Covid 19’un kurbanları mıyız?

Covid-19 sürecinde kurtarıcı bulamayan insanların belli manevi kurtarıcılara sığındığı anlaşıldı. Zira Kopenhag Üniversitesi’nden Bentzen’in yaptığı bir araştırmada dünya genelinde Covid-19 korkusuyla Google’da yapılan “Tanrı”, “Allah”, “Muhammed”, “Kur’an”, “İncil”, “İsa,” “Buda”, “Vişnu” ve “Şiva” gibi kelimelerinin aramalarında artış olduğu ortaya çıktı.

Google Haberlere Abone ol

Hatime Kamilçelebi*

Mart ayından beri ülkemizde görülen Covid-19’un insanların psikolojisinde ve ekonomik durumunda yaptığı etkiler ilk anda bir kaygı etkisi yarattı. Türkiye’de de mart ortasından haziran sonuna kadar çeşitli kısıtlamalar ve sokağa çıkma yasağı, 22 Haziran itibarıyla Türkiye’nin yarısından fazla ilinde hayatın tüm alanlarında, bazı illerde ise insanların toplu halde bulunduğu yerlerde maske takmayanlara idari para cezası getirildi.

Peki belli bir kesim Covid-19 ile ilgili neden bu kadar şiddetli kaygı yaşadı?

Aslında bakacak olursak Dünya Sağlık Örgütü’nün açıklamalarına göre 2019 yılının sonunda Çin’de ortaya çıkan bu virüs ülkemize gelene kadar Türkiye’de neden görülmediği gibi birçok spekülasyonla karşı karşıya kaldık. Türkiye sınırları içinde bir vakaya rastlanmadığı için insanlar arasında belki de bir mutluluk artışına sebep olduğunu ve heyecan yarattığını gözlemledik. Hatta Türk geni, tuzlu su vb. pek çok bilgi kirliliğine maruz kaldık. Çin’in ekonomik ve sosyal kaygılarla virüsün varlığını sakladığı, verileri gizlediği ve geç açıkladığı, Dünya Sağlık Örgütü’nün pandemi kararını epey geç alması insanlarda hükümetler ve organizasyonların şeffaflığı ve tarafsızlığı konusunda şüpheler oluşturdu. Virüs Türkiye’de de görüldüğünde insanların paniklediği ve bu panikle marketlerin raflarını boşalttığını, sosyal yaşama getirilen çeşitli kısıtlamalarla bu paniğin perçinlendiğini, temel yiyecek ihtiyaçlarını karşılamak amaçlı market ve fırınlarda sosyal mesafeye uymadan alışveriş yaptığını, toplumdaki diğer insanlarda bu sebeple kaygının arttığını gözlemledik. Aynı zamanda belli iş gruplarının evden çalışmasıyla kimileri trafikte geçirilecek süreyi kendilerine ve sevdiklerine ayırırken, kimileri iş arama umutlarının bir süreliğine ortadan kalkması, bir süreliğine işsizliğinin ertelenmesi, iş kaybetme, fatura/kira vb. giderleri ödeyememe korkusu Covid-19 bulaşır mı korkusuyla birleşti.

Bu kaygının sağlığını ve yaşamını kaybetme korkusundan da kaynaklanacağı açık olup bu kısmı farklı bir bilim dalını ilgilendirdiği için kapsam dışı bırakıyorum. Sosyoekonomik etmenlerinin yanında psikolojik etmenlerinden bahsedeceğim. Bireyler arasındaki gelir adaletsizliği ve işsizlik ekonomik etmenlerden. Türkiye’deki işsizlik oranı Covid-19 öncesinde de fazlaydı, fakat işten çıkarmaların ötelenmesinin ortadan kalktığı zaman bu oranın ciddi oranda artacağı malum ve halihazırda çalışanlar da bunun kaygısını yaşıyor.

