişinin tercihine bağlı bir şeydir. Ben her zaman olması gerekeni göstermenin bir nevi karşı taraf üzerinde baskı yaptığı etkisini düşünmekteyim.

Bu tür baskılar kişiler üzerinde ters tepki yaratabilir. Bu sebeple olanı göstermek hem daha gerçekçi hem de kişiler üzerinde baskı etkisi yaratmayan bir yöntemdir. Eğer olanı gösterirsek gerçekliği olduğu gibi göz önüne sereceğimizden ötürü seçimi de seyirciye bırakmış oluruz. Bu yöntem onlardan biri olduğumuzu hissettirir ve daha verimli geri dönüş almamızı sağlar.

Türkiye Sineması’nın günümüz konjonktüründeki ekonomik ve estetik yansısı nedir?

Sinema ekonomik açıdan çok zor bir sanat dalı… Türk sineması bu anlamda sıkıntılı bir noktada… Seyirci sayımız dünya ile kıyaslandığımızda çok düşük bir seviyede. Olan seyirci rakamlarının büyük kısa da birkaç popüler filme gidiyor. Yüz elliden fazla film yapılan günümüzde maalesef filmlerin büyük çoğunluğu ciddi zarar ediyor. Bu işin bir tarafı elbette… Ama diğer bir yönden sinemamıza baktığımızda, Türk sineması gelişiyor. İsminden söz ettiren sinemacılarımız var. Başta Nuri Bilge Ceylan olmak üzere… Şu an dünyanın herhangi bir yerinde “on tane çok iyi yönetmen sayabilir misiniz” diye insanlara sorsak, Nuri Bilge Ceylan’ın adı eminim o on yönetmen arasında geçer.

Dediğim gibi bu bir bayrak yarışı… Nasıl Nuri Bilge Ceylan o bayrağı Yılmaz Güney, Metin Erksan gibi isimlerden aldıysa bundan yıllar sonra ondan da alacak isimler olacaktır. Bugün Kalandar Soğuğu aynı şekilde dünyadan ödüllerle dönüyor. Bu da bize kapılar açıyor. Bu anlamda güçlüyüz ve eminim ilerleyen zamanlarda çok daha iyi film yapan birileri olacaktır. Bu tarz ödüller cesaretlendiriyor. Bunları aldık, biz de Oscar alabiliriz diye genç arkadaşlarımız cesaretleniyor.

Uzun metraj film yapmak isteyen genç sinemacılara ne önerirsiniz?

Sinema sektörü, insanların büyük bir hevesle girdiği ama zorluklarını yaşayıp öğrendikten sonra kaçarak uzaklaştığı bir sektör… “Sinemacı olmak istiyorum” diyen arkadaşlara öncelikli tavsiyem “sabır” olacaktır. Çok çalışmalı, okumalı, araştırmalı ve çalışarak öğrenme sürecinde büyük bir sabır göstermeli, asla vazgeçmemeliler... Tabi, her şeyden önemlisi de, çok okumalı ve çok seyretmeliler. Geçmişin birikimlerinden alınacak güçle yolumuzu bulmak en sağlıklı ve en kolay olanı…

Sinemayı diğer sanat dallarından ayıran özelliği sizce nedir?

vicdan7 .

Genel olarak sanat, tarih boyunca her zaman büyük bir güç olmuştur. Toplumların gelişimi, eğitimi, yönelimleri ve vizyonları sanatla yol almıştır. Sinema, çok yeni bir sanat dalı… Fakat birçok sanat dalını birleştirerek ortaya çıktığı için en güçlüsü konumuna geldi. Bugün Amerika dünyayı yönetiyorsa, bunun büyük bir kısmını sinemaya borçlu diyebiliriz. Çünkü sinema ile bütün dünyaya ulaşabilir, hızlı tüketilir olmasının da verdiği avantaj ile mesajlarınızı milyarlarca insana aktarabilirsiniz.

İlk filminiz Vicdan Ağacı’nı çekerken beklentiniz neydi?

Vicdan ağacı filminden beklentim biraz daha içseldi. Öncelikle filmin tüm yaratım sürecindeki tek beklentim ve çabam kendi dilimi oluşturacağım ilk filmimin bir şeyler söyleyebilmesiydi. Sonraki aşamada ise, yani film hazır hale geldiğinde festival izleyicisi ile buluşmaktı. Burada şöyle bir hususu eklemek isterim. Sanat ve sanatçıdan bağımsız olarak her insanın en önemli isteği anlaşılma isteğidir. Bu yüzden her şeyden önce beklentim bir bakıma da anlaşılmak üstüneydi denilebilir. Umarım derdimi anlatabilmişimdir.

Vicdan Ağacı filminin hikâyesi ne tür bir çalışmayla ortaya çıktı?

Bir yaz güneye tatile çıkmıştım. Kuşadası’nın Kirazlı köyüne gitmiştim. Amaç organik kahvaltı etmekten senaryoya doğru ilerledi. Yan masadaki iki kişinin konuşmalarına kulak misafiri oldum. Bu hikâyeyi anlatıyordu bir tanesi. Çok ilgimi çekince özür dileyerek masalarına oturdum. Kendimi tanıtıp, konuşmalarına istemeden kulak misafiri olduğumu söyledim. Sağ olsunlar hoş karşıladılar ve sonra hikâyeyi tekrar anlattılar. Bu hikâyeyi film yapmayı istediğimi söyledim. Onlar da eğer orada çekeceksem ellerinden gelen yardımı yapabileceklerini söylediler. Sonra İstanbul’a gelince hikâyeyi yazmaya başladım. Film için klasikler, kütüphaneler, romanlar sizi bekler ama tercihim anlık duyduğum hikâyeler...

Sinema diğer sanat dallarına göre kolektif bir yapıyla şekil alıyor. Bu konuda ne söylersiniz?

Tek bir yanlış bile bütün filme mal olabiliyor bazen. Bu yüzden her aşaması çok önemli… Ama en önemli kısım ön hazırlık kısmı. Ben filmlerimin çekimlerinde olabilecek her türlü aksaklığa engel olabilmek için ön hazırlıkta ekibimle çok yoğun çalışıyorum. Set başlayana kadar herkes ne istediğimi çok iyi anlamış ve bilmiş oluyor. Mümkün olduğunca da ekibimi değiştirmemeye çalışıyorum. Zira ne istediğimi bilen bir ekibin olması benim sırtımdaki yükü de hafifletiyor.