Pandemi döneminde üniversitelerde eğitim-öğretimi planlamak

Geçtiğimiz süreçte yaşadığımız karmaşanın tek sebebi Covid-19 ile ilgili belirsizlikler değildi. 200’ün üstünde üniversitenin merkeziyetçi yapı ile yönetilmesi üniversiteler düzeyinde birçok soruna neden oldu. Üniversite Araştırmaları Laboratuvarı’nın anketinde öğrencilerin fakülte ve bölümlerden memnuniyetlerinin YÖK’ten memnuniyetlerine göre daha düşük olduğu görülmüş.

Google Haberlere Abone ol

Serap Emil*

Bir önceki yazımda Güz 2020 dönemine ilişkin uzaktan öğretime geçilip geçilmeyeceğine dair herkesin aklındaki soruyu sormuştum. Bu yazıda ise pandeminin Türkiye’deki mevcut durumunu da göz önünde bulundurarak soruma yanıt vermeye çalışacağım. Öncelikle bir eğitim bilimci olarak üniversitede nitelikli eğitim ve öğretimin yüz yüze ve öğrencinin fiziksel, bilişsel, sosyal ve psikolojik katılımı ile mümkün olabileceğini yinelemek isterim. Türkiye’de aşamalı normalleşmenin başladığı haziran ayı sonu itibariyle sayılar tekrar yükselmeye başladı.

Bu nedenle gelecek dönem kısmen ya da tamamen uzaktan öğretime geçilmesi daha güçlü bir ihtimal olarak konuşuluyor. Böyle bir duruma karşı ise geçen dönem gibi hazırlıksız olmamak adına ciddi bir eğitim-öğretim planlaması yapmamız şart. Sürecin sadece Türkiye’de değil dünyada da nasıl yönetildiğini takip edebildiğim kadarıyla üniversite yönetimlerinin bu döneme ilişkin şu başlıklar altında planlama yapmasının önemli olacağını düşünüyorum: Öğrenciler, öğretim üyeleri, kurumun mevcut altyapısı, öğretim teknolojileri deneyimi ve yasal düzenlemeler. Ben de bu yazıda elimden geldiğince bu başlıklar altında neler yapılabilir anlatmaya çalışacağım.

Öğrenci deneyimlerinden başlarsak, geçen dönem kendimizi içinde bulduğumuz acil durum uzaktan öğretimini çeşitli sorunlarla tamamladık. İlkbahar döneminin sonlarına geldiğimiz şu günlerde öğrencilerden gelen geri bildirimler çok da olumlu görünmüyor. Elbette tek bir anket kesin bir sonuca varmada yeterli değildir ama ODTÜ’den Emek Gençliği’nin yaptığı anket uzaktan öğretime ilişkin bazı gerçekleri gün yüzüne çıkarıyor. Toplamda 589 öğrencinin katıldığı ankette sadece 382 öğrencinin eğitimi takip edebilecek ekipmana sahip olduğunu belirtmiş -ki bu erişim konusunda çok yüksek bir oran. Diğer yandan öne çıkan başlıklar arasında İTÜ öğrencilerinin de yaşadığı çevrimiçi sınavlar ve en önemlisi bu uzaktan öğretimin yeterli olmadığını düşünen öğrenciler çoğunlukta.

Geleneksel sınıf-içi öğretimi uzaktan yapmaya çalıştığımız için çeşitli sorunların olması beklendik bir durumdu. Uzaktan öğretim süreci başladığından beri en birincil konu teknolojiye ve derse erişimdi. British Council’in yükseköğretimde nitelik üzerine yaptığı bir seminerde University College London’dan Prof. Diana Laurillard'ın çok açık söylediği gibi “Teknolojiye erişim uzaktan öğretimin olmazsa olmazı”. Öğrencilerin erişim sayılarını tam bilmemekle beraber Türkiye üniversitelerinde uzaktan öğretim ile yapılan derslerin oranını yüzde 40’a çıkartmak istemesi bu minvalde çok da bir şey ifade etmiyor. Bu gibi kararları oransal düşünmezden önce ne kadar öğrencinin bu derslere ulaşacak altyapıya sahip olup olmadığı ve altyapısı olsa bile karantina döneminde bu derslerin içeriklerine ne ölçüde erişim sağlayıp sağlayamayacağının analiz edilmesi gerekiyor.