Psikolojik ve sosyal etmenlerin altında yatanlar arasında ise sosyal mesafeye ve maske takmaya dikkat etmeksizin yapılan alışverişlerde kolektif bir toplumdan uzak olduğumuzu görmekteyiz. Belirsizliğin çok fazla hâkim olduğu bu gibi durumlarda insanların yaşadığı bu tip panik alışverişi davranışı normal karşılanmaktadır. Bireysel olarak taktığımız maskenin sırf kendimizi değil, toplumdaki diğer insanları da koruduğu bilinci yayılmış olsa maske takmayanlara idari para cezası gibi bir uygulamaya hiç ihtiyaç duyulmayacaktı. Fakat cezalandırıcı eylemlere çok fazla maruz kalan insanların cezalandırma dışında başka seçenek bulamaması gibi bir durum oluştu. Fakat cezai işlem yapılması bir sonuçtur. Maskenin takılmaması gerçeğini değiştirmemektedir.

Son yıllarda alarm zilleri çalan küresel ısınma, çevre kirliliği, açlık, tedavisi olmayan hastalıklar gibi etmenlere kısmen göz yumup hayatlarını sürdüren çoğu insan Covid-19 sürecinde ekonomik ve sosyal anlamda çaresiz olduğunu düşünerek kurban mantalitesine girdi. Stephen Karpman’ın açıkladığı ve temelinde genellikle kaygılı bağlanma bulunan “drama üçgeni”nde kurban, kurtarıcı ve zalim rolleri bulunmaktadır. Bu rolleri en basit tabiriyle şöyle izah edebiliriz: Babası tarafından zulme uğrayan bir çocuğu annesi gelip kurtarır. Bu roller zaman zaman kendi içinde değişebilmektedir de. Örneğin, çocuk büyüdüğünde annesini babasının zulmünden kurtarabilmektedir. Çünkü bu annesinden öğrendiği bir şeydir ve bu drama üçgenini bildiğinden hayatı boyunca bu üçgen içine giren davranışlarda bulunması muhtemeldir. Bu çocuk babasını taklit edip zorbaya da dönüşebilir. “Bugün dışarıdaki şu çocukları dövdüm.” diyen bu çocuk da bu üçgen içindedir. Büyüdüğünde de zalim rolü ona yakın gelir. Bu drama üçgenini Covid-19 sürecine adapte edersek hayvan pazarları ile ilgili standartları olmayan ve virüs ile ilgili bilgileri saklayarak bize mağduriyet yaşattığını düşündüğümüz Çin de diğer ülkeler gibi iktisadi ve sosyal anlamda mağdur oldu. Çünkü Karpman’ın da ifade ettiği üzere bu drama üçgeninde kazançlı taraf yoktur.

Peki insanlar için hükümetlerinin veya Dünya Sağlık Örgütü gibi organizasyonlarının böyle olağanüstü durumlarda açıklamaları neden önemlidir?

Çünkü tarih boyunca insanların çoğunun özellikle zorlu zamanlarda hep bir kurtarıcı beklediklerini bilmekteyiz. Covid-19 sürecinde de çoğu insan ya hükümet ya da belli organizasyonlardan bu kurtarıcı görevini üstlenmelerini beklediler. II. Dünya Savaşı’ndan sonra toplumların refahını artırmak ve kalkınmasını sağlamak için “kurtarıcı” rolünde kuruluşlar kurulduğunu biliyoruz. Fakat biraz daha geniş bir perspektiften bakacak olursak bu kuruluşların varlıklarını sürdürebilmeleri mağdur insan grubunun varlığına bağlıdır. Onlarca yıldır “mağdur” olan insanlara yardım şekli yoksulluğu sona erdirmedi veya özellikle azgelişmiş ülkelerde görülen bazı hastalıklarla ilgili halen tedavi yolları bulunmadı. Bu insanları kendilerine bağımlı hale getiren bir yapı oluştu.

Bireylerin hem hükümetlerinin hem de Dünya Sağlık Örgütü gibi Birleşmiş Milletler'e bağlı olan ve toplum sağlığıyla ilgili yıllardır uluslararası çalışmalar yapan bir organizasyonun açıklamalarına güvenmesi beklenir. DSÖ’nün pandemi kararı ile ilgili açıklamalarındaki gecikmeler, Covid-19’un bulaşma yollarını açıklayan bilim insanlarının açıklamalarına rağmen halen net bir tavrının bulunmaması, Covid-19 tedavisinde kullanılan bir ilacın kullanımı ile ilgili kararsızlığı gibi pek çok etmen Dünya Sağlık Örgütü’ne olan güveni kısmen de olsa azalttı.

