'Gazete kahvehane gibiydi'

‘Medyada ‘Kadın’ paneli yapıldı. Gazeteciler, mücadele edeceklerini söylediler.

Google Haberlere Abone ol

8 Mart Dünya Kadınlar Günü idi. Kadınların çoğunlukla yılda bir veya birkaç kez hatırlandığı, tüketim odaklı bakıldığı günümüzde, kadınlar her türlü engele rağmen kendi yollarını bulmaya çalışıyorlar. Haklarını savunmaya ve eril zihniyetle başa çıkmaya, bu olguyla mücadele etmeye çalışanların da giderek artan varlığı yadsınamaz. Aslında bu mücadeleler kadınların geçen on yıllara göre farkındalığını ve görünürlüğünü arttırdı. Ama gelin görün ki, yine her sene ciddi sayıda kadın cinayetleri işleniyor, erkekler mahkemelerde kadınlarla ilgili işledikleri suçlardan dolayı iyi hal indiriminden yararlanıyorlar ya da kadınların çalıştıkları işlerde çoğunlukla karar verici pozisyonda olmadıklarına her dönem şahit oluyoruz. Şirketlerin ve kamu kurumlarının en tepedeki karar verici pozisyonlarına baktığımızda, ya bir-iki görüyoruz ya da hiç kadın görmüyoruz.

İŞ DÜNYASINDAKİ ERKEK EGEMENLİĞİ

Yaşanılan bu olgu neredeyse her sektör için söylenebilir. Bu eşitsizliğe yol açan düşünce ve tutumun ağırlıkla ‘erkek’ zihniyeti yüzünden olduğunu da kabul etmeliyiz. Kadınları sadece bir güne sıkıştırmak ve bunu da ‘mış’ gibi yapmak, eril zihniyetin oynadığı bir tiyatro olsa gerek. Her defasında yeniden inşa edilen erkeklik hali toplumsallığını hala güçlü bir şekilde koruyor. Aile ve anne üzerinden okunan kadının, her defasında belli seçenekler arasına sıkıştırılarak, özne olması, kendi özgür seçimini yapması engelleniyor. Özne olabilmek, aynı zamanda kendi fikirlerini, yaşam biçimini, düşüncelerini ortaya koyup, dışarıdan gelen baskılara da aldırmaması, yaşamını bir erkeğe yanaşmadan dimdik ayakta durabilmesi anlamına geliyor.

İş yaşamına baktığımızda, eril zihniyet kadınları dört bir taraftan kuşatmış, kadınları çoğunlukla da kendine benzetmiş olduğunu görüyoruz. Bu pratikte gözlemlenen biçimlerin hayatın her alanında yaşadığımız gibi, daha kurumsal bir bakış açısına sahip olması gereken medyanın tam da aksi yönde haberler yaptığını fark edebiliyoruz. Haberlerin veriliş biçimlerinin subliminal olarak kadınları ötekileştiren, erkekliği bir şekilde öven anlayışla yazıldığını düşünüyor ve görüyorum. Topluma ve medyaya sinmiş olan bu cinsiyetçi anlayış, kadınların nasıl giyineceğinden tutun da, ne demesi gerektiğine kadar her sözü ve tutumu belirliyor.

Bu bakış açısının mutlak surette kamusal alanda ifşa edilmesi, örneklerle farkındalığının arttırılması bir o kadar önemli. Tabii ki, cinsiyetçi ve erkek merkezli bakış açısının bir günde düzeltilemeyeceğini de düşünmek yanlış olmayacaktır. Sonuçta, bu problemin çözülmesi bir süreç işidir ve hem küçüklükten başlayan bir eğitim ağı içinde hem Sivil toplum kuruluşlarının etkin çalışması hem de tepeden basın etiği ile ilgili kurulların yeniden yapılanması gerektiğini bilerek, dün medyadaki kadınlarla ilgili yapılan bir paneli paylaşmak istiyorum.

