Fatih'te bir çizgi roman kahramanı: Cavit Murtezaoğlu

Her seferinde içinden geldiği büyük sözlü geleneğin izlerini taşıyan cümlelerle ve jestlerle sizi halesine saran özel bir insandı Cavit Murtezaoğlu. Ülkesi İran'da rahat ettirmemişlerdi. Son yıllarda burada da rahat vermediler. O kendi cismine iki cihanı sığdırdı, ama bu cihana sığmadı. Sadası baki zaten...

Google Haberlere Abone ol

Ne kadar çok arkadaşım yazmış Cavit Murtezaoğlu'yla ilgili.

Hepsi nasıl hüzünle, minnetle, sevgiyle anmış...

Baktım da son bir hafta ölümden, bireysel ve toplu kayıplardan başka şey konuşmamışız.

Aslında zaten yazan yazmış sen yazmasan ne eksik kalır diye düşünmekle birlikte Cavit Hoca'yla ilk karşılaşma anımızı yazmasam olmazdı diye geçti içimden.

Sanırım 2004 yılının bahar aylarıydı. Birgün gazetesi yeni çıkmaya başlamıştı.

Özgür adında bir arkadaş: "Benim oturduğum mahallede çok ilginç bir adam var. Türk ama Hıristiyanmış. Nasıl iş, anlamadım" diye bir cümle kurdu.

"Gagauz mu?" diye atladım. "Bilmem. Gagauz ne ola ki?" diye yüzüme baktı.

Hemen bir söyleşi yapalım diye markaj yaptım.

Özgür randevuyu ayarladı. İki gün sonra Yıldız Bilgin Beyazıt'la kendimizi Fatih'in arka sokaklarında, Yavuz Selim, Çarşamba civarlarında yürürken bulduk.

Hayli görmüş geçirmiş, küçük bir apartmanın mütevazı dairesinde ufak tefek, çakır gözlü bir adam tarafından karşılandık.

Dimitri Savatin, Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından, Doğu Avrupa'da kurulan Gagauz Özerk Cumhuriyet'inin ilk Kültür Bakanı'ydı.

Çok özgün, tatlı bir Türkçe ile, hayat hikayesini anlatmıştı: "Adım Dimitri Savatin. Dimitri’yle Mete aynı. Küçükken bizde Mete diyırlardı. Büyüyünce oldu Dimitri. 42 doğumluyum ama daha genç gösteriim. Belkim de genetik. 95’ten bu yanı buradayım. Ama her sene gidiim eve. Bakiim biraz, duriim. Unutmiim isterim uraları. Komrat’tanım. Başşehir. 150 bin belkim nüfus.

...Te şimdi anlatacam. Gagauz otonom bölgesi. Bizde haçan yoktu otonom bölgesi. Türkiye’de kimse bilmezdi. Gagauz Cumhuriyetinde yaşayan birinci ressamım ben. Benden once hiç ressam yoktu. Üle. Sonra ben çok zorluk geçirdim. Küçükken Bak’ta yaşadıi dedik. Sonra geldik Moldovya’ya. Urada benim ikametim yaziyurdu Moldova. Büyüdüğümde dedim olmaz. Ben Gagauz’um. 16 yaşında değiştim. Unlar bizi saymazdı hiç. Bitirdim 10. sınıf. Sunra resim lisesi, akademi bitirdim. Ukrayna’da. Küçükken ben Bakü’de büyüdüm.

Sunra ben milletvekili oldum. Sunra da Kültür Bakanı. 91-92’de, Bakanken gelincce karşılardı bakanlık beni Ankara’da. Otel, araba hepsi tamamdı. Ressamken yok hiç itibar. Sunra düz bir adam prezidınt oldu. Başladı kendine evler, arabalar almaya. Ben de kritik ettim. Muhalefet yaptım yani. İyi değil adam. Beni istemediler. Başka bakanlıkta yoktu program. Bende hepsi var. Sunra istifa ettim. Geldim Türkiye’ye. İstiim yine gitmeyi eve. Politikaylan uğraşayım, sanatı bırakayım istiim. Ama zor sanatı da bırakmak. Burada yaşiim diye bir sokak açmışlar adıma, istiiler bir okula verecekler adımı. Yok diim. Ülmedim ki ben, gelcem daha neler yapacağız."

Savatin, Gagauzların Lozan Mübadelesi'nde Türkiye'ye gelmek istediklerini, Türkiye'nin Hıristiyan oldukları için onları istemediğini ama buna rağmen Türkiye'ye hep sevgi beslediklerini düşük bir ses tonuyla sakin sakin anlatırken, birden odaya babayiğit bir adam daldı. Dimitri Savatin'in tersine her tarafından enerji fışkırıyordu. Omuzuna dökülen saçları, çenesine ulaşan bıyıklarıyla Marvel serisinden çıkmış bir çizgi roman karakteri gibiydi.

Dimitri'nin üst kat komşusu, Cavit Murtezaoğlu birden odanın havasını değiştirdi. İçeriği üzücü olsa da o şelale üslup ortamı şenlendirmeye yetmişti: "Men İran'dan Mollaların elinden kaçmış bir müzisyenim" diye başladığı hayat hikayesini bezediği metaforlar, kelime oyunları, meseller, cinaslar, ağzımızı açık bırakmıştı.

Hiç deniz fenerlerinin içini gördünüz mü? Dilimlerden oluşmuş kristal bir küre döner durur. İçinde ışık kaynağı vardır.

Cavit Murtezaoğlu büyük bir geleneğin kristalize olmuş deniz feneri gibiydi.

Bir tarafta onun Tebrizli aksanı, diğer tarafta Savatin'in Komratlı aksanı.

Fatih'teki o oda bir anda Türkçenin farklı lehçelerinin icra edildiği bir Babil Kulesi'ne dönüşmüştü.

Bir Azeri, bir Gagauz, bir Gürcü ve bir Çerkes.

Fatih'te bir kavimler kapısı...

**

O gün oraya Dimitri Savatin ile görüşmeye gittiğimiz için Cavit Hoca ile başka bir zamana rendevulaştık.

(Savatin'le yaptığımız söyleşi 2004 Haziran'ında, Metin Üstündağ'ın yönettiği Hayvan Dergisi'nde yayınlandı.)

Zamansızlık yüzünden Cavit Hoca söyleşiye biz gidemedik. Gazeteden bir arkadaştan rica ettik. Ziyadesiyle leziz bir muhabbet olmuştu. (Birgün'ün arşivinden çıkartılıp tekrar yayınlansa ne kadar iyi olur.)

Sonrasında Barış İçin Sanat Girişimi gibi ortak girişimlerde, Kardeş Türküler konseri gibi mecralarda çeşitli defalar karşılaştık, sohbetler ettik.

Her seferinde içinden geldiği büyük sözlü geleneğin izlerini taşıyan cümlelerle ve jestlerle sizi halesine saran özel bir insandı.

Ülkesi İran'da rahat ettirmemişlerdi. Son yıllarda burada da rahat vermediler.

Uzun uzun anlatmaya gerek yok. Epey bir yerde yazıldı çizildi.

O kendi cismine iki cihanı sığdırdı, ama bu cihana sığmadı.

Sadası baki zaten...

Mekânı da cennet olsun.