Floyd sonrası ırkçılık karşıtı protestolar ve anıtlar

Amerika’da anıtların bu kadar gündemde olmasının, göze batmasının temel nedeninin içinde bulunduğumuz dönemin özelliklerinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Tyler Stiem, Cecil Rhodes heykelinin İngiltere’nin çok kültürlü bir gelecek vaat ettiği, buna dair umutların canlı olduğu dönemde 1990’larda göze batmadığını söylüyor. Tersinden söylersek Amerika’da siyahların yaygın bir şekilde polis şiddetine maruz kaldığı, hukuki sistemde süregelen ırkçılık nedeniyle kitlesel hapse mahkum edildiği ve sosyoekonomik eşitsizliğin 1960’lardan beri değişmeyerek sürdüğü bir ortamda anıtların beyaz üstünlüğüne dayalı sistemin utanmaz simgeleri haline geldiğini söyleyebiliriz. Diğer bir deyişle, adalet ve eşitliğe dair umutların boşa çıkması heykelleri çok daha fazla görünür kıldı.

Google Haberlere Abone ol

Levent Önen*

George Floyd’un Minneapolis’te polis tarafından öldürülmesi sonucu kamusal alandaki Konfederasyon anıtlarına ve bayrak gibi sembollere yönelik tartışmalar tekrar alevlendi. Polis şiddetine karşı başlayan ırkçılık karşıtı gösterilerde protestocular haklı öfkelerini ırksal eşitsizlik ve adaletsizliğin kaynağı, beyaz üstünlüğüne dayalı sistemin kamusal alandaki görünür simgeleri olan anıtlara da yönelttiler. İç Savaş’a dair ‘Kaybedilmiş Dava’ anlatısını somutlaştırıp görünür kılan, kölelik taraftarı Konfederasyon’un asker ve siyasilerine adanmış bu anıtlar yoğun bir şekilde inşa edildikleri 19'uncu yüzyıl sonundan günümüze kadar çok da rahatsız edilmeden kamusal alanda kölelik ve beyaz üstünlüğü savunucularını temsil etme, onurlandırma ve onları aklama fonksiyonlarını yerine getiriyorlardı. Anıtları hedef alan protestocular sadece onları tahrip edip yerinden sökmüyorlar, aynı zamanda beyaz üstünlüğünü destekleyen bu anlatıyı da kökünden sarsıp artık daha demokratik, adil, eşitlikçi ve gerçeklere dayalı bir hafıza inşasının zamanının geldiğine işaret ediyorlar.

Kolomb’un heykelleri de hedef alınsa da özellikle Konfederasyon’un asker ve siyasilerine adanmış anıtlar ırkçılık karşıtı protestocuların hedefi oldu. Floyd’un öldürüldüğü 25 Mayıs’tan beri 20’den fazla anıt ya yerel otoriteler tarafından kaldırıldı ya da göstericiler tarafından kaidelerinden indirildiler. Ama köleci Konfederasyon’un siyasi ve askerlerine ait anıtların sayısı -çoğu Güney eyaletlerinde olmak üzere- yüzlerle ifade ediliyor. Irkçılık karşıtı dalgadan sadece kölelik taraftarlarını hatırlatan, onları onurlandıran anıtlar değil aynı zamanda Konfederasyon bayrağı gibi diğer semboller de nasibini aldı. Bayrağında Konfederasyon’un İç Savaş’ta kullandığı savaş bayrağına yer veren Missisippi, Demokrat ve Cumhuriyetçilerin ortak kararıyla bayrağı kullanımdan kaldırdı. Temsilciler Meclisi’nin Demokrat başkanı Nancy Pelosi daha önce Konfederasyon yönetiminde görev almış Temsilciler Meclisi başkanlarının portrelerini Kongre binası duvarlarından indirtti.

Floyd’un öldürülmesinden önce de çoğunluğu Güney’de olan ama ülkenin diğer yerlerinde de Konfederasyon’un siyasetçilerine, askerlerine adanmış anıtlar son on yıl içinde sıklıkla tartışma konusu olmuştu. Kamusal alanda Konfederasyon’u temsil eden anıtlara ve bayrak gibi diğer sembollere dair tartışmalar özellikle Güney Carolina’nın Charleston şehrinde ırkçı bir beyazın siyahlara ait tarihi bir kilisede sekiz siyahı öldürmesinden sonra yoğunlaşmıştı. Özellikle katil Dylan Roof’un Konfederasyon bayraklarıyla fotoğrafları ortaya çıkınca bayrak yeniden gündeme geldi. Bu olay sonrası Güney Carolina’nın Cumhuriyetçi valisi eyalet merkezinin önünde dalgalanan Konfederasyon bayrağının kaldırılmasını onayladı. Anıtlara dair çatışmanın alevlendiği kritik dönemeçlerden diğeri de 2017 yılında aşırı sağcıların Virginia eyaletinin Charlotsville kentinde Konfederasyon’un en ünlü generali Robert Lee’ye ait anıtı korumak amaçlı düzenlediği ‘Sağ’ı birleştir’ (Unite the right) gösterisiydi. Burada ırkçılık karşıtı göstericilerden birisi kalabalığın içine araç süren aşırı sağcılardan biri tarafından öldürülmüştü. Bu olaydan sonra New Orleans gibi kentlerde birçok anıt yerel otoriteler tarafından kaldırıldı. Amerikan tarihinde eşitlik ve entegrasyon yönünde atılan her adımın karşıtını yaratması geleneğine uygun olarak anıtların kaldırılmaya başlanması karşıt tepkiyi de beraberinde getirdi. Birçok eyalet heykelleri korumak için yasalar çıkardılar. Obama sonrası beyaz anksiyete ve tepkinin temsilcisi Trump’ın başkan seçilmesini bile bu şekilde okuyabiliriz.

