Salgın günlerinde istenmeyen gebelikler ve kürtaja erişim

Sağlık kuruluşlarının kapasitesinin azaldığı ve birçoğumuzun bırakın doktora gitmeyi evden dışarı çıkamaz olduğu şu günlerde, kürtaj haplarının Türkiye’de ruhsatlandırılması ve tıbbi düşüğün bir seçenek olarak sunulması, istenmeyen gebelikler deneyimleyen kadınların güvenli çözümlere erişimini sağlayacaktır.

Google Haberlere Abone ol

Hazal Atay*

Birleşmiş Milletler (BM) korona virüsü salgını sebebiyle 47 milyon kadının aile planlaması ve korunma yöntemlerine erişemeyeceğini tahmin ederken, 7 milyon kadının istenmeyen gebeliklerle karşı karşıya kalabileceği konusunda uyarıda bulundu. Bunu takiben, salgın süresince kürtaja erişimin zorlaşacağını öngören Birleşik Krallık, Fransa ve İrlanda gibi ülkeler, salgın süresince kürtaj hizmetlerinin sunulmasına yönelik önemli düzenlemelerde bulundu. Bu düzenlemeler, tıbbi düşüğün, Mifepriston ve Mizoprosol ilaçlarının yardımıyla düşük tetiklenmesini içeren cerrahi olmayan kürtaj yönteminin, internet veya telefon üzerinden danışılarak sunulmasını içeriyor. Buna göre, kadınlar eczaneden aldıkları veya kendilerine posta yoluyla yollanan medikal kürtaj ilaçlarını, doktorlarına uzaktan danışarak kullanıyor ve kendi medikal kürtaj süreçlerini evlerinde kendileri yönetebiliyorlar.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) gebeliğin 12'inci haftasına kadar kadınların tıbbi düşük sürecini, doktor danışmanlığı eşliğinde, kendi başlarına yönetebileceğini söylüyor. DSÖ’nün 1 Haziran 2020’de salgın süresince temel sağlık hizmetlerinin sunulmasına ilişkin talimatnamelerinde de kürtaj hizmetlerinin internet veya telefon, yani teletıp servisleri üzerinden sunulması öneriliyor. Buna rağmen, Türkiye’de kürtaj hizmetlerine erişimin kısıtlanması devam ederken, tıbbi düşük ve teletıp yöntemlerine erişim engellenmekte.

Türkiye’de isteğe bağlı kürtaj 1983 yılından beri yasal ve gebeliğin 10'uncu haftasına kadar uygulanabilmekte. Terapötik, yani tedavi amacıyla kürtaj, (annenin ve bebeğin sağlığının tehdit altında olduğu durumlarda) ve cezai suçlar sonucu oluşan gebeliklerde ise doktor raporuyla 20'nci haftaya kadar kürtaj uygulanması mümkün. Bu yasal düzenlemeye rağmen yapılan araştırmalar Türkiye’de erişimin oldukça kısıtlı kaldığını ve devlet hastanelerinin kahir ekseriyetinin kürtaj hizmeti sunmadığını ortaya koymuştu. Salgın süresince Türkiye’de de aksayan sağlık hizmetlerini düşünecek olursak, kadınların korunma yöntemlerine erişiminin azalmasıyla birlikte, istenmeyen gebelikler deneyimlemeleri mümkün. Buna karşılık halihazırda kısıtlı olan kürtaja erişimin daha da zorlaşması; ancak kürtaj taleplerinin artması da oldukça olası bir senaryo olarak karşımıza çıkmakta.

Bu senaryoyu daha iyi yorumlamak için, Türkiye’de kürtajın yasallaşma sürecine bakmakta fayda var. Yakın dönemde her ne kadar kürtaj meselesi sığ bir siyasallaştırmayla gündeme gelmiş olsa da, 1980’lerde kürtajın yasallaşması bir kamu sağlığı zarureti olarak belirmişti. Buna göre, Türkiye’de gerçekleşen merdiven altı kürtaj operasyonları, doktorların bu operasyonlardan elde ettikleri haksız kazançlar ve yüksek orandaki gebe ölümleri, kürtaj yasağının caydırıcı bir niteliğinin olmadığını ortaya koyduğu gibi, kamu sağlığının korunması açısından tehlikeli olduğunu da gözler önüne sermişti. Dünyanın birçok yerinde kürtajın yasallaşma süreci benzer tartışmalara sahne olmuştur. Kürtaj yasakları veya kısıtlamaları istenmeyen bir gebeliği olan ve bunu sonlandırmak isteyen kadınları durdurmuyor. Aksine, kürtaj yasakları, güvenli olmayan kürtajlara sebep oluyor. DSÖ’ye göre her yıl 56 milyon kadın istenmeyen gebeliklerini sonlandırmak için kürtaj oluyor, bu kürtajların 25 milyonu kürtajın kısıtlı olduğu ülkelerde ve güvensiz koşullarda yapılıyor.

