Uzun 'İnce' bir yol: Bin Günde Memleket Hareketi

Muhtemelen İnce çok iddialı şeyler söylemek yerine, daha önce söylediklerini düzenli bir bağlama oturtarak kendi siyasi hareketinin meşruluğunu sağlayacak bir alt yapı oluşturmak amacındaydı fakat kendisinden bu konuşmada “büyük bomba açıklamalar” beklentisine girilince, İnce’nin konuşması da vasatın altında kaldı ve İnce 2018’deki Cumhurbaşkanlığı seçimi gecesindeki gibi bir kez daha stres altındayken kriz yönetimini başarılı gerçekleştirememekle suçlandı.

Google Haberlere Abone ol

Yalın Alpay*

CHP’nin 2018 Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin 13 Ağustos tarihindeki basın toplantısı, bu toplantıdan hemen bir gün önce Nagehan Alçı’nın beklenti yükselten duyurusu yüzünden, İnce’nin planıyla, kamuoyunun beklentisi arasında bir gerilim oluşturdu. Bir süredir yeni bir parti kurup kurmayacağı tartışılan İnce, bu soruya muhtemelen basit bir yanıt olarak, önce CHP’de siyaset yapmasının artık neden zorlaştığını dile getirecek ardından da şimdilik bir parti kurmayacağını fakat bir hareket başlatacağını ilan edecekti. Bu çerçevede CHP’den ayrı bir yolda yürümek zorunda kalmasının kendinden kaynaklanmayan nedenlerini açıklayarak CHP seçmenine karşı kendi hareketini meşru kılacak, aynı zamanda da kendisine yapılan haksızlıkları dile getirerek, Kılıçdaroğlu’nu bir parça zor duruma düşürmeyi deneyecekti. Ardından 4 Eylül’de Sivas’ta başlatacağı ve adına “Bin Günde Memleket Hareketi” dediği hareketine ilişkin kısaca bilgi verecekti. Muhtemelen 4 Eylül tarihi için bir hazırlık sahnesi olacak bu basın toplantısı, Nagehan Alçı’nın İnce’nin toplantısından hemen bir gün önce, “İnce perşembe günü çok büyük bombalar” açıklayacak söylemiyle bir anda ülke gündeminin en merak edilen konusu halini aldı.

İnce’yi 13 Ağustos sabahı mikrofon başına geçtiğinde, AKP döneminde hiçbir muhalefet siyasetçisine nasip olmayan bir şekilde tüm kanallar canlı yayınlamak üzere hazırda bekliyordu. Fakat İnce böyle bir büyük yayın ve beklenilen “büyük bombalar” için hazırlıksızdı. Bu hazırlıksızlık kendi gündemiyle, Alçı’nın yarattığı yapay gündem arasındaki farktan kaynaklanıyordu. İnce’nin yaptığı hazırlık, CHP gibi bir parti varken, neden uzun süre milletvekilliği, grup başkan vekilliği yaptığı, Genel Başkan adayı ve Cumhurbaşkanı adayı olduğu partisinden ayrılması gerekebileceğinin gerekçelerini açıklamak üzerineydi. Üstelik İnce bu konuları daha önce pek çok yerde çeşitli kereler dile getirmişti, yani söyleyecekleri arasında değil “büyük bombalar”, yeni şeyler dahi yok gibiydi. İnce sadece belli bir bağlam çerçevesinde konuşarak kendi yeni hareketinin temellerini meşrulaştıracak bir derli toplu anlatım üretmeyi amaçlıyordu.

İnce konuşmasına AKP eleştirisiyle başladı. Ancak basın toplantısı amacına uygun olarak bu bölümü oldukça kısa keserek, yalnızca AKP’nin değil, CHP’nin de bir “lider partisi”ne dönüştüğünü savlayarak, CHP’nin sorunlarına yöneldi. Eleştirel yaklaşımında CHP’ye değil, Kılıçdaroğlu’na yüklenmeye özen gösterdi. Böylelikle kendi partisiyle herhangi bir sorunu olmadığını, sorunun tek adam olmak isteyen CHP Genel Başkanı’ndan kaynaklandığını iddia ederek, CHP tabanıyla ters düşmemeyi amaçlıyor göründü.

