'Savaş ideoloji ve dinle değil, parayla ilgili'

Roger Waters, The Wall'un sahnelenmesi üzerine konuştu: "Kutsal kase aşktır."

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Çıktığı 1979 yılından itibaren bir efsaneye dönüşen Pink Floyd'un The Wall Albümü şimdi de Kanada Montreal'de opera olarak sahneleniyor. 

The Guardian gazetesinde Melissa Locker imzasıyla yayınlanan habere göre Pink Floyd’un eski basçısı ve söz yazarı Roger Waters, The Wall'un bir opera olarak sahnelenmeye başlaması vesilesiyle, bu şarkının neden hâlâ kulaklarımızda yankılandığından ve Trump'un neden kaçınılması gereken her şeyi sembolize ediyor olduğundan bahsediyor.

Bugünlerde The Wall'dan bahsettiğinizde, insanlar Donald Trump'ın Birleşik Devletler'i Meksika'dan ayıran bariyerinden bahsettiğinizi düşünebilir. Kuzeye, Kanada'ya doğru yolculuk yaparsanız, The Wall'un başka bir bağlamına şahit olursunuz: Pink Floyd'un 1979'da yayınlanan The Wall adlı albümü bir opera olarak sahneleniyor. Duvarda Bir Başka Tuğla: Opera, Montreal Operası ile grubun eski basçı ve söz yazarı Roger Waters arasındaki işbirliğiyle ortaya çıktı. Bu gösteri, Quebec opera salonunda 11 Mart'ta galası yapılacak ve kentin 375. kuruluş yıldönümünü kutlamaya eşlik edecek bir dizi etkinlikten biri.

'ÖNCE KORKUNÇ BİR FİKİR OLDUĞUNU DÜŞÜNDÜM'

Rock operasını gerçek bir operaya dönüştürmek gibi zorlu bir fırsatı kaçırmak istemeyen Waters'ın, Opéra de Montréal'in yönetici direktörü olan besteci Julien Bilodeau ve Pierre Dufour tarafından teklif getirildiğinde yaptığı şey şu oldu: "Onlara, genel bağlamda rock müziği ve özellikle rock'n'roll ve senfonik orkestra birleşiminin ortadan kalkmış bir felaket olduğunu aktardığım çok nazik ama çok sıkı bir e-posta yazdım. Tecrübelerim neticesinde bunun korkunç bir fikir olduğunu, popüler müzik felaketlerinin artık ortadan kalktığını düşünüyordum..."

Ardından, Pierre Dufour'dan harika bir mektup aldım. Onların fikirlerini dinlemek çok anlamlıydı ve onlarla buluşmak üzere anlaştım." Dufour, Bilodeau ve yönetmen Dominic Champagne, Pink Floyd'un hit parçasının ön set tasarımları ve operatif dönüşümleriyle donanmış olarak Waters'la tanışmak için New York'a geldiler. Numb ve Duvardaki Bir Başka Tuğla, 2. Bölüm. Waters etkilenmişti. "Konuşmaya başladık ve beş saat sonra hâlâ konuşuyorduk" dedi. "O toplantıdan sonra, ‘Biliyor musun,’ dedim, ‘tamam beni ikna ettin. Haydi yapalım şunu.’"

Waters böylece takıma katıldı ve Bilodeau'nun yazdığı besteyle paralel, yeni parça için söz yazarı olarak çalıştı. Alain Trudel ve Champagne, Metropolitan Orkestrası ve Étienne Dupuis'ye rehberlik edecek. Dupuis hem Waters hem de Pink Floyd'un ilk lideri Syd Barrett'in esin kaynağı olduğu orijinal rock operasının kurgusal kahramanı, rock yıldızı Pink Floyd'dan ilham alarak karakterini canlandırıyor.

...

The Wall ilk kez 1979'da bir çift-albüm olarak yayınlandı ve 23 milyon adet satışla ABD'nin tüm zamanlardaki en çok satan albümlerinden biri olmaya devam etti. 1982'de Pink Floyd-The Wall, Bob Geldof'un Pink Floyd’u canlandırdığı ve ayrıca turlar, konserler, canlı konser yayınları ve lazer ışık gösterileri ile dünya çapında bir filmle hayat bulmuştu. "1979'dan beri insanları harekete geçirdi" diyor Roger Waters. "Bir akor vurması çok güzel ve sanırım Dominique ve Julian'ın sopayı kaldırdıkları ve farklı bir türe ve klasik opera dünyasına götürdüğü gerçekten harika. Çok gurur verici. "

Hikayenin aslı Waters'ın hayal kırıklıkları ve bireysel mücadelelerinden ortaya çıkarken, mevcut siyasi duruma tepki olarak biraz değişti ve ayrıca Waters Trump’ın ayrımcı retoriğinin de destekçisi değil. "Hepimiz kardeşiz ve bunu keşfetmemizi ve birbirimizle işbirliği yapmanın yollarını çoğaltmamızı, hayatın var olduğu bu küçücük, değerli ve kırılgan gezegende birbirimize olabildiği kadar iyi davranmamızı istiyorum" diyor Waters.

TRUMP, THE WALL'DAKİ DİKTATÖRE BENZİYOR 

The Wall'da (en azından film versiyonunda) kötümser bir gelecek öngören Roger Waters, neo-Nazi mitinginlerine imkân sağlayan bir diktatörün kabus senaryolarını anlatıyordu ve şimdi de Trump'ın baskıcı eğilimlerini bununla benzeştiriyor: "Çavuşesku, Saddam Hüseyin veya Donald Trump olsun, ne zaman kendileri için bir anıt inşa etseler, tüm despotlar birbirlerini andırıyorlar. Tuhaf biçimde, bu insanların hassasiyet göstermedikleri noktalar var; bu yüzden sanki bu anıtları bir despot kataloğundan seçiyor gibiler ve her seferinde mermer ve altın süslemeleri seçiyorlar. New York'un Beşinci Caddesi'ndeki Kambiyo Kulesi’ne bir bak. Kusursuz. Kapıları altından ve en önemlisi de Trump ürünü. Kurtulmamız gereken her şeyin mükemmel bir sembolü."

Waters, Trump'ın gerçekleri görmezden gelmesinden de rahatsız: "Amerikalılar iklim değişikliğine inanmayan bir kişiyi bu ülkede başkan seçip iktidara getirdi. İklim değişikliğinin uydurma olduğunu söylüyor ve buna inanmıyor. İşte hikayenin sonu budur. Bunun insanların uydurduğu bir şey olduğunu düşünüyor ve bu fikri tekrarlamak yoluyla başka insanları da ikna etmeyi başardı. ‘Büyük bir yalanı sık sık tekrarlarsınız ve insanlar buna inanır.’ Bunu söyleyen kimdi? Joseph Goebbels. (Nazi devletinin Propaganda Bakanı/ç.n.)"

...

Waters, "Tecrübelerinizin hepsinin temelini oluşturan şudur ki; erkek ve kadınlarımız, kurban ve kıyamet sunaklarında katledilmekten bıktılar. Savaş ideolojiyle değil, dinle de ilgili değildir. Bu parayla ilgilidir. Her zaman parayla ilgilidir. Bu, para ve güç ile ilgili ve insanlığın büyük bir yıkıma doğru yarışırcasına zorlandığını görmek, gerçekten çok üzücü" diyor.

Son olarak "Kutsal kase aşktır" diyor. "Bu, hepimizin sahip olduğu her parça enerjiyle koruması gereken şeydir"