Mark Levitas: 'Oyunun adından korktular destek vermediler'

Yönetmen Mark Levitas ile “Köpeklerin İsyan Günü” oyununu konuştu. Oyun 9 ve 23 Nisan tarihlerinde Zorlu Performans Sanatları Merkezi'nde görülebilecek.

Google Haberlere Abone ol

Yazar Ceren Ercan’ın yazdığı “Köpeklerin İsyan Günü”nü oyunun yönetmeni Mark Levitas ile konuştuk. Levitas’ın, “bu proje Ceren Ercan’ın Madam Bovary’den serbest bir esinleme yapmak isteğiyle ortaya çıktı.” sözleriyle aktardığı oyun, 9 ve 23 Nisan tarihlerinde Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde, 11 Nisan’da İstanbul Sabancı Üniversitesi’nde, 17 ve 18 Nisan tarihlerinde de Sabancı Adana Uluslararası Tiyatro Festivali kapsamında gösterilecek.

‘’Platform’’ ne zaman kuruldu? Kimlerden oluşur?

2015 yılının Aralık ayında dramaturg-yazar Ceren Ercan ve oyuncu-yönetmen Mark Levitas tarafından, sahne sanatları alanında çağdaş içerik ve biçimlere odaklanmak üzere kurulmuş bir tiyatro topluluğudur. Öncelikli hedefi Türkiyeli yazarların güncel oyun metinlerini özgün reji önermeleri ile sahneye aktarmaktır. Platform, Türkiye ve yurtdışından, farklı yazar ve yönetmenlerle geliştireceği işbirlikleri ile tiyatroda kolektif üretim kavramını deneyimlemeyi amaçlayan bir topluluk olma yolunda çalışmalarını sürdürmektedir.

Ödeneksiz tiyatro yapmanın zorlukları nelerdir?

Öncelikle bağımsız bir tiyatro topluluğu olarak prodüksiyonu karşılayacak bütçeyi oluşturmak, prova mekânı bulmak ve ardından oyunu düzenli olarak oynayabileceğiniz bir sahnenizin olması bir oyunun seyirciyledayı1 buluşmasındaki üç temel engeli oluşturuyor. Yeni kurulan bir topluluk olarak oyuna finansman bulmak için uzun süre çaba gösterdik. Başvurduğumuz hiçbir yerden maddi destek bulamadık. Oyunun adı “Köpeklerin İsyan Günü” olduğu için projeye destek vermekten vazgeçenler oldu. Bizi en çok motive eden, Paris Şehir Tiyatrolarında çalışan bir dramaturgun sanat danışmanlığını yaptığı Lizbon Sao Luiz Şehir Tiyatroları’nın projeye ortak yapımcı olmasıydı. Oyunun diğer yapımcısı İstanbul Tiyatro Festivali hem maddi hem de teknik donanım desteği sağladı. Prova mekânımız olmadığından bu konuda çeşitli arayışlarımız oldu. Oyunun provaları süresince hem Black-Out hem de Beykoz Kundura mekân desteğini esirgemeyerek bize destek oldular.

Bağımsız bir tiyatro topluluğu için önemli bir sorun yaratım süresince bize eşlik edecek doğru ekibi oluşturmak bence. Özellikle oyuncu kadrosunu oluşturmak tiyatro oyuncularının televizyon sektörüne yenik düştüğü bir ortamda oldukça zor... Hem çekim programını hem de beraber çalıştığınız ödenekli kurum oyuncularının yoğun programını göz önünde bulundurduğunuzda çalışmak istediğiniz oyuncularla takvim oluşturmak son derece zorlaşıyor. Provaların başlangıç tarihini erkene çekip uzun ve yoğun saatler çalışarak bu engelleri ortadan kaldırmaya çalıştık. Festivalde oynadığımız ve sezonda devam etmeyi hedeflediğimiz Tatbikat Sahnesi kapanınca oyunun oynayacağı mekân konusunda yeniden zor bir sürece girdik.

Oyunun dekorun yüksek olması mevcut alternatif sahnelerde oynama durumumuzu ortadan kaldırdı. Zorlu Performans Sanatları Merkezi bize düzenli olarak oynayabileceğimiz Studio Sahnesi’ni tahsis edince oyun sezondaki yolculuğuna başlayabildi.