Türkiye’de kürtaj hizmetlerine erişimin gitgide kısıtlanması ve kürtajın marjinalleştirilmesi önemli bir kamu sağlığı sorunu olarak karşımıza çıkmakta. Hacettepe Üniversitesi tarafından Türkiye sağlık verileri üzerinde yapılan bir araştırma, 1993 yılından bu yana kürtajlara yönelik yanlış bildirimlerin yüzde 18’den yüzde 53’e çıktığını gösteriyor. Bu şu anlama geliyor: 1993’ten bugüne daha az kadın kürtaj yaptığını sağlık kuruluşlarına bildiriyor. Bu kadınların bir kısmı kendi başlarına farklı yöntemler kullanarak düşük tetikleyip, sonrasında sağlık kurumlarına başvuruyorlar. Kadınların sağlık kuruluşlarına güvenmediği ve kürtajın gitgide kısıtlandığı günümüz Türkiye’sinde, güvensiz kürtajlar hâlâ bir kamu sağlığı sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Peki şimdi ne yapmalı?

Türkiye’de kürtaj yalnızca cerrahi yöntemlerle yapılmaktadır. Kürtaja erişimin sağlanması için atılabilecek ilk adımlardan biri tıbbi düşük yönteminin uygulanmaya başlanması olabilir. Kürtajın yasal olduğu bir ülkede, bir çeşit kürtaj uygulamasının yasak olması kabul edilemez. Kürtaj hapları olarak adlandırılan ve DSÖ’nün Temel İlaçlar Listesi’nde yer alan, Mizoprostol ve Mifepriston ilaçlarından yalnızca Mizoprostol Türkiye’de ruhsatlandırılmış durumda. Mifepriston ise hâlâ Türkiye’de mevcut değil. Buna ek olarak, 2012 yılında alınan bir kararla Mizoprostol haplarına erişim de düzenlendi. Bu düzenleme sonucunda artık Mizoprostol etken maddeli ilaçların birinci derece eczanelerden temin edilmesi mümkün değil.

Temel ilaçlara erişim, DSÖ ve Türkiye’nin de imzacısı olduğu birçok uluslararası anlaşma tarafından sağlık hakkının ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmekte. Türkiye’de tıbbi düşüğün önüne geçilmeye çalışılması, bir kamu sağlığı sorunu olduğu kadar, kadınların sağlık hakkının da ihlalini içeriyor. Bu engellemenin hiçbir bilimsel zemini yok. DSÖ, tıbbi düşüğün erken gebeliklerde yüzde 98 oranında etkili olduğunu ve bir sağlık kuruluşu dışında gerçekleşebileceğini söylüyor. Tıbbi düşük, adı üstünde, düşük sürecini taklit eden bir kürtaj yöntemi. Düşüğün ilaçlarla tetiklenmesini içeriyor. Mifepriston etken maddeli ilaç gebeliğin devam etmesi için gereken projesteron hormonunun salgılanmasını engellerken, Mizoprostol etken maddeli ilaç ise rahmin kasılmasını ve böylece istenmeyen gebeliğin vücuttan atılmasını, yani düşüğün gerçekleşmesine, sağlıyor. Bununla birlikte, Türkiye tıbbi düşük yöntemi hakkında Türkçe farkındalık yaratmayı amaçlayan Women on Waves ve Women on Web gibi uluslararası kuruluşların websitelerine de erişim engeli getirmiş bulunmakta.

Salgın aslında Türkiye’de tıbbi düşüğü talep etmenin tam sırası! Sağlık kuruluşlarının kapasitesinin azaldığı ve birçoğumuzun bırakın doktora gitmeyi evden dışarı çıkamaz olduğu şu günlerde, kürtaj haplarının Türkiye’de ruhsatlandırılması ve tıbbi düşüğün bir seçenek olarak sunulması, istenmeyen gebelikler deneyimleyen kadınların güvenli çözümlere erişimini sağlayacaktır.

*Paris Siyaset Bilimi Enstitüsü Karşılaştırmalı Siyaset doktora adayı