Kılıçdaroğlu’nu, CHP seçmenine şikayet eden konuşmasında, partinin temel dayanaklarından olan parti içi demokrasinin, Kılıçdaroğlu döneminde yürürlükten kaldırıldığı temel savıydı. CHP içerisinde bir lider sultası oluştuğunu, partide artık ön seçim bulunmadığını, Grup Başkan Vekilleri’nin ilk kez Kılıçdaroğlu döneminde seçimle değil atamayla geldiklerini, kurultaylarda beş dakika bile konuşabilmek için büyük mücadeleler gerektiğini, oysa Kılıçdaroğlu’nun Kurultay’da tek bir konuşmacıyı dahi dinlemediğini söyleyerek, CHP’de parti içi bir demokrasi bulunmadığını, her şeyin liderin iki dudağı arasında olduğunu kanıtlamaya çalıştı. İnce’ye göre, CHP iktidarı amaçlayan ve sosyal demokrasiyi temsil eden dinamik bir parti olmaktan çıkmış, Kılıçdaroğlu’nun kendi Genel Başkanlık koltuğunu korumak adına biçimlendirdiği bir tek adam partisine dönüşmüştü.

İnce, Kılıçdaroğlu’nu parti içi demokrasiden ve CHP’nin temel değerlerinden ayrılmakla suçlamasının ardından, ikinci büyük suçlamasını da 2018 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçiminde kendisine yeterli destek verilmediği ve dahası köstek olunduğu iddiasıyla yaptı. İnce’nin versiyonunda, Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında iyi giden her konu İnce’nin toparlayıcı liderliğine verilirken, kötü giden her konu Kılıçdaroğlu’na fatura edildi. Kampanyasının bizzat parti lideri tarafından çeşitli ihmaller, minik müdahaleler, moral bozmalar aracılığıyla sabote edildiğini ileri sürdü. Televizyon reklamları ve billboardlar gibi propaganda mecralarında kendisine yeterince yer verilmediğini, kampanyanın yarısının Kılıçdaroğlu’na ayrıldığını, oysa Cumhurbaşkanı adayının kendisi olması nedeniyle, tüm kaynakların kendisi için kullanılmasının doğru olacağını dile getirdi. Parti merkezinin, İnce’nin moralini bozmak için elinden geleni yaptığını ileri sürdü. İnce bu argümanları savunarak, Cumhurbaşkanlığı yarışında alınan CHP’nin normal oylarının üzerindeki bu seviyenin partiyle değil, partiye rağmen alındığını gözler önüne serme çabasındaydı. Burada yaymak istediği algı, bir sonraki seçimde bir de partinin destek verdiği bir İnce’yi tahayyül edin, işte o zaman kazanacak bir aday göreceksiniz tasavvuruydu.

Fakat İnce, artık Kılıçdaroğlu’nun başta olduğu sürece kendisinin Cumhurbaşkanlığı adaylığının desteklenmeyeceğini, kendisinin aday gösterilmesi durumunda dahi -ki bu çok iyimser bir bakış olurdu- yine son seçimdeki gibi desteksiz bırakılacağını savundu. Buna en güçlü kanıt olarak seçimden 60 gün sonra yapılan seçim değerlendirme toplantısına, Cumhurbaşkanlığı seçiminin “başrol oyuncusu olan” kendisinin çağırılmamasını gösterdi. CHP seçmenini, Kılıçdaroğlu’nun CHP ilkelerine karşıt bir Cumhurbaşkanı adayı gösterme niyetine karşı uyardı.

