İstanbul Sözleşmesi LGBT'leri de korur

İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına karşı çıkan ancak iktidarın toplumu dini referanslar üzerinden şekillendirme projesinin bizatihi bir parçası olan çevreler, çareyi kadın haklarını savunurken LGBT haklarını çiğneyip geçmekte buluyor. Kendilerini eşcinsel düşmanlığı üzerinden meşrulaştırmaya, üzerinde durdukları kırılgan zemini böylece sağlamlaştırmaya çalışıyorlar.

Google Haberlere Abone ol

Tunca Özlen*/@T_unca

Ayasofya ve hilafet tartışmalarıyla aynı zamanda gündeme oturan İstanbul Sözleşmesi, Cumhur İttifakı’ndaki çatlakların daha da derinleşmesine ve görünür olmasına yol açtı.

Sözleşmenin aile birliğini zayıflattığını, insan fıtratına aykırı olduğunu, toplumsal cinsiyet gibi kavramlar üzerinden cinsiyetsiz bir toplumu hedeflediğini, eşcinselliği özendirdiğini savunan kesimler, büyük ölçüde farklı tarikatlarda ve tarikatların içindeki farklı kollarda örgütlü siyasal/radikal İslamcılar.

Bir yandan hilafet tartışması başlatan bu radikal çevreler, diğer yandan Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi için bastırıyor. Görüleceği üzere bu, bütünlüklü bir saldırı.

Cumhur İttifakı’nın anahtar partisi MHP’den sözleşmeye karşı ciddi bir çıkış gelmezken, AKP’de ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarında siyaset yapan muhafazakar kadınlardan ise sözleşmeden çıkılmaması gerektiğine dair oldukça kayda değer itirazlar yükseliyor.

Bu itirazın kendisi, Türkiye’de son yıllarda adeta ana muhalefete dönüşen kadın hareketinin etkisinden bağımsız ele alınamaz. Diğer taraftan, sözleşmeden çıkılmasını savunamayan muhafazakar çevrelerin argümanlarına bakıldığında, eşcinsel düşmanlığının belirleyici olduğu görülüyor.

LGBT’LERI KORUMADAN KADINLARI KORUMAK MÜMKÜN MÜ?

“Bu sözleşmenin eşcinsel yönelimlerin meşrulaşmasına sebep olduğunu iddia etmek ise en hafif tabirle kötü niyetliliktir.”

Tarikatların feminist olmakla “suçladığı” Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM), neden İstanbul Sözleşmesi'nden yana tavır aldığını açıklarken yukarıdaki argümana da yer verdi. (1) Bu kadarı yeterli görülmemiş olacak ki, Twitter hesaplarından şu mesaj paylaşıldı: “Konumumuz, aileye verdiğimiz değer ve neslin devamlılığının önemi açısından tehdit olarak gördüğümüz eşcinsel hareketler ile yan yana anılmayı kabul etmiyoruz.” (2)

Karşımıza tuhaf bir tablo çıkıyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına karşı çıkan ancak iktidarın toplumu dini referanslar üzerinden şekillendirme projesinin bizatihi bir parçası olan çevreler, çareyi kadın haklarını savunurken LGBT haklarını çiğneyip geçmekte buluyor. Kendilerini eşcinsel düşmanlığı üzerinden meşrulaştırmaya, üzerinde durdukları kırılgan zemini böylece sağlamlaştırmaya çalışıyorlar.

Oysa İstanbul Sözleşmesi'ni, insanları cinsel yönelim ayrımcılığına karşı korumadığı, sözleşmenin böyle bir boyutu olmadığı gibi argümanlarla savunamazsınız. Kadın hakları ve LGBT hakları ayrılmaz bir bütündür. Bu bütünlüğün maddi zemini ise hetero-patriyarkal sistemdir.

Kadınlara ve erkeklere yüklenen toplumsal cinsiyet rolleri, bu rolleri alt üst eden LGBT’lere yönelik düşmanlığın da arka planını oluşturur. Bu nedenle patriyarkaya karşı koyarken heteroseksizmle uzlaşmak mümkün olamaz. LGBT’leri dışlayan bir tavır kadın kapsayıcı olamaz çünkü kadınlar ve LGBT’ler geçirimsiz iki homojen küme değildir. Eşcinsel, biseksüel ve trans kadınlar sadece patriyarkanın değil, aynı zamanda heteroseksizmin de ezdiği geniş bir toplumsal kesimi oluşturuyor.

“Kadına yönelik şiddet” sadece natrans kadınlara yönelik şiddeti ima etmez. Trans kadınları hedef alan psikolojik ve fiziksel saldırılar da bu kapsamda değerlendirilmelidir. Uzun süredir devam eden “trans dışlayıcı feminizm” tartışmaları gösterdi ki, transları kapsamayan bir kadın mücadelesi tutarlı olamaz.

Dahası patriyarkayı, heteroseksizmi, ikili cinsiyet rejimini ve toplumsal cinsiyet normlarını bir bütün olarak tasfiye etmeyi hedeflemeyen hiçbir politik tahayyül kadınları özgürleştiremez.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ HEPİMİZİ KORUR

“Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.” (3)

Radikal İslamcıların sözleşmeyi tek bir maddesine, hatta bu maddede geçen “cinsel yönelim” ifadesine indirgemeleri, sözleşmenin gerçekten de böyle bir boyutu olduğu gerçeğine gölge düşürmez. İstanbul Sözleşmesi insanları cinsel yönelim ayrımcılığına karşı korur.

Sözleşmenin esas aldığı bütünlük bozularak, sözleşmede gedikler açılarak kadına yönelik şiddet durdurulamaz. Son yıllarda LGBT’lere yönelik nefretin yükselmesi ile kadına yönelik şiddet vakalarının artması tesadüf olabilir mi?

Türkiye’nin sözleşmeden çıkması yönünde Twitter’da propaganda yapan radikal İslamcı hesapları incelediğinizde, aynı hesapların IŞİD’in eşcinselleri binaların tepesinden atarken çekilmiş fotoğrafları paylaştıklarını görebilirsiniz. LGBT’lere yönelik şiddet çağrılarına kulaklarınızı kapatarak kadına yönelik şiddete dur diyemezsiniz.

Buradan hareketle, Ayasofya ve hilafet tartışmaları ile İstanbul Sözleşmesi üzerinden yürüyen tartışmaların aynı nehir yatağında aktığını görmek zor değil. Toplumsal tabanı giderek daralan Erdoğan’ın iktidarda kalabilmek adına radikal İslamcıları memnun edecek adımlar atmasına hiçbirimiz seyirci kalamayız.

Bu bağlamda İstanbul Sözleşmesi sadece bir sözleşme değil, hepimizin savunması ve düşmemesi gereken bir kale.

Natrans kadın, trans kadın, gey, lezbiyen, kuir, trans erkek, biseksüel... İstanbul Sözleşmesi hepimizi korur. Bu yüzden de hepimizin gündeminde olmalıdır.

(1) KADEM'den İstanbul Sözleşmesi açıklaması: İslami öğretide yeri var

(2) KADEM, LGBTİ+'ları hedef gösterdi: Neslin devamı için tehdit

(3) İstanbul Sözleşmesi’nin tam metni

*LGBT aktivisti