Alternatif tiyatro yapan bir yönetmen olarak gelecekle ilgili kaygılarınız nelerdir?

Uzun yıllar farklı alternatif tiyatrolarda çalışmış bir tiyatrocu olarak bu işin zorluğunu yakından bilen biriyim. Her yeni oyunda üretim koşullarını oluşturabilmek için mücadeleye sıfırdan başlamak oldukça yıpratıcı. Bu durumu bağımsız sanat yapabilmenin bedeli olarak görüp yola cesaretle devam etmek dışında bir alternatifiniz yok. Aksi takdirde pes etmek ve sisteme yenik düşmek zorunda kalıyorsunuz.

İstanbul’da sergilenen oyun sayısı her geçen gün artarken, seyirci sayısı da artış göstermekte… Seyircinin ilgisinin alternatif tiyatroya doğru kaymasının nesnel sebepleri nelerdir?

Yerel yönetimlerle sorun yaşayan ve sağlıklı bir kültür-sanat politikası oluşturamayan ödenekli kurumlar kendilerini tekrar etmekten öteye geçmeyen konvansiyonel oyunlar sahnelemeye devam ederken alternatif tiyatrolar kendi dillerini oluşturarak, hayata dair söylemek istediklerini özgürce ifade ettikleri güncel eserler ortaya çıkarıyor. Seyirci de bu tiyatroların heyecanına tanıklık etmeyi tercih ederek günün ruhunu yakalayan oyunlara yöneliyor. Maliyetlerin yüksek, bilet fiyatlarının pahalı olmasına rağmen salonların bu kadar dolu olmasını ve genç kuşağın alternatif tiyatroya olan ilgisini oldukça umut verici buluyorum.

‘’Köpeklerin İsyan Günü’’ neyi anlatıyor? Neden bu metni tercih ettiniz?

Öncelikle bu proje Ceren Ercan’ın Madam Bovary’den serbest bir esinleme yapmak isteğiyle ortaya çıktı. Romanın ana karakteri olan Emma Bovary’nin taşradaki sıkışmasını, günümüz İstanbul’unda Cumhuriyet ideolojisiyle yetişmiş Suzan’ın taşralaşan bir kültürün içindeki sıkışmasına taşıyarak bu karakter üzerinden sınıf meselesini tartışan bir oyun yazmak istediğini söyleyince çok heyecanlandım. Uzun yıllar başka bir tiyatroda yürüttüğümüz projelerin getirdiği güven duygusu, farklı sınıflardan ve toplumsal yapılardan gelen bu dört karakter aracılığıyla içinde bulunduğumuz dönemi anlama ve anlatma isteğimle birleşince bu metni hiç tereddüt etmeden sahneye taşımak istedim.

Oyunun bir yerinde, yoksul kadın, özgürlük konusunda tartıştığı yoksul arkadaşına “biz çalışıyoruz, onlar para veriyor. Özgürüz işte!” diyerek cevap veriyor. Post- modernizmde var köpekler2olan işçi kadının söylem ve anlayış olarak durduğu yeri bu sözlerle açıklaması, oyunun gerçekçiliği ile ilgili ne tür ipuçları veriyor sizce?

Serbest piyasa ekonomisinin dayattığı vahşi kapitalist sistem çalışan kesim için yok edici olmaya devam ederken işçi sınıfını çarkın dişlileri arasında un ufak ediyor. Oyunda, taşra kültüründen gelen bakıcı kadının içinde yaşadığı sistemi sorgulayabilecek bir bilince ulaşmadığını görüyoruz. Bir yandan özgür olduğunu öne sürerken diğer yandan evlerinde çalıştığı ailenin yaşam biçimine olan özlemi ve içinde bulunduğu konforu kaybetme korkusu Nesrin’i, yaşlı kadının ölüsünü günlerce sakladığı kendi trajik sonuna sürüklüyor.

