Protestoların ‘beyaz’ dinamikleri

Orta ve orta-üst sınıfı protestoları motive eden duygu “kaygı” iken, Sanders hareketini motive eden duygu “hayal kırıklığı” ve son olarak siyahları motive eden duygu ise “öfke”dir, denilebilir.

Google Haberlere Abone ol

Ömer Paçal*

Amerika Birleşik Devletleri'nin Minneapolis kentinde 25 Mayıs’ta 46 yaşındaki George Floyd’un polis tarafından öldürülmesi ile başlayan protestolar Amerika’nın ve dünyanın birçok yerinde hala devam ediyor ve gündemi belirliyor. Bu protestolardaki derinliğe (katılımdaki çeşitlilik/süreklilik) ve genişliğe (mekansal yayılım/Amerika’nın birçok kenti, Avrupa ve başka kıtalar) bakıldığında, bunu önceki siyah direnişlerinden ayıran bazı temel özelliklerinden bahsetmek mümkündür. Hem mekansal olarak daha kozmopolit, siyah nüfusunun çoğunlukta olmadığı şehirlerde ortaya çıkması, hem de protestolara katılımdaki çeşitlilik gibi bazı temel farklılıklar, bu protestoları 2014 Ferguson ve 2015 Baltimore siyah direnişlerinden ayırıyor.

Washington D.C. 25 Mayıs’tan bu yana devam eden protestoların en yoğun yaşandığı yer, bu yazının da amacı uzun yıllardır D.C. de yaşayan biri olarak, beni bu protestolara dahil eden sebepler, ve D.C yerelinde gelişen protestoların dinamiklerini kendi gözlemlerimden hareketle anlatmaktır.

Amerika’da siyahlara karşı yapılan sistematik ırkçılık ve polis teşkilatının siyahlara karşı kullanmış olduğu şiddet yeni değil, polis şiddeti haritası web sitesinin istatistiklerine göre 2019’da binin üzerinde insan polis tarafından öldürülmüş ve öldürülenlerin yüzde 24’ü siyah, oysaki siyahlar ABD nüfusunun sadece yüzde 13’ünü oluşturuyor. George Floyd’un korkunç bir şekilde öldürülmesi, ölüm şekli ve ölümünün videoya alınmış olması protestoları başlatan asıl sebep olmakla birlikte, protestoların derinliğine, genişliğine, ve özellikle protestoların merkezi denebilecek mekanlara (Minneapolis, Wasshington, Seattle, Washington, