YAZARLAR

Köprü

Büyüklük, bir yapıya kendisini Erdoğan Türkiye’si imgeleminin vazgeçilmezi kılacak görselliğe erişme imkânı vermektedir. Sayılara yansıyan heybeti, 1915 Çanakkale Köprüsü’ne de özgün karakterini vermiştir; o da kendisini Erdoğan Türkiye’si imgeleminin vazgeçilmezi kılacak görselliğe erişme imkânını böylece bulmuştur.

Kamu-özel işbirliği modeliyle yapılan 1915 Çanakkale Köprüsü, sayılara yansıyan cesameti ve maliyeti ile, beklendiği gibi, tartışma konusu oldu.

Köprü, “en”lerin projesi olarak anılıyor.

4 bin 608 metre uzunluğu ile dünyanın en uzun “orta açıklıklı” köprüsü…

Kuleleri, 300 metre yüksekliğindeki Eyfel’i geçiyor…

Kablo sistemini oluşturan (162 bin kilometrelik) tel, dünyanın çevresini 4 kez dönebilecek uzunlukta…

Yapımda kullanılan 227 bin metreküplük beton ile 100 metrekarelik 5 bin 900 adet dairenin yer aldığı 25 bin nüfuslu bir ilçe kurulabiliyor…

Ve yatırım bedeli 2 milyar 545 milyon Euro.

İktidar cenahı sayılara yansıyan bu “en”lere vurgu yapsa da muhalif kesimler köprünün kamu bütçesine yük olacağı endişesiyle maliyetini öne çıkarıp, bunun da diğer “en”ler gibi, şehir hastaneleri, duble otoyollar ve havaalanları gibi, devlete değil müteahhitlere para kazandıracak yeni bir inşaat faaliyeti olduğu üzerinde duruyorlar.

Basit aritmetik hesapları bu tezi doğrular gibi dursa da bacakları çok da uzun olmayan zaman, kazananın kim olduğunu yakında gösterecektir.

1915 Çanakkale Köprüsü, bir “hasılat ürünü” olması dışında, aslında “en”lerin projesi olarak anılmasına sebep olan büyük boyutlarıyla da dikkat çekici bir ürün.

İktidarın köprünün büyüklüğüne vurgu yapıp bunu öne çıkarması boşuna değil. Kudretini gösterdiği yer orası. O 4 bin 608 metre uzunluk, Eyfel’i aşan o yükseklik, iktidarın cesimidir.

Yani sadece maddi değil manevi yönüyle de kamuya abanan bir yapıdır o.

Büyük boyutlu yapılar zaten her zaman manevi sorunlar yaratmıştır.

Çünkü yapı, “en görsel sanat”dır, en görünür olandır.

Brunelleschi’nin Santa Maria del Fiore Katedrali’ne yaptığı o devasa kubbe, Hristiyanlığın mukaddes simalarını donuk tasvirler olmaktan çıkartıp ışıklı, capcanlı çizen Rönesans resminden daha çok sorun yarattıysa tamamen bundandı.

En görünür olması, ideoloji yayıp hegemonya kurmak isteyenlerin gözünden hiç kaçmadı; kudretlerini onunla görünür kıldılar.

Ninova’dan Paris’e, Babil’den New York’a, tarih boyunca kentleri dolduran büyük yapılar, devlet ideolojilerinin taş, tuğla, demir ve betonda cisimleşmiş ifadesi oldular.

Göğü tırmalaya tırmalaya semâyı işaret eden devasa yapılar, semâvi özlemlerden ziyade dünyevi ihtirasların işaretleriydiler.

Bunlar, binlerce yıldır toplumun efendilerini yüceltmekteler.

Tarihin bütün efendileri yapıyı ve inşaatı bu şekilde kullandı.

Firavunları, Sezarları hatırlatmaya gerek var mı?

Ama Firavunlar, Sezarlar, ya da kendisini Roma tanrısı Mars olarak tasvir eden bir heykel bile yaptırmış olan Napolyon gibi narsistik dürtülerin kontrolündeki önderler sadece uzak geçmişe ait değiller.

Modern dünya da narsisizmden nasibini fazlasıyla aldı ve alıyor.

Mussolini, “İtalyan mimarisini yozlaşmaktan kurtaran adam”dı. Ve nihayet, “Şayet Almanya (Birinci) Dünya Savaşı’nı kaybetmeseydi, ben bir politikacı değil, bir mimar, Michelangelo gibi bir şey olurdum” diyen de Almanya’nın her şeydeki “en”i Hitler’di.

En görünür olma özelliğiyle yapılar, fiziki kullanım amaçları yanında iktidarın kudretine ilişkin manevi sebeplerle de yapılmıştı.

Tarihin gördüğü bütün büyük yapılar, Kelt ve Gal taş sütunları ya da Empire State, Babil Kulesi ya da Burç Halife, Mısır piramitleri ya da Burj Al Arab, yapılma sebeplerinin dolaysız fiziki amaçlarından başka bu türden manevi sebeplere de bağlılık gösterirler.

1915 Çanakkale Köprüsü de böyle bir bağlılığın emsalidir.

4 bin 608 metre uzunluğu ile “dünyanın en uzun orta açıklıklı köprüsü” olan 1915 Çanakkale Köprüsü, şüphesiz, büyük liderin yönetimindeki büyük Türkiye inancının simgelerindendir. Büyük ihtimalle, en başından beri, kendisini görecekler için inanmayla görme arasında irtibat sağlayacak bir “görsel sistem” olarak düşünülmüştür; büyüklüğü ve cesametiyle, kudretin ve haşmetin verebileceği bütün görsel etkiyi vereceği tasarlanmıştır.

Büyüklük, bir yapıya kendisini Erdoğan Türkiye’si imgeleminin vazgeçilmezi kılacak görselliğe erişme imkânı vermektedir. Yapılan hastanelerin, havaalanlarının, camilerin, yolların birer yapı olarak özgün karakteri budur. Sayılara yansıyan heybeti, benzeri bütün yapılar gibi bu köprüye de özgün karakterini vermiştir; o da kendisini Erdoğan Türkiye’si imgeleminin vazgeçilmezi kılacak görselliğe erişme imkânını böylece bulmuştur.

Bu köprü her şeyiyle Erdoğan Türkiye’sine aittir. Somut olarak Erdoğan Türkiye’sinin toplumsal dünyası içinde var olmuş, bu yüzden de Erdoğan Türkiye’sinin sabit unsuru haline gelmiştir.

Nasıl ki şatolar, burçlar ve gotik kiliseler kendi fiziki amaçlarının yanında Ortaçağ imgelemine unutulmaz manzaralar bağışlamış yapılarsa, 1915 Çanakkale Köprüsü de iki kıta arasını 6 dakikada geçmek gibi fiziki amacının yanında, Beştepe Külliyesi ya da Büyük Çamlıca Camii gibi, Erdoğan Türkiye’si imgelemine unutulmaz manzaralar bağışlamaya aday bir yapıdır.

1915 Çanakkale Köprüsü, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’ni simgeleyen 318 metrelik kuleleri, Seyit Onbaşı'nın sırtında taşıdığı top mermisini sembolize eden, 4 kulenin de tepesinde yer alacak, her biri 75 ton ağırlığında ve 20,5 metre yüksekliğindeki 4 top mermisi figürleriyle kesinlikle kendisini görme arzusu uyandıran ikonik bir yapı.

Böyle olmasaydı bile epeyce insanı çekeceğine yine de emin olabilirdik.

Büyük olan her zaman güzel olmak zorunda değilse de her zaman rehber kitapçıklarına girme şansı vardır.