Oyun, son on beş yılda sosyal ve ekonomik statüsünü kaybeden beyaz Türk bir burjuva ailesinin çöküşünü anlatıyor diye düşünüyorum. Burjuvazinin yoksullara ve farklı etnik kimliklere ötekileştirici ve tepeden bakan tavrını gerçekçi bir şekilde sahneye koymuşsunuz. Beyaz Türk bir burjuva ailesinin çöküşünün işçi sınıfı eliyle (yumruğuyla) değil de yeşil sermaye ile yıkılmasını ideolojik olarak nasıl açıklarsınız?

Çok doğru bir tespit olduğunu söylemeden geçemem. Yeşil sermayenin güçlenmesi batılı değerlerle yetişmiş Beyaz Türk ailelerin ekonomik güçlerini ve sosyal konumlarını kaybetmesine neden oldu. Beyaz Türk burjuvazisi, neoliberal ekonomik sistemin içerisinde gerçekleşmesi mümkün olmayan alt sınıfın yumruğuyla değil yıllarca ötekileştirilen muhafazakâr sınıfın güçlenmesiyle çöküşe geçti. Toplumun büyük bir kesimi kendi ötekileştirilme tecrübesi üzerinden iktidarla güçlü bir duygudaşlık kuruyor. Bu mağduriyet anlatısı toplumu peşinden sürüklerken neoliberal politikalarla uyumlu, yeni bir Türkiye inşa ediliyor.

Bana göre oyunun en sahici yanı, sınıfları ideolojik olarak incelerken cinsel kimliklerine de tabu olarak yaklaşmamanız… Evet, işçiler de sevişiyor, patronlar da… Fakat bu tiyatroda gerçekleşmesi zor bir eylem…

Oyunun sevişme sahneleri de dâhil, dekor ve ışık hususunda, estetiğine nasıl karar verdiniz?

Dekor konusunda Cem Yılmazer ile uzun mesai harcadık. Provaların başında çalıştığımız sahneler üzerine tartışarak çeşitli fikirler geliştirdik. Metinde birçok farklı mekân olmasına rağmen bunların reel olarak sahnede kullanmak istemediğimden emin olarak provaya başladım. Bir taraftan bir yapı kurup tüm bu sahne geçişlerine hizmet edecek bir dekor fikri aramaya devam ediyorduk. Provaların ilerleyen aşamasında sahnelerin aynı zamanda bir boşluk hissine ihtiyacı olduğunu böylece Yegâne Hanım’ın ya da köpeklerin varlığının seyircinin imgeleminde canlanmasını istediğimden emin oldum. Son geldiğimiz noktada oyunun ruhunu taşıyan soğuk, karanlık bir estetik barındıran gri beton kaidelere karar verdik.

İşçiler de sevişiyor, patronlar da, kesinlikle evet. Oto sansürün bu kadar yaygın olduğu bir dönemde oyunla ilgili tabular koymamanın oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Tiyatroda tabu olan şiddet ve cinsellik gibi konuların sahneye nasıl taşınması gerektiği üzerine oldukça kafa yordum. O sahnenin hangi estetik içinde oynandığı elbette oyunun genel estetiğiyle oldukça alakalı. Bakıcı kız ve köpek gezdiricisinin sevişme sahnesinin estetiği prova süresince oyunun estetiğiyle ilintili olarak değişti ve gelişti. Hem Batı toplumunda hem de ülkemizde üst sınıfın yaşadığı sosyal hayatın nimetlerinden yararlanamayan, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel düzeyi düşük gençliğin, şiddet ve cinsellik aracılığıyla var olmaya çalıştıklarını ve bu yolla hayata tutunduklarını düşünüyorum. Bu bakış açımı oyunumuz aracılığıyla seyirciyle paylaşmak benim için oldukça önemli. Bunu ilk fark eden yazar olduğunuz için ayrıca çok mutlu oldum.

Nerede, hangi günlerde oynuyorsunuz?

“ Köpeklerin İsyan Günü” 9 ve 23 Nisan tarihlerinde Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde oynamaya devam ederken 11 Nisan’da İstanbul Sabancı Üniversitesi, 17 ve 18 Nisan tarihlerinde Sabancı Adana Uluslararası Tiyatro Festivali kapsamında sahne alacaktır.