Üniversite Araştırmaları Laboratuvarı, henüz mayıs ayı başında yayınladığı bir araştırma kapsamında pandemi döneminde uzaktan eğitimin öğrenciler tarafından nasıl değerlendirildiğini anlamaya çalışıyordu. Devlet ve vakıf üniversitelerinden toplam 17 bin 939 öğrenciye uygulanan memnuniyet anketi, öğrencilerin yüzde 23’ünün uzaktan eğitimi sürdüremediklerine işaret ediyordu. Bu durumda uzaktan öğretim konusunda başarılı olduğumuzu iddia etmek çok da gerçekçi görünmüyor. İyi bir planlama iyi bir ihtiyaç analizi yapmaktan geçiyor. Öğrencilerin uzaktan öğretim sürecinde hem erişim hem de öğretim konularındaki deneyimi mutlaka değerlendirilmeli ve gelecek dönem planlamasında temel alınmalıdır.

Diyelim ki erişimi sağladık, peki öğretim üyelerini uzaktan öğretim konusunda nasıl destekleyeceğiz? Yükseköğretimde öğretim ve öğrenme ilkelerine göre ister uzaktan ister yüz yüze olsun nitelikli eğitim yapılmasının gerektiği yıllardır konuşulan bir konu. Teknoloji araçlarını kullanma yetkinliği ve pedagoji bilgisi olan bir kısım öğretim üyesi geride bıraktığımız acil durum uzaktan öğretim dönemini başarılı bir şekilde geçirmiş olabilir. Ancak çoğunluğun nasıl öğretim yaptığına ilişkin bir değerlendirme de yapılması gerekiyor. YÖK pandemi sürecinde yaşananları göz önünde bulundurarak üniversitelerde uzaktan öğretim merkezleri açılmasına karar verdi. Bu merkezlerde çalışacak kişilerin sadece teknik personel değil, eğitim bilimleri alanında uzmanlıkları olan kişiler olması nitelikli öğretim ve kalıcı öğrenme için olumlu etkiler yaratabilir. Uzaktan öğretim merkezleri aynı zamanda var ise üniversitelerdeki öğretim ve öğrenme merkezleri ile birlikte çalışmalıdır.

İşbirliği kapsamında acil durum uzaktan öğretiminde yaşanan sorunlar ve deneyimler daha önce bahsettiğim üzere mutlaka değerlendirilmelidir. Bu değerlendirmeye göre hem nitelikli uzaktan öğretim tasarımı hem de öğretim üyelerinin mesleki gelişimi gerçekleştirilebilir. Öğretim teknolojileri alanındaki hocalarımız, “etkileşim ve geri bildirim mekanizmaları” eksik olan ya da bütünlüklü bir şekilde hazırlanmayan uzaktan öğretim derslerinin kalıcı öğrenme konusunda yetersiz kalacağını söylüyor. Dolayısıyla, öğretim üyelerine sadece teknoloji konusunda değil, bu teknolojiyi uzaktan öğretim ilkeleri ile nasıl kullanacakları ve derslerini tasarlayacakları konusunda eğitimler verilmelidir.

Kurumların öğretim teknolojileri altyapısı da bir başka önemli konu. Çevremizden duyduğumuz, birçok üniversitenin mevcut alt yapısının yeterli olmadığı yönünde. Uzaktan öğretim merkezleri üniversitelere destek vermek adına iyi bir hamle olabilir. Ancak yukarıda bahsettiğim gibi sadece işin teknolojik altyapısı değil, öğretim teknolojileri ve ilkeleri de önemli.

Son olarak üniversitelerin tüm bu planlamaları kendi kapasiteleri ve yeterlilikleri kapsamında yapması gerekiyor. Uzaktan öğretim konusunda uzun yıllar deneyimi olan Anadolu Üniversitesi ile bu konuda çok az deneyimi olan üniversiteler elbette eş tutulamaz. Tam da bu nedenle üniversitelerin yönetimde özerk olmaları ve yukarıda önerilen adımları kendi kapasite, deneyim ve yeterlilikleri kapsamında yapmaları gerekiyor.

