Kültür kimin harcı?

Bizim çöle değil; rengârenk çiçekler açabilen, aydınlık, meltemi dinlerken neşeyi izlediğimiz bir kültür iklimine ihtiyacımız var… Bizim birliğe ihtiyacımız var.

Google Haberlere Abone ol

Münevver Helün Fırat*

Türkiye, hiçbir dönemde sanatsal ifade açısından ve kültürel temsiliyetler açısından çok özgür bir ülke oldu diyemeyiz, ama hiç bu dönemki kadar kuruyan, çölleşen, yerinde yeller esen bir kültürel iklimimiz de olmamıştı.

Kültürü var eden “ifade”nin bizatihi kendisidir. Halıdaki desenler bir hikâyeyi ifade eder, ninniler sevgiyi, ağıtlar acıyı, renkler coğrafyayı, sazlar, sözler, çizgiler bütün bir yaşam algısını. Tüm bu ifade biçimlerine dijital sanatın, NFT’lerin, dijital mecraların ve sosyal medyanın katıldığı bir çağda biz renklerin siyaha boğulduğu, şarkı sözlerinin ‘dillerinin kesildiği’, oyuncuların yargılandığı ve daha bir sürü şeyle imtihan edildiğimiz bir yere geldik. Bu artık sansürün ve oto-sansürün de ötesinde. Bu “ifade”ye yani var oluşumuzu anlamlandıran o şeye bir düşmanlık ve tehdit. Oysa İbn-i Haldun yüzyıllar öteden Asabiyet teorisiyle bizlere insan olmanın ilişki, iletişim ve ifade içinde olmakla mümkün olduğunu seslendiriyor hâlâ!

Kültürel çölleşme ifade özgürlüğüne vurulan baltalarla oluşmuyor yalnız. Daha büyüğü, daha kılcal damarlara ulaşanı önce eğitim sistemindeki buhran, sonra ekonomik hataların yarattığı alım gücü düşüklüğü. Zaten yeterince kitap okunamayan bir ülkede kâğıt fabrikalarının başına gelenler, enerji kriziyle sanayinin durması gibi hâller yüzünden her geçen gün basım maliyetleri yüzünden duran yayıncılık ve fiyat artışları nedeniyle kitapların ulaşılamaz olmasına varıyor. Bu en çok dünyaya erişimini kütüphaneler, okullar, kitaplar sayesinde sağlayabilen kırsaldaki çocukları ve gençleri mahrum ediyor. Başta kitaplar ve sağlıklı basın mecralarına ulaşamamak ve ardından tiyatro, konser, sinema, sergi gibi gelişmiş ülkelerde hayat damarı sayılan tüm o güzel şeyleri bir kez bile görmeden geçen ömürlere sahip nesillerle kültürel çölleşme ortamı büyüdükçe büyüyor.

Müzisyenlerin intihar ettiği, yazar ve çevirmenlerin telif alamadığı, plastik sanatçıların malzemeye ulaşamadığı bir “kültür hayatı” var artık Türkiye’de. O pırıl pırıl, yetenekli genç insanlar kaçarcasına terk etmek istiyor bu dört yanından bereket fışkırırken sofrasına bir tas koyamayan ülkeyi.

Oysa çözümler var. Başta yüzde 17 gelir vergisi ve yüzde 18 KDV uygulamalarına yayıncılık alanında son verilmesi. Kitap kâğıdı ve ham madde tedarikinde dışa bağımlılıktan kurtulmanın acil önlemlerinin alınması; basılı ve dijital korsanla mücadelede sonuç veren adımlar atılması; sanat üretme, paylaşma ve ona erişme konusundaki anayasal hakların teslim edilmesine uygun ekonomik ve özgürlükçü bir iklim yaratılması; atıl endüstriyel ve kültür mirası alanlarının kültür-sanat üretim ve sergileme merkezleri olarak kültür endüstrisine kazandırılması… Liste uzar gider. Çözüm çok fazla. Üstelik kültür alanındaki üretimin ihracata ve ekonomiye dev katkıları mümkün. Kültürel gelişim sadece ruhumuza, kalbimize ve aklımıza değil, doğru politikalarla istihdama ve ihracata da katkı sunacak muazzam bir kapı, nitekim son yıllarda medya alanındaki dizi ihracatı en büyük örneği.

Üstelik tek bir bakış açısına hapsedilmeye çalışılan kültürel çeşitlilik bizim yapı harcımız, bizi bir arada tutan çimentomuz. Bir araya geldiğinde iyi bir harçla birleşen tuğlalar gibi kocaman, güçlü, yıkılmaz bir kale duvarı olacakken harçsız, bir tekmeyle dağılan o inşaat malzeme istifine dönüşüyoruz. Görüyoruz ki kültür dar bakışların, karanlık ruhların, rant ortaklarının harcı değil.

Bizim çöle değil; rengârenk çiçekler açabilen, aydınlık, meltemi dinlerken neşeyi izlediğimiz bir kültür iklimine ihtiyacımız var… Bizim birliğe ihtiyacımız var.

*DEVA Partisi Kültür ve Sanat Politikalarından sorumlu Genel Başkan Yardımcısı