Kritik dönemeçte Öcalan’ın çözüm aklı
Türkiye tarihsel bir kavşakta bulunmaktadır. Şiddet temelli politikaları terk ederek, halkların eşit, özgür temelde bir arada yaşayabileceği demokratik sistemi inşa etmek için tarihsel bir fırsat var.
Türkiye, hem bölgesel hem de küresel çapta derinleşen siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sorunların çözümü için demokratik yöntemlerin geliştirilmesi sadece bir tercih değil, aynı zamanda tarihsel ve toplumsal bir zorunluluktur. Şiddet, kriz ve çatışma eksenli politikaların yol açtığı toplumsal maliyetler, bu yaklaşımların sürdürülemez olduğunu açıkça göstermektedir. Demokratik bir anayasa ve eşitlikçi özgürlükçü bir hukuk zemininin oluşturulması ise toplumsal barışın ve siyasal istikrarın temel taşı olabilir.
CUMHURİYET’İN İNKAR VE BASTIRMA KARAKTERİ
Kürt ve Türk halklarının ilişkileri, tarih boyunca krizler yaşamıştır. Ancak en ağır ve en büyük kriz 1923’lerde Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra izlenen inkar zihniyeti ile yaşanmıştır. Ondan önce tercih edilen diyalog ve Kürt varlığına duyulan saygı zamanla terk edilmiş ve yerini otoriter devlet pratiklerine bırakmıştır. 20. yüzyıl boyunca Kürt halkının taleplerini bastırma amacıyla uygulanan şiddet politikaları, hem bölgesel istikrarsızlıklara hem de derin toplumsal ayrışmalara yol açmıştır.
Batı’da kurulan devletler, özellikle II. Dünya Savaşı sonrası dönemde, çokkültürlülük ve katılımcı demokrasiyi tercih ettikçe toplumsal barış ve refahı artırmayı başarmışlardır. Ancak Türkiye, ulus-devlet paradigmasına sıkı sıkıya bağlı kalarak bu dönüşümden büyük ölçüde uzak kalmıştır. Kürt meselesi, yalnızca bu tarihsel tıkanıklığın bir sonucu değil, aynı zamanda bir yansımasıdır. Bugün de demokratik bir anayasa temelinde çözümler üretilmediği sürece, darbeler, şiddet ve toplumsal kutuplaşma gibi sorunların devam etmesi kaçınılmaz görünmektedir.
DEMOKRATİK ULUS ÇÖZÜMÜ PERSPEKTİFİ
Toplumların ve devletlerin karşılaştığı kimlik, hak ve özgürlük temelli krizlere çözüm arayışında, demokratik ulus anlayışı güçlü bir alternatif olarak öne çıkmaktadır. Bu kavram, ulus-devlet modelinin aksine, farklı kimliklerin, dillerin ve kültürlerin bir arada yaşayabileceği bir siyasal düzeni ifade eder. Örneğin, Belçika, Kanada ve İspanya gibi ülkeler, çokkültürlü yönetim sistemlerini uygulayarak toplumsal çeşitliliği bir sorun değil, zenginlik olarak görmüşlerdir. Québec ve Katalonya örnekleri, bu tür yerel kültürel özerklik modellerinin çatışma ve kamplaşmaları nasıl azaltabileceğini ortaya koymaktadır.
Türkiye’de yıllardır önerilen demokratik model de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Sıklıkla yanlış anlaşılan bu model, ne ayrışmayı ne de klasik anlamda bir kamplaştıran bir yapıyı savunmaktadır. Aksine, Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’nda ifade edilen kültürel, siyasal yerel yönetim anlayışına dayalıdır. Yerel demokrasiyi esas alan bu yaklaşım, halkın karar alma süreçlerine katılımını artırmayı ve tekçi anlayışa dayanan merkeziyetçi politikaların yarattığı baskıları azaltmayı hedefler. Kürt meselesinin çözümü için demokratik değerleri esas alan bu tür bir yaklaşım hayati önemdedir.
