Nesrin Mustefa: 'Hiç konuşmamış sayın beni!'

Ressam Nesrin Mustefa ile konuştuk. Mustefa, savaşı ve sanatın tavrını anlattı.

Google Haberlere Abone ol

Ülkesinden ayrılmak zorunda bırakılan insanlar, arkalarında sadece yıkılmış bir ülke değil aynı zamanda sanatsal, kültürel ve tarihsel birikimlerinin yıkıntılarını da bırakıyorlar. Bir insanlık trajedisinin yaşandığı her büyük yıkımın sonrasında sanatçılar, kendi parçalanmış hayatlarının yanı sıra toplumun ve insanlığın acı dolu yükünü de üstleniyorlar. Onlar savaşın yok etmeye çalıştığı kültürel ve insani değerlerin belleğidir. Kendi bireysel acıları ve kayıplarıyla var olma mücadelesi içindeyken bir taraftan da sanatçı kimliği ve duyarlılığından ötürü çok büyük bir toplumsal yükün altına girerler. Sanatçı olmanın yanına bir de kadın kimliği eklendiğinde bu duyarlılık, yük ve sorumluluk nasıl artıyor?

nuray736

Suriye'deki iç savaştan kaçarak İzmir’e yerleşen ressam Nesrin Mustefa’ya sorduk.

En uzun hamilelik!En uzun hamilelik!

Bize doğduğun yer ve aldığın eğitimden söz eder misin?

Halep’te doğdum ve eğitimimi Halep Güzel Sanatlar Fakültesi’nde tamamladım.

Resme olan tutkun ailende nasıl karşılandı, destek gördün mü?

Önceleri ailem bu isteğimi hoş karşılamadı. Bu alanda iş yok diyerek, daha anlamlı, para kazanabileceğim işlerle uğraşmamı istediler. Yani ailem bu anlamda destek sunmadı. Ailem değil ama eşim beni teşvik etti. Belki de onun sayesinde resim yapmaya devam ediyorum.

Suriyeli ressamlar arasında kadın ressamların oranı nasıl?

Suriye’de kadın ressamların oranı fazla. Benimle aynı dönemde çok sayıda kadın ressam vardı. Şimdi çoğu Avrupa’da. Özellikle Afrin bölgesinde Kürtler arasında resim sanatına ilgi çok fazla ve birçok evde resim yapılıyor. Çocuklarını da bu eğitimi almaları için yönlendiriyorlar. Öyle ki çoğu aile ekmek parası bulamazken çocuklarını sanat eğitimi almaları için bir yerlere göndermeye çalışıyorlar. Bence bu çok değerli.

Çatışmalar başladığında Suriye’de miydin?

Çatışmalar başladığında Suriye’deydim. Düşünün ki İstanbul gibi, Mersin gibi farklı farklı mıntıkalarda başladı çatışmalar. Halep en son başlayan yerdi. Biz buna uzaktık ama aynı zamanda o kadar yakındık ki. Ölüm gibi, az önce yok şimdi var gibi. Bir hayal, bir rüya gibi bir anda bizim bulunduğumuz yerde de başladı.

Basit goller yemedik!Basit goller yemedik!

Suriye’deki savaş yaşamında neleri değiştirdi? Bize biraz anlatır mısın?

Hayatımız tepetaklak oldu. Bir yüzü yaşıyorken, diğer yüzü yaşamaya başladık. Hayatımız tamamen değişti. Düşünün ki bir vatanın varken bir anda kendini mülteci olarak buluyorsun. Ben evden çıktığımda evin kapısını açık bıraktım. Korkudandı bu. Kaçıyorum ama kapıyı açık bırakıyorum geri dönecekmişim gibi. Ölümler nasıl başladı, bomba yüklü uçaklar nasıl üzerimizden geçti anlamadık. Bir anda başladı bunlar. Eşim işe gittiğinde gelişini balkonda beklerdim. Balkonda başka kadınlar da beklerdi. Sonra bir ölüm haberi gelirdi. Eşimle geliş yolu aynı olan insanlar. Bombalar yağmaya başladığı zaman bunların hepsini düşünerek yaşadık. Her zaman bir umudumuz oldu geri dönmek için ama bir taraftan gerçekler de var. Düşünün; bir taraftan Esad’ın askeri geliyor, evden birini zorla alıyor, sonra İslamcı çeteler gelip aileden bir kişiyi daha alıyor. Sonra bir bakıyorsun aynı aileden iki kişi karşı karşıya gelmiş.

Suriye’den Türkiye’ye gelişiniz nasıl oldu?