Anıtların kaldırılmasına yüksek sesle karşı çıkanlardan biri olan Başkan Trump anıtları korumak için idari bir emir de yayınladı. Trump, daha önce de kölelik savunucularının heykelleri gündeme gelince kaldırılmalarına karşı olduğunu dile getirmişti. Tarihsel mirasın parçası olduğunu söylediği ‘güzel heykeller ve anıtlar’’ın kaldırılması girişimlerini ‘aptalca’ olarak niteleyen Trump’ın temel argümanı, kölelik taraftarlarının anıtları kaldırılmaya başlanırsa bunun onlarla sınırlı kalmayacağı ve sürecin nerede duracağının kestirilemeyeceğine dair kaygı olarak ifade edilebilir. Trump, ‘Sıra George Washington gibi kurucu babalara mı gelecek?’ diye sormuştu. Tabii bu sorunun ifade ettiği kaygının altında Washington, Thomas Jefferson gibi Amerika’nın kurucu babalarının da yüzlerce insanı köleleştirdiği gerçeği var. Trump ayrıca Konfederasyon askerlerinin isimleri verilmiş askeri üslerin isimlerinin değiştirilmesine de şiddetle karşı çıkıyor. Hatta Konfederasyon’un en tanınmış askeri Robert Lee’yi de büyük bir asker olarak gördüğünü açıklamıştı. Görünen o ki diğer sağcı kültürel ve tarihi miras savunucuları gibi Trump için de Lee ve diğerlerinin kölelik sistemini sürdürmek için Birleşik Devletler’e ihanet edip ayrılık için savaşmalarının bir önemi yok. Bunun nedeni de Trump’ın dayandığı muhafazakar beyaz seçmen grubu ve politikalarına bakınca ortaya çıkıyor: Trump da Konfederasyoncuların beyazların üstünlüğüne dair inançlarını paylaşıyor. 2017’de Virginia eyaletinin Charlotsville kentinde aşırı sağcı beyazların ‘Sağı birleştir’ yürüyüşüne karşı olanlardan ırkçılık karşıtı bir gösterici hayatını kaybedince Trump ırkçıları kınamamış ve ‘her iki grupta da iyi insanların olduğunu’ söylemişti. Irkçıların o gösterisi de Charlotsville’deki anıtın kaldırılması girişimine yönelikti.

Konfederasyon’un askerlerini ve liderlerini temsil eden anıtları savunanlar tabii Trump kadar yüzeysel ve kaba bir dil kullanmıyorlar. Anıtları kaldırmanın tarihsel mirası silmek anlamına geldiğini, anıtların sadece Güney’in tarihsel ve kültürel mirasını temsil ettikleri savunusunu yapıyorlar. Diğer bir deyişle, anıtların siyah azınlığa karşı bir nefret simgesi ya da beyaz üstünlüğünün simgeleri olmadığını iddia ediyorlar. Köleliği savunanların anıtlarına artık kamusal alanda yer olmadığını savunanlar ise bu anıtların dikildiği dönemlere işaret ediyorlar. Birçok tarihçiye göre eğer anıtlar sadece Güneyli askerlerin İç Savaş’taki kahramanlıklarını anmak için olsaydı savaştan sonraki yıllarda dikilirlerdi. Ama bu anıtlar savaşı takip eden Yeniden İnşa döneminin Kuzey’in sessiz onayıyla bitmesi ve Güneyli beyazların siyahları daha yeni kazandıkları siyasal, sosyal, ekonomik haklardan mahrum edip ırk ayrımına (Jim Crow) dayanan sistemi inşa ettikleri dönemde (1890’lar) Amerikan şehirlerinin en görünür noktalarını işgal etmeye başlıyorlar. Anıtlar, Güney’i kimin yönettiğinin ve siyahların ırksal hiyerarşideki konumlarını işaret eden simgeler oluyorlar. Diğer bir deyişle yeni özgürleşen siyahlara ‘Haddinizi bilin’ diyorlar. Ayrıca bu dönemde anıtlar tarihi yeniden yazma çabasına da destek oluyorlar. Konfederasyon liderlerinin savaş öncesi konuşmalarına bakıldığında net bir şekilde köleliğin kaldırılmasına karşı oldukları ve Birlik’ten de kölelik sistemini devam ettirebilmek için ayrılmaya giriştikleri görülüyor. Ama savaşta yenildikten sonra tarihi revize etmeye girişiyorlar. Bu meşhur ‘kaybedilmiş dava’ anlatısına göre Güney, Kuzey’le köleliği sürdürmek için değil eyaletlerin merkeze karşı haklarını korumak için savaşıyor. Köleliğin İç Savaş’ın nedenleri arasında önemli bir neden olmadığını iddia ediyorlar. Bu kaybedilmiş tarih anlatısının bir mitten ibaret olduğu uzun yıllardan beri tarihçiler tarafından ortaya konsa da halen popüler bir inanç olmayı sürdürüyor. Bu anıtların Amerika’da dikildiği ikinci dönem de yine siyahların ırkçı sisteme karşı sivil haklar mücadelesinin ivme kazandığı 1950’ler ve 1960’lara rastlıyor. Sadece anıtlar değil Yüksek Mahkeme’nin okullarda ırk ayrımını kaldıran Brown v. Board of Education kararından sonra Konfederasyon siyasilerinin ve askerlerinin isimleri okullara verilmeye başlıyor.