Geçtiğimiz süreçte yaşadığımız karmaşanın tek sebebi Covid-19 ile ilgili belirsizlikler değildi. 200’ün üstünde üniversitenin merkeziyetçi yapı ile yönetilmesi üniversiteler düzeyinde birçok soruna neden oldu. Üniversite Araştırmaları Laboratuvarı’nın anketinde öğrencilerin fakülte ve bölümlerden memnuniyetlerinin YÖK’ten memnuniyetlerine göre daha düşük olduğu görülmüş. Kanımca sebeplerden biri üniversitelerde eğitime üç hafta ara verildikten sonra uzaktan öğretime apar topar geçiş yapmış olmamız ve bu kararın üniversitelere bırakılmış olmaması. Derslerin ne zaman, ne oranda uzaktan yapılacağına YÖK karar veriyor ancak uygulamaya karışmıyor. Bu durumda da uzaktan öğretimin uygulamasına ait söz hakkı olmayan üniversiteler öğrencilerle karşı karşıya kalıyor.

Üniversitelerin özerk olması ve YÖK’ün bir danışma kurulu gibi hareket etmesi ve gerekli yasal değişiklikleri yapmak üzere üniversitelerle işbirliği içinde çalışması daha iyi olabilir. Ancak mevcut durumda bizler uzaktan eğitimin yapılıp yapılmayacağı, sınavların hangi koşullarda gerçekleşeceği ya da gelecek dönem yüz yüze veya uzaktan öğretim yapılacağını bilmek için merkezi sistemin karar vermesini bekliyoruz ve bu kararlar genelde son dakika alınıp tarafımıza bildiriliyor. Örneğin 26 Haziran 2020 tarihli YÖK’ten gelen, üniversitelerin özellikle gelecek iki dönem için müfredatın ya da bir dersin yüzde 40’ının online (çevrimiçi) yapılması konusundaki tavsiye yazısı, bizi halen içinde çıkamadığımız bir labirente sürüklemiş durumda.

Üniversite gibi karmaşık bir yapının bu tür kararlara verdiği tepkiler de ister istemez proaktif değil reaktif oluyor. Eğitim gibi planlaması, uygulanması ve sonuçlarının değerlendirilmesi uzun süreye yayılması gereken bir eylem bu reaktif kararlar sonucunda en başta öğrencilere sonra da üniversitenin diğer bileşenlerine zarar verir hale geliyor.

Bir meslektaşımla konuşurken bu üniversite yönetiminde özerklik nasıl olacak, iyi örnekler var mı, diye sordu. Türkiye üniversitelerinin bu konuda geçmişten gelen deneyimleri var zaten. Elbette önce kendi kurum kültürüne uygun rektör seçmekle başlıyor, sonra da yükseköğretim yasasında var olan Üniversite Yönetim Kurulu, Senato, Fakülte ve Bölüm Akademik Kurulları gibi mevcut yapıları işletmekte devam ediyor.

Özet olarak gelecek döneme dair ne yapılmalı, nasıl hazırlanmalıyız sorusuna yanıtım şu şekilde: Üniversite özerkliği ve ortak karar alma mekanizmaları, her kurumun kendi eğitim-öğretim planlamasını yapmasına olanak tanıyacaktır. Bu işin planlanmasında şu adımlar atılabilir:

  • Geçtiğimiz dönem yapılan acil durum uzaktan öğretim sürecinin her bir kurum bazında öğrenciler ve öğretim üyelerine uygulanacak bir anket ile değerlendirmesi,
  • Eğitim-öğretime ilişkin iyi uygulama örneklerin bilgisinin toplanıp, kurum içi ve hatta kurumlar arası çevrimiçi seminerlerle paylaşılması,
  • Öğretim üyelerine uzaktan öğretim konusunda mesleki gelişim olanaklarının sunulması,
  • Uzaktan öğretim konusunda deneyimli üniversitelerin daha az deneyimi olan üniversitelerle online platformlarda buluşturularak kurumlar arası paylaşımın sağlanması.

Bu şekilde hem Türkiye üniversitelerinin katılımcı karar verme kapasiteleri artacak hem de üniversiteler kendi özerk yapıları içerisinde güçlü yanlarını ortaya koyabileceklerdir. Ayrıca kurumlar arası paylaşıma da olanak tanıyacaktır. Umudum üniversitelerin bu zorlu pandemi sürecinde eğitim-öğretimde öğrenme ve öğrenci odaklı planlama ve uygulama yapabilecek deneyimler edinmeleridir.

*Dr. Öğretim Üyesi, ODTÜ Eğitim Bilimleri Bölümü