Geçen hafta Salı günü Hrant Dink Vakfı’nda ASULİS’in (Dil, Diyalog ve Demokrasi Laboratuvarı) düzenlediği ‘Medyada ‘Kadın’ isimli panel gerçekleştirildi. Panelin moderatörlüğünü Feyza Akınerdem yaparken, konuşmacılar gazeteci Banu Güven, Melis Alphan ve Emine Uçak Erdoğan idi. Konuşmacılar medyada kadının konumunu ve yaşadıkları ayrımcılığı anlattılar. Bu hikayelerin yanında, Feyza Akınerdem ASULİS’in yeni çalışması olan “Türkiye Medyasında Kadınların Temsili: Gazete ve İnternet Haberciliği Raporu”nu sundu.

TÜRKİYE MEDYASINDAKİ KADINLARIN TEMSİLİ

Hrant Dink Vakfı tarafından her yıl hazırlanan ‘Nefret Söylemi’ raporundan çıkan medyadaki kadın algısını cinsiyetçi örneklerle ortaya koyarak, basının nefret söylemi kapsamında yaklaşımını gösteriyor. Bu raporun çok değerli açılımlar kazandıracağını düşünüyorum. Kadınlarla ilgili haberlere bakıldığında, sterotip bir ‘kadın’ imajı veriliyor. Mesela bunlar, makbul kadın olabiliyor ya da mağdur kadın, canavar kadın veya yabancı kadın oluyor. Bu sıfatlarla yapılan haberler cinsiyetçiliği pompalarken aslında nefret söyleminin de zeminini yaratıyor. Bu rapor iki başlık altında incelenmiş; ‘Haberler Nasıl Yapılıyor’, ‘Nasıl Haberler Yapılıyor’.

Feyza Akınerdem birinci başlıkta inceledikleri haberlerin, cinsiyetçiliği üretmek için yapılmış eylemler olmamasına rağmen sonuçları itibariyle haberlerin cinsiyetçi olduğunu söyledi. Aslında tüm bu yaklaşımın, haberlerin okunma ve haberlere tıklanma tutkusuyla yapıldığını işaret eden Akınerdem, haberciliğin bir piyasa olması ve bu piyasa şartlarının tıklanmayı öncelemesi yüzünden gerçekleştiğini kaydetti. Bu tıklamaya götüren haberlerin verilme şekilleri ise, kadının erotize edilmesi, dini ve etnik aidiyetlerin öne çıkarılması, failin kadın olduğuna dair şaşalı başlıklar, içeriği saptıran sansasyonel ifadeler ve okurun yorumuna bırakılan bilgi boşlukları olarak ifade edildi.

İkinci bölümde anlatılan ‘Nasıl Haberler Yapılıyor’daki içeriğe dönük haberler incelenmiş. Bunlar, kadınlara dair haberlerin içinde verilen ‘makbul kadın’ ve ‘makbul olmayan kadın’, kadınlık ve erkekliği kabul gören sınırlara çağıran haberler, normatif kadınlık çerçeveleri (‘canavar’, ‘makbul’ ve ‘mağdur’) ve etnik, dini ve siyasi ayrımcılıklar olarak ifade edildi. Tüm bu haber yaklaşımlarından kurtulmak için özel bir çabanın olması gerektiğini vurgulayan Akınerdem, “rutinin bir parçası, okuru aktif bir pozisyona çağıran haberciliğin cinsiyetçi sonuçlar üretmemesi için sistemin değiştirilmesi, topyekün habercilik anlayışının değişmesine yol açacak çeşitli çalışmaların yapılması gerekiyor” diye konuştu.

'SORUNU İÇSELLEŞTİREN KADINLAR'

Raporun sunumu yapıldıktan sonra, söz sırası medyada çalışan gazetecilerin deneyimine geldi. İlk sözü Hürriyet gazetesi yazarı Melis Alphan aldı. Radikal Gazetesinde çalıştığı dönemde bu tip haberlere yaklaşımın hassas olduğunu belirten Alphan, Milliyet gazetesine geçtikten sonra, yazı işlerinde çalışanların ve editörlerin erkek ağırlıklı olduğunu söyledi. O dönemde yazı işlerinde yapılan toplantıların çok eril zihniyette olduğunu ifade eden Alphan, çalışanlar olarak bir araya geldiklerinde ve fotoğraflar gösterilmeye başlandığında kahvehane havasına girildiğini belirtti. Alphan, “bazen o masada tek kadın olurdum. Bir şey de söyleyemezdim. Elimde olsa çok farklı olurdu. Burada hem kadın olmanın verdiği bir suskunluk hem de genç olduğum için hep sessiz kalır, rahatsız olurdum.