Anıtları savunanların ‘kaygan zemin’ argümanına karşı anıtların kaldırılmasını savunanlar bu konudaki kıstasın ‘temel hizmet’ ya da ‘onurlandırılma gerekçesi’ne göre belirlenmesini öneriyorlar. Buna göre beyazların üstünlüğünü ve yöneten konumunu simgeleyen ‘Birleşik Devletler’e ihanet eden hainlerin heykelleri’ artık kamusal alanlardan kaldırılmasını ama George Washington gibi köle sahibi olsa da ülkenin kuruluşunda büyük rol oynayan liderlere ait anıtların kamusal alandaki varlıklarını sürdürmelerini savunuyorlar. Anıtlara dair bir soru da işgal ettikleri yerlerden kaldırıldıktan sonra sergüzeştlerinin ne olacağına dair. Yaygın bir öneri temsil ettikleri ırk ayrımı ve eşitsizliği fikirleri gibi artık tamamen tarihe mal olmaları için müzelerde sergilenmelerini öneriyor. Diğer öneri ise Litvanya gibi eski Sovyet Bloku ülkelerinin Sovyet dönemi anıtlarını bir parkta toplaması gibi anıtların da bu şekilde sergilenmesi. Böyle bir çözüm sonuçta anıtların temsil ettikleri değerlerden bağımsız olarak kültürel eser olarak yıkıma maruz kalmasını önlemesi yönünden iyi olabilir. Konfederasyon figürlerini temsil eden heykeller göz önünden kaldırılınca ırkçılık bitmeyecektir. Temsil ettikleri beyaz üstünlüğü ve siyahlara yönelik içerdikleri sembolik, kültürel şiddetin de hatırlanması için böyle bir çözüm makul olabilir.

Amerika’da anıtların bu kadar gündemde olmasının, göze batmasının temel nedeninin içinde bulunduğumuz dönemin özelliklerinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Tyler Stiem, Cecil Rhodes heykelinin İngiltere’nin çok kültürlü bir gelecek vaat ettiği, buna dair umutların canlı olduğu dönemde 1990’larda göze batmadığını söylüyor. Tersinden söylersek Amerika’da siyahların yaygın bir şekilde polis şiddetine maruz kaldığı, hukuki sistemde süregelen ırkçılık nedeniyle kitlesel hapse mahkum edildiği ve sosyoekonomik eşitsizliğin 1960’lardan beri değişmeyerek sürdüğü bir ortamda anıtların beyaz üstünlüğüne dayalı sistemin utanmaz simgeleri haline geldiğini söyleyebiliriz. Diğer bir deyişle, adalet ve eşitliğe dair umutların boşa çıkması heykelleri çok daha fazla görünür kıldı.

Geniş bir coğrafyayı beyazların üstünlüğünü savunanlara adanmış anıtlarla bezeyen hafıza politikasına karşılık 1940’lara kadar Amerika’da siyahları sindirme amaçlı linç olaylarına dair ilk müze ancak 2018’de Montgomery’de açılabildi. Başkentte Afrika kökenli Amerikalıların kölelik de dahil Amerika’daki tarihsel serüvenlerine dair müzeden önce holokost müzesinin açılması bile çok şey anlatıyor. Şu bir gerçek ki Konfederasyon liderlerinin, askerlerinin bütün heykelleri kaldırılsa da Amerika’daki ciddi sosyal, ekonomik eşitsizliğin (örneğin siyah bir ailenin ortalama geliri halen beyaz bir aileninkinin yüzde 60’ı kadar) azaltılması kısa vadede mümkün görünmüyor. Kültürel alandaki dönüşüm ekonomik, sosyal, siyasal reformlarla desteklenmedikçe gerçek bir dönüşümden söz etmek mümkün olmayacak. Yine de Amerika’nın tarihsel ve kültürel hafızanın demokratikleştiği ve daha adil ve eşitlikçi hafıza mekanlarının inşa edileceği bir döneme girdiğini söyleyebiliriz. Ama her hafıza mücadelesi gibi bu sürecin de sancılı, çekişmeli geçeceğini ve uzun vadeye yayılacağını söyleyebiliriz.

*Doktora öğrencisi