Artık bizzat CHP’nin temel değerlerine karşıt Cumhurbaşkanı adayları seçecek kadar CHP geleneklerinden uzaklaşmış bir tek adamlık inşa eden Kılıçdaroğlu’na karşı bayrak açan öz CHP’li bir İnce kimliğini öne çıkardı. Böylece kendisini CHP’ye karşı çıkan değil, CHP’yi özünden etmeye çalışanlara karşı çıkan bir yerde konumladı, yaklaşımını CHP’nin kurucusu Atatürk’le karşılaştırdı. Buna göre İnce’nin şimdi CHP’den ayrılması söz konusu değildi ancak olur da bir ayrılık yaşanırsa, bu ayrılık da CHP’nin kurtuluşunu sağlamak içindi, nasıl Atatürk işgal altındaki İstanbul’u kurtarmak için Ankara’ya gitmişse, İnce de CHP’yi kurtarmak için geçici olarak CHP dışında başka bir hareket başlatacaktı.

İnce, hareketinin adını “Bin Günde Memleket Hareketi” olarak açıkladı. Alanında uzman kişilerle çalışacağını, hareketin finansmanını ise Cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi halkın gerçekleştireceğini savundu. Hareketin isminin pek güçlü bir çağrışım gücü taşıdığı söylenemez. Tam olarak ne anlama geldiği dahi belirsiz. Öyle görünüyor ki, “Bin Gün” ile 25 Haziran 2023’te yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçim gününü hedefliyor. Zira İnce’nin basın toplantısını yaptığı 4 Eylül 2020 tarihi ile 25 Haziran 2023 tarihleri arasında 1024 gün var, muhtemelen İnce bu sayıyı yuvarlayarak bin gün sayısına ulaştı. Tabii daha derli toplu bir organizasyonda, hareketine 28 Eylül 2020 Pazartesi günü başlayarak, tam bin günlük bir süreç başlatması halkla ilişkiler pratiği açısından daha etkili olurdu.

İnce’nin hareketini 4 Eylül’de Sivas’tan başlatması, Sivas Kongresi’ne gönderme yapıyor ve ülkenin bir işgal altında bulunduğuna işaret ediyor. Bu işgalden kurtulmak adına da halihazırdaki siyasetçilere değil, tıpkı Atatürk’ün yaptığı gibi halka gidilmesini temsil ediyor. Bu aynı zamanda merkezden tek bir yöneticinin yöneteceği bir hareket değil, adem-i merkeziyetçi bir yaklaşımı anımsatıyor. İnce’nin CHP’den ayrılmasını da Atatürk’ün İstanbul’dan ayrılmasına bağlayarak, ayrıldığı yeri kurtarmak adına girişilmiş bir teşebbüs olarak sunması, İnce’nin kendisini tıpkı Atatürk gibi halkı örgütleyerek ülkeyi düştüğü kötü durumdan kurtaracak bir halaskar olarak sunma çabasını içeriyor.