Ama habere gitmek ile ilgili herhangi bir ayrımcılığa denk gelmedim” dedi. Hürriyet gazetesine geçtikten sonra kadın kimliğinin daha baskın olduğuna değinen Alphan, pek çok kurumda olduğu gibi, gazetenin internet sitesinde rahatsız edici başlıklar çıkabildiğini ifade etti. Alphan, böyle zamanlarda da sosyal medyada infial olduğunu belirtirken, “kadın çalışanlar olarak kendi aramızda örgütleniyor ve fikir alışverişinde bulunarak editöre veya yayın yönetmenine mail atıyoruz, tepkimizi gösteriyoruz” dedi. Bir takım şeylerin alttan yukarı doğru değiştirilebileceğini söyleyen Alphan, bunun küçük bir çaba olduğunu ve yetersiz kaldığını vurguladı.

Alphan, “çok önemli bir haber sitesinin yayın yönetmeniyle konuşmuştum. Skandal bir başlıktan olay çıkmıştı ve ona demiştim ki ‘erkek çalışanlara toplumsal cinsiyet eğitimi aldırsanız’, belki çözülebilir demiştim. O erkek yayın yönetmeni de bana ‘asla bir çözüm değil çünkü cinsiyetçi olup olmamak aile içinde başlayan bir şey ve o adamın hayata bakışı bu. Sen ne kadar uyarsan da, bir şekilde öğrenecek ama bir yerden sonra mutlaka patlak verecek. Çünkü o bu uyarıları içselleştirmiyor demişti” diye konuştu.

Alphan, habere bakış açısının ancak bilincin yükselmesiyle olur diye vurguladı. Öncelikle yöneticilerin bilinç sahibi olması gerektiğine değinen Alphan, erkek köşe yazarları yılda bir kadın sorunlarını yazınca sosyal sorumluluk projesiymiş gibi ele aldıklarını vurguladı. “Sadece genelde kadın yazarlar kadın sorularını yazıyor, çünkü sorunu içselleştiren onlar” diye durumun vahametine işaret etti. Alphan, medyanın haber verme şeklinin yargının bugünkü durumuyla benzeştiğini söyleyerek, gazeteciliğin de kuralları ve ilkelerinin belli olduğu, kadınlarla ilgili kuralların olmasına rağmen bu ülkenin hakiminin de, savcısının da eril zihniyetle karar verdiğini söyledi. Her alanda cinsiyetçilik yapıldığını belirten Alphan, medyanın kamusal sorumluluğundan dolayı daha dikkatli olması gerektiğini ifade etti. Alphan, “haber artık ticari bir unsur, dolasıyla kadın sömürülmeyi bekleyen, tıklanmak için kullanılan bir meta” dedi.

'GAZETE ORTAMI KAHVEHANE GİBİYDİ' 

Melis Alphan’nın konuşmasının ardından, gazeteciliğe ilk başladığı sıralarda bir yıl kadar tek kadın olarak çalıştığını anlatan Emine Uçak Erdoğan, kendisinden önce çalışan bir kadın gazetecinin dayanamayıp ayrıldığını ve gazetenin ortamının kahvehane gibi olduğunu söyledi. Erkek meslektaşlarının kendi aralarında sürekli küfür ederek konuştuklarına değinen Erdoğan, onlar küfür edince kendisinin kızarıp bozardığını, çok rahatsız olduğunu ifade etti. Geçmiş dönemlerdeki siyasi ortamın da etkisiyle gazetecilik yapamayacağını düşünerek sinema alanında da şansını denediğini belirten Erdoğan, “bir kadın oyuncu var, diğer erkek oyuncular onu rahatsız ediyorlar.