Covid-19 sürecinde kurtarıcı bulamayan insanların belli manevi kurtarıcılara sığındığı anlaşıldı. Zira Kopenhag Üniversitesi’nden Bentzen’in yaptığı bir araştırmada dünya genelinde Covid-19 korkusuyla Google’da yapılan “Tanrı”, “Allah”, “Muhammed”, “Kur’an”, “İncil”, “İsa,” “Buda”, “Vişnu” ve “Şiva” gibi kelimelerinin aramalarında artış olduğu ortaya çıktı.

İnsanlar bu Google aramalarını Covid-19’dan korktukları ve sığınacak bir liman aradıkları veya bir Mesih umudu gibi nedenlerle yapmış olabilirler. Bunun yanında hükümetin şeffaflığının, insanların sağlıklarına ve yaşamlarına verdikleri önemin ve ekonomik katkılarının yetersizliği ve dünya genelinde insanlara yardım eden kurumların bu tip olağanüstü durumlara hazırlıklı olmayışı ve insanların bu kurumlara güvenlerinin azalmasından dolayı bu tür bir maneviyata yönelmeleri de söz konusu olabilir.

Böyle zorlu anlarda hiçbir şey yapmadan bekleyip bizi zalimin zulmünden kurtaracak bir kurtarıcı beklemektense bu kurban mantalitesinden çıkarak sorumluluğu almalı ve suni gündemlerle vakit geçirmeyi bırakmalıyız. Yaşamımızın sonuna yaklaştığımızı hissettiğimizde belki de yaşadığımız hayatın aslında istediğimiz gibi bir hayat olmadığını fark edeceğiz. “Hep iplerin başkalarının elinde olduğunu”, “hep zorlukların bizim başımıza geldiğini”, “hayatımızda hep çaresiz kaldığımızı” yakındığımız kurtarıcının da aslında bir kurban olduğunu anladığımızda geç olacaktır. Bu noktada insanların kurtarıcı olarak gördüğü kişi veya kurum onlara acıyan değil de onları destekleyip sevgi ile yaklaştığında “sistemin kurbanlarıyız” modundan çıkabilmek kolaylaşacaktır. Kimi zaman Covid-19’un yayılması gibi virüsün sorumluluğunu başkasına yüklediğimiz ve mağduru olduğumuzu düşündüğümüz bir olayda, örneğin maske takmak gibi kısmi bir çözümünde dahi maske takmayıp, başkalarının sağlığını düşünmeden hareket ettiğimizde biz de zalime dönüşebiliriz. Zira Covid-19 Sessiz Bir Yer filmindeki gibi sadece ses çıkarana saldıran bir yaratık değil. Maske takma zorunluluğuna uymayan kişilerin bu davranışı kendilerinin dışında yüzlerce kişinin hayatını etkiliyor. Kolektif düşünmeyi ve birbirimize güvenmeyi öğrendiğimizde, çocukluktan beri öğrendiklerimiz ve gerçek olarak algıladığımız doğru bildiğimiz yanlışlarda diretmeyeceğiz. Karpman’ın belirttiği drama rollerinden çıkıp gerçekliğini bulan insanlarla herkesin yaşamını ilgilendiren bu tip sorunlarla karşılaşmamak için adımlar atmak kolaylaşacaktır. Eğer bir sorunla karşılaşırsak kolektif bilinçle üstesinden gelebileceğine güvenimiz tam olursa, maske takma vb. uygulamalara kolaylıkla adapte olup cezalandırma odaklı yaklaşımdan da uzaklaşmış olacağız. Dünyadaki tüm canlılarla bir bütün olduğumuzun farkındalığını sağladığımız ve bu yönde girişimlerde bulunduğumuzda dünya değişmiş olacak. Covid-19 süreci ülkelerin sınırları ve kısıtlamalarına vurgu yapmasına rağmen sınırlar yokmuşçasına kolektif kararlar almazsak ve dünya vatandaşı olmanın ilk adımını şu anda atmazsak defalarca bu ve benzeri olaylarla test edileceğiz.

*Dr. Öğr. Üyesi, Kırklareli Üniversitesi