Ailemden uzaktaydım. Onların yaşadığı yerin kimyasal silahla vurulduğunu duydum. Bir taksiyle sabaha karşı saat 4.00’da yola çıktım. Sınır kapısı evime iki saatlik bir mesafedeydi ama ertesi akşam saat 5.00’da ulaştık sınır kapısına. Çünkü yollar silahlı çeteler tarafından tutulmuştu. Bu çeteler Suriye insanı değildi. Sarışın ve yanakları kırmızı. Her yarım saatte bir bu çetelerle karşılaşabiliyorduk. Ben kendimi örttüm. Siyah giydim. İnsanlara bakıyordum. Kimi teller üzerinden atlıyordu. 2.5 yaşında bir kızım vardı ve ben de tellerden atlamak zorunda kalır mıyım diye korkarak ilerledim. Para vererek geçtim sınır kapısından. O iki günlük yolculuktan sonra üstüm başım berbat bir haldeydi. Tuvaleti nasıl soracağımı bilmediğimden, WC demeyi düşünemediğimden muavine ‘’dabulyu si’’ nerede diye soruyordum. Öyle bir halde geldim ki çocukların karnı aç, hepimiz perişan durumda. En sonunda eşimi gördüğümde, kendimi o kadar kötü hissediyordum ki ona bir tokat attım. Bu hal nedir diye?

Türkiye’ye geldikten sonra çalışmalarına devam edebildin mi? Ne tür zorluklarla karşılaştın?

Psikolojim bozulmuştu. İlk aşama bu psikolojik aşamaydı. İş bulmam gerekiyordu. Resim öyle bir şey ki psikolojik rahatlık istiyor. Bu yüzden çok uzun bir süre resimden uzak kaldım. İlk zamanlar çok zordu. Çok ağır bir işte çalışıyordum. O kadar yorgun oluyordum ki çocuklarımla ilgilenemiyordum. Suriye’de kendi iş yerim vardı. Burada başkalarının yanında çalışmak bana çok ağır geldi. İş yerimde ayrım vardı. Aynı işi yapıyorduk ama Türkler benim aldığımın 3–4 katını alıyordu.

Bunları bilmeden uzun süre çalıştım bu iş yerinde. Eşim de çalışmaya başladığında ve artık şehre alıştığımda, buranın insanlarına, komşularıma alıştığımda, Suriye’deki gibi insanlarla ilişki kurmaya başladım. Bundan sonraki aşamada psikolojik olarak biraz daha rahatlayıp resme devam ettim. Şimdi artık resim yapmam gerektiğini düşünüyorum. Çünkü artık başka açılardan da insanların bize bakmasını istiyorum. Buradaki insanların, Suriyeli insanların tek yüzü bu değil. Kızım okula gittiği zaman kıyafetiyle ya da davranışıyla buradaki diğer çocuklardan farklı olsun istemiyorum. Yoksullukla kendini dışa vursun istemiyorum; burada bahsettiğim sadece maddi yoksulluk değil. Düşünce yoksulluğundan da bahsediyorum.

Hayalim bir yer açıp resim dersi vermek. Ben kendimi kelimelerle ifade edebilen bir insan değilim, kendimi resimle ifade ediyorum. Kalbimde ne varsa onu yapıyorum. Kalbimde bu şeyler varken tabiat resmi çizemiyorum.

Peki, resimlerinde genellikle hangi konuları seçiyorsun?

Resimlerimde genellikle çocukları, savaşı, kadını ve mültecileri konu alıyorum. Renklerin karıştığı resimleri çok tercih etmiyorum. Sadece Suriye’de yaşananları değil, Türkiye’ye geldikten sonra yaşanan zorlukları da konu alabilirim. Ben bu merhaleyi aştım belki de ama bunu aşamayan o kadar çok insan var ki bunlar da benim için bir konu. Örneğin şu an içimde Halep’in görüntüsü var. O mahallelerin, o evlerin nasıl dönüştüğü var. Bir film sahnesi gibi desem, değil… Hayatlarımız filmlerden de öte şu an.

Suriye sanatında Batı algısı nedir?

Suriye’de birçok insan Batı algısından etkilendi. Ben bundan etkilenmedim ama etki büyük oranda var. Batı’nın sanatını müthiş görüyorlar. Suriye’de çok iyi ressamlar var ama cesaretleri yok ya da kimse onlara destek vermiyor. Avrupa’ya gidip de orada ses getiren Suriyeli ressamlar da var. Ama oraya gidenler de gittikleri yerle ilgili değil kendi vatanları ile ilgili konuları çiziyorlar.

Folklor/halk sanatının çağdaş resim ve heykel sanatına etkisi var mıdır? Yeterince tanıma şansı bulduysan, Türkiye’de üretilen sanat içinde bu etkiyi ölçebildin mi?