Cinsiyetçi şakalar yapıyorlar. Giyimimle ilgili dalga geçiyorlar. Herkesin önünde erkek oyuncular çok rahat giyinip soyunuyorlar” diye yaşadığı sıkıntıları dile getirdi. 5-6 yıl önce İstanbul Bahçelievler’de bir genç kız cinayeti örneğini veren Erdoğan, haberde başörtülü olan kızın elindeki içecekle fotoğraflanarak servis edilmesinden dolayı ‘öldürülmeyi hak etmiş’ gibi yansıtıldığını söyledi. Konu kadın olunca cinsiyetçiliğin her mecrada kolayca yapıldığını ifade eden Erdoğan, bunun sadece kadın meselesi olmadığını, toplumsal olarak zihniyetin ayrımcılığa olanak verdiği için haberlerin de bu mantıkla kurgulandığından bahsetti.

'GAZETELERDE KADIN BAKIŞI EKSİK'

Emine Uçak Erdoğan’ın konuşmasından sonra, Banu Güven, “gazetelerin yönetiminde kadın bakış açısının eksikliği doğrudan bahsettiğimiz sonuçları ortaya koyuyor. Türkiye’de etkin bir basın konseyinin olmamasının, bir takım etik değerlerin genel olarak yerleştirilmemiş olmamasının da bir sonucu olarak görebiliriz. Basın Konseyinin etkin çalışmamasının bir nedeni de, siyasi kültür meselesi olarak söyleyebiliriz” dedi. Güven, geçen yıllarda Basın Konseyi’nin bir gazetenin kadın muhabirinin g-stringi görünüyor diye yapılan haberi sonrası cezaya çarptırılmadığını söyledi. Bu durumun inanılır bir şey olmadığını belirten Güven, o dönem Basın Konseyi’nin tepki göstermemesinin çok ağırına gittiğinden bahsetti.

Güven, “geçtiğimiz yıllara göre basında çok fazla şey değişti ama unutmayalım ki, mecliste kadınlar tartıştığında, kadınlar tarafından da çok okunan erkek köşe yazarlarından biri köşesinde ballandırarak kadınlar için ‘saç saça, baş başa’, ‘mecliste görmek istemeyeceğimiz davranışlar’ diye yazmıştı. O kadar cinsiyetçi tarafından bakıyor ki, bu saç saça baş başa ifadesinin aslında kendi içinde barındırdığı cinsiyetçiliğin farkında mısınız? Niye erkek için saç saça baş başa ifadesi kullanılmıyor? Sonrasında bu kavganın içinde yer almış olan kadın vekillerle, biraz feminist bakış açısına sahip olanlarla konuştuğumda, tam da olmaması gereken şey dediler ” diye konuştu. Web sitelerinde çıkan haberlerin arasına cinsiyetçi ve cinsellik barındıran ifadelerin sokuşturulduğunu söyleyen Güven, “o başlıklarda ‘kocası onu böyle görünce ne oldu’ başlığını ver, ‘oradan galeriye düşsün’ ve ‘linke tıklayarak devam et’ tekniğinin çok eskiden beri kullanılıyor, ama bu yöntem tutuyorsa da yuh olsun! Hakikaten tepem atıyor, çok sinirleniyorum.

Eskiden de şunu yaparlardı. Bizleri ekran yüzü olarak kullanırlardı. Bir dergideki röportajdan, bir fotoğrafım bulunmuş. Haberin içeriği eski halim diye çıkıyor ve ardından benimle ilgili veya ilgisiz bulduğu elli fotoğrafı arka arkaya koyuyor. Sonuçta gazete senin bir takım fotoğrafların üzerinden rating alıyor” diyerek medyanın genel tavrından şikayet etti. Güven, kadınlar olarak biraz daha ses çıkartmaları gerektiğini vurgularken, “çağdaş cumhuriyet kadını iddiası var ya, CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu bile ‘kadınlarımız’ diyor. Ya ben ‘erkeklerimiz’ diye konuşuyor muyum? Hayır! Nasıl hak iddia ediyorsunuz kadınlar için?” diyerek eleştirdi.