DEMOKRATİK ANAYASA VE DEMOKRATİK HUKUK
Türkiye’nin mevcut anayasal düzeni, tarihsel olarak vesayetçi ve merkeziyetçi bir yapıya dayanmaktadır. Bu durum, toplumsal çoğulculuğu dışlayan ve farklılıkları bastıran bir sistemin devam etmesine yol açmıştır. Önemle vurgulamak gerekirse anayasa sorunu yalnızca Kürt halkını değil, başta Türkler olmak üzere Türkiye’nin tüm farklılıklarını etkileyen yapısal bir meseledir. Gelinen aşamada demokratik bir anayasa, toplumun farklı kesimlerini bir araya getirecek renkli, çoğulcu bir çerçeve sunabilir. Bu, yalnızca Kürt meselesinin çözümüne değil, aynı zamanda darbelerden, kutuplaşmadan ve ekonomik krizlerden arınmış bir geleceğin inşasına da katkı sağlayacaktır.
'KRİZLE GELEN, ÇÖZÜM BULMAZSA KRİZ YAŞAR'
Sayın Abdullah Öcalan’ın 26 yıldır İmralı’da yarattığı çözüm külliyatı ile toplumsal, siyasal ve yönetimsel birçok krize çözüm perspektifi oluşturmuş ve sürekli "pragmatist zihniyetle fırsattan istifade edip krizle kurulan her yapı veya iktidar eğer mutlak bir toplumsal çözümü esas almazsa kriz yaşar, yaşatır ve biter" uyarısını yapmaktadır. Bu uyarı ile aynı zamanda ilkeyi her koşulda, her şeyin önüne koyduğuna vurgu yapar.
Dolayısıyla Türkiye, şiddet ve kriz politikalarına dayalı devlet anlayışını terk etmediği sürece, yeni krizlerle yüzleşmeye devam edecektir. Dünyadaki örnekler, barış süreçlerine dayalı demokratik dönüşümlerin yalnızca iç barışı değil, uluslararası itibar ve ekonomik kalkınmayı da beraberinde getirdiğini göstermektedir. Güney Afrika’nın apartheid sonrası geçiş süreci, bu anlamda dikkate değer bir model sunmaktadır.
SONUÇ: ORTAK GELECEĞİ İNŞA ETMEK
Türkiye, tarihsel bir kavşakta bulunmaktadır. Şiddet, çatışma ve inkar temelli politikaları terk ederek, halkların eşit ve özgür temellerde bir arada yaşayabileceği demokratik bir sistemi inşa etmek için tarihsel bir fırsat vardır. Sayın Öcalan’ın ısrarla ve her koşulda savunduğu ve çözüm olarak ortaya koyduğu demokratik ulus anlayışı, yalnızca Türkiye’nin değil, tüm Ortadoğu halklarının barış ve istikrar özlemlerine yanıt verebilecek bir model sunmaktadır.
Bu noktada, Kürt meselesinde tarihsel ve nihai bir çözüm ve toplumsal barışın inşası için demokratik bir anayasa ve yerel demokrasiye dayalı bir yönetim anlayışını hayata geçirmek, hem ahlaki hem siyasi hem de tarihsel bir sorumluluktur. Türkiye’de devlet aklı, bu sürece doğru yaklaşıp yönetebilirse, yalnızca kendi içindeki krizleri aşmakla kalmayacak, aynı zamanda bölgesel düzeyde bir barış modeli sunma potansiyeline sahip olacaktır.
Tıpkı Öcalan’ın söylediği gibi eğer hem iktidar hem muhalefet ve onlardan da önemlisi demokrasi ve özgürlük güçleri hiçbir dar partisel çıkara bakmaksızın bu çözüm perspektifine sahip çıkarsa belki o zaman ülkenin tarihi yeniden yazılabilir.
Sayın Öcalan başta olmak üzere Kürt Siyasi Hareketinin tüm paydaşları bu döneme dair gerçekçi çözüm önerilerini yaparak pozitif destek sunacaklarını bir bir açıkladılar.
Peki ya devlet ve iktidar? Hala güven verecek, umut yaratacak tek bir adım atılmadığı gibi kamuoyuna ilan edilmiş bir niyet beyanı da yok.
Oysa halkların eşitlik ve özgürlük temelinde bir arada yaşadığı bir gelecek, bu tarihsel fırsatın değerlendirilmesine bağlıdır.
*DEM Parti Eş Genel Başkan Yardımcısı