Evet, örneğin benim resimlerimde folklor ve halk sanatının önemli bir etkisi var. Bunun birçok alanda Suriye’de de etkisi var. Akademik eğitim alırken bunun kültürel boyutları üzerine resim yaptık. Kişiyi resmederken, vücut resmederken ya da birçok resimde hocalarımızdan bu eğitimi aldık. Türkiye’de üretilen sanatı pek öğrenme şansım olmadığı için bunun nasıl bir etkisi olduğunu bilemiyorum. Bu yüzden bunun üzerinde konuşmam doğru olmaz.

Suriye sanatında etnik algı yansımalarını tespit etmek mümkün mü?

Etnik algı elbette ki çok etkili. Birçok toplum üzerinde de sanatçı üzerinde de etkili. Örneğin bir Ermeni, bir Kürt ya da bir Arap kendi geçmişinden tabii ki izler taşıyacaktır eserlerinde. Ben de bu etkilerin sonucunda sanatımı yapabiliyorum. Herkes kendi tarihi üzerinden eserler veriyor. Örneğin bizim tarihimizde Halepçe katliamı var. Bu katliamın etkilerini o dönemi araştırarak eserlerime yansıtmaya çabalıyorum. Aynı zamanda Ermeniler yaşadıkları katliamı eserlerine aksettirirken yine aynı şeyi yapıyor. Elbette ki etnik algı sanata yansıyor.

Gerek kendi isteğiyle gerekse zorunlu olarak göç etmiş insanlar bir yarılarını geride bırakırlar. Siz ne kadarınızı bıraktınız. Alıp geldiğinizle ne kadar Türkiyeli olabildiniz. Ya da olmak istiyor musunuz? Bir sanatçı olarak neler söylemek istersin?

Suriye’de biz pek çok şeyimizi bırakıp geldik. En büyük sıkıntı dil sıkıntısı. Oradaki gibi değil hiçbir şey. Suriye’de hangi şehirde olursam olayım kendimi evimde hissediyordum. Kendi dilimde konuşabiliyor, kendimi ifade edebiliyordum. Evimi, eşyalarımı bıraktım ama bunlar değil benim için önemli olan. Ben orada bir hayat bıraktım. Orada çocuklarımın hangi okula gideceğini, hayatlarının nasıl ilerleyeceğini biliyordum ama burada hiçbir şey bilmiyorum.

Buraya alıştım ama ne olursa olsun bizim için Suriye gibi olmayacak. Örneğin sağlık ocağına bir kağıt asılmıştı. Kağıtta şu yazıyordu: “Akrabasının, komşusunun kimliğini getirerek muayene olanlar için polis çağırılacaktır.’’ Bu yazıyı gördükten sonra çok etkilendim. Bunu yapmak zorunda kalan insanlar hastalıktan, ihtiyaçtan gidiyorlar. Orada kalbim çok kırıldı. Kendimi küçücük hissettim. Pek çok açıdan Türkiye’ye ilk geldiğimize göre durumumuz daha yaşanabilir hale geldi ama Türkiye’de kendimi güvende hissetmiyorum. Her an bir şey olacakmış gibi geliyor. Bu yüzden geriye doğru gittiğimizi düşünüyorum. Kalabalık yerlere gitmekten korkuyorum. Bazen kendi kendime neden yapıyorum bunu? Ben Suriye’de miyim? Diyorum. Türkiye giderek Suriye’ye benziyor.

Ekran arkasındaki 'topuklu' kadınlarEkran arkasındaki 'topuklu' kadınlar

Bir sanatçı, bir mülteci ve bir kadın olarak emekçi kadınlar için ne söylemek istersin?

Kadın çok azametli bir şeydir. Suriye’de savaşın yükünü kaldıran kadındı. Kadın her şeye katlanarak yaşayabilir. Kadınlar savaşta kocasız kaldılar ama hem ana hem baba olmayı başarabildiler. Çoğu kadın bunu yaptı. Ama erkek bunu yapmadı. Savaşta karısını kaybeden erkekler yeniden evlendi. Suriye kadını kendini dünyaya kanıtladı. Açlığa rağmen, korkuya rağmen, savaşa rağmen çocuklarının başında durarak, onların yaşamı için çabalayarak kendini dünyaya kanıtladı. Kadın, sosyal yaşamın yarısı değil, bütün dünyanın tamamı gibi. Ressamlar kadını çizer, müzisyenler kadına söyler. Dünyanın tamamı gerçekten bunun üzerine kuruludur. Ne kadar konuşsam az kalır, hiç konuşmamış sayın beni…

Çeviri: Gökben Över