Oturumun ikinci bölümünde medyadaki kadın imajının nasıl düzeltilebileceği ile ilgili öneriler konuşuldu. İlk sözü alan Melis Alphan, bu sorunun en tepeden, yani siyasetten başladığını söyleyerek, bir örnek vererek devam etti. Alphan, 1980’den beri kurulan hükümetlerde toplam 528 bakandan yalnızca 21’nin kadın bakan olduğunu ve bakanlık titrinin sadaka gibi dağıtıldığını, bir tanesinin de banko aile, bazen de çevre bakanlığı olduğunu ifade etti. Medyada kadın bakış açısının hakim olması için kadın istihdamının olması gerektiğini vurgulayan Alphan, çalışanlar ve yönetici kademesinde de daha az kadın olduğu için bu bakış açısının dışlandığını söyledi. Alphan, “bunun tek çözümü çalışacak kadın sayısını arttırmak, karar verici konumlara daha çok kadın istihdam etmek ama bunun için de bir irade gerekiyor” diye konuştu.

'KADIN MESELESİ MART AYINA SIKIŞTIRILMAMALI'

Emine Uçak Erdoğan ise konuya Türkiye’de gazeteciliğin anlamından çok uzaklaştığını belirterek girdi. Şu an ülkede gazeteciliğin yapılmadığını ve işin halkla ilişkiler ve pazarlama faaliyetlerine döndüğünü söyleyen Erdoğan, gazeteciliğin kendi öz amacına geri dönmesi gerektiğini ifade etti. Gazetelerin arşivlerindeki kadın haberlerinde kullanılan fotoğraflar çıkarılarak bir inisiyatif oluşturulması gerektiğini vurgulayan Erdoğan, kadın meselesinin özellikle Mart ayına sıkıştırılmamasını istedi. Banu Güven, kadın gazetecilerin bir kurul oluşturarak, bir nevi gözleyici bir rol üstlenmesini öneri olarak sundu.

Hayatımıza giren ‘eş başkanlık’ yönetim biçiminin faydalı bir şey olduğunu söyleyen Güven, kadın kurullarının olmasının hayati önemde olduğuna değindi. Güven, “Jinha diye bir haber ajansımız vardı. Dünyada yaşadığımız zaman dilimindeki tek kadın bakış açısı ve diliyle haber yapan ajanstı, ama kapatıldı. Şimdi ‘Şujin’ olarak devam ediyor. Bundan daha fazlası gerekiyor. Kadınlar arasında bu tür medya kuruluşları olduğunda çıkan dayanışma da çok etkileyici. Kısaca söylemek gerekirse, yerel ve ulusal alanda kadınlardan oluşan etik kurulları ve medya kuruluşları olmalı” diye konuşmasını bitirdi.

Medyada çalışan üç kadın da yaşadıkları ayrımcılığı kendi örnekleriyle dile getirerek, yapılması gereken birçok eylem ve uygulamanın olduğunu söylediler. Burada sadece medyada çalışan kadınlar değil, aynı zamanda okurun ve STK’ların da gazete ve tv yönetimlerine dışardan müdahale etmesi gerektiğini düşünüyorum. Bilinçli okurların bu tip haberleri takip edip gerekli yerlere bildirmesi, ayrımcı dilin düzeltilmesi adına bir adım olacaktır. Genellikle fütursuzca kullanılan bu gramerin yerini, evrensel standartlara göre kullanılan dil ile yer değiştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu etkileşimi iki yönlü olarak değerlendirmek gerekiyor.

Sadece medyada çalışan kadınların üzerine bu ağır sorumluluğu yüklemenin yetersiz kalacağı kanaatindeyim. Bu nesnel ve ötekileştirmeyen dil ana akım medyaya yansıdıkça, dolaylı veya direkt olarak nefret söylemini azaltacak, haberler nesnel bir şekilde sunulacaktır. Günümüz basını her ne kadar bu yaklaşımdan uzak olsa da, sonuçta uzun süreci olan bir mücadeledir. Kadınlar da bu mücadeleyi uzun zamandır yapıyorlar ve yapmaya devam edecekler.