İnce’nin neden böyle bir harekete giriştiği üzerine düşünülürse, kişisel siyasi kariyerini liderlik ya da kanaat önderliği seviyesinde sürdürebilmek için aslında neredeyse başka bir şansı olmadığı görülür. İnce’nin halihazırda CHP’de hiçbir görevi yok, emekli bir milletvekili. Görevi olmadığı gibi, Genel Başkan nezdinde bir itibarı da bulunmuyor, toplantılara çağrılmıyor, fikri alınmıyor, protokolde dahi kendisine yer verilmiyor. 2023 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçiminde parti adayı olarak görülmediği de çok açık. İnce’nin Millet İttifakı içerisinde yeniden bir liderlik ya da kanaat önderliği elde edebilmesi için, minicik de olsa, dayandığı bir oy tabanı gerekiyor. İşte İnce’yi 13 Ağustos’ta yeni bir harekete giriştiğini duyuran basın toplantısına götüren süreç, kendisini son derece zinde ve CHP’nin Cumhurbaşkanlığı adaylığı için en uygun kişi olarak görmesine karşın, CHP Genel Başkanı tarafından dışlanmasının artık geri döndürülemez bir noktaya geldiğini düşünmesinden kaynaklanıyor. CHP’de Genel Başkanlığı kazanamayan ve ardından da Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra strateji belirleyen azınlık içerisinden sürülen bir siyasetçi olarak etkisi sıfırlanan İnce’nin, siyasette bir lider figür olarak varlığını sürdürebilmesi için artık CHP dışına çıkması onun için bir kişisel zorunluluk. İnce artık Millet İttifakı içerisinde masaya oturulacak, görüşleri alınacak bir siyasi önder olarak algılanabilmek için, belli bir oy miktarını temsil eden bir kanaat önderi ya da siyasi parti lideri olmak zorunda. Halihazırdaki sistemde 50+1 seçim kazandırdığı için, yüzde 1 ya da yüzde 2 oyun bile önemi yaşamsal. Yani temsil edilen oy ile o oyun kazandırdığı siyasi güç arasında ciddi bir asimetri var. İşte İnce de bu asimetrik kaldıraçtan yararlanarak Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar Millet İttifakı’nın masa başında karar alan imtiyazlı figürlerinden birisi, liderlerden birisi ve hatta aynı zamanda da Cumhurbaşkanı adayı olmak istiyor. Kişisel siyasi yaşamı düşünüldüğünde, İnce’nin attığı bu adım son derece rasyonel. Fakat bir kişiye uyan, bir ittifakın çıkarlarına uymayabiliyor. Zaten İnce’ye yöneltilen “Millet İttifakı’nın oylarını bölüyor” itirazı da tam buradan doğuyor. Fakat İnce’nin bu oy bölme meselesine verdiği yanıt makul görünüyor zira İnce’nin Cumhur İttifakı’na katılmadığı sürece oyları bölmesi gibi bir risk yok. Sadece İnce Millet İttifakı içerisinde kendisine masada bir yer açıyor.

İnce’nin tezi özetle, Cumhurbaşkanlığı yarışında aldığı yüzde 30,6’lık oyu CHP liderinin örtülü engellemelerine rağmen gerçekleştirdiğidir. Eğer bu engellemeler sona erer de olması gerektiği gibi bir desteğe dönerse, İnce’nin Cumhurbaşkanlığını Millet İttifakı’na getirmemesi için hiçbir neden yoktur. Son seçimde sınandığı üzere İnce’nin bu yeteneği vardır ve İnce’nin sezdirmeye çalıştığı algı, bu yeteneğin başka hiçbir isimde bulunmadığıdır. Ayrıca İnce’nin bir vurgusu da, CHP adaylarının sağa yakın değil, özbeöz sosyal demokratlar olması gerektiği üzerinedir. Burada İnce, Ali Babacan ya da Abdullah Gül gibi olası çatı adayların yanı sıra, belli bir miktarda Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş’ı da hedef alır ve neden onların Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı olarak sunulmaması gerektiği üzerine bir altyapı oluşturmayı dener.

İnce’nin konuşmasının yetersiz ve iyi hazırlanmamış görüntüsü, aslında İnce’nin kendi basın toplantısına ilişkin beklentileri aşırı büyüten Alçı’nın müdahalesinden kaynaklanıyor. Muhtemelen İnce çok iddialı şeyler söylemek yerine, daha önce söylediklerini düzenli bir bağlama oturtarak kendi siyasi hareketinin meşruluğunu sağlayacak bir alt yapı oluşturmak amacındaydı fakat kendisinden bu konuşmada “büyük bomba açıklamalar” beklentisine girilince, İnce’nin konuşması da vasatın altında kaldı ve İnce 2018’deki Cumhurbaşkanlığı seçimi gecesindeki gibi bir kez daha stres altındayken kriz yönetimini başarılı gerçekleştirememekle suçlandı.

*Yazar-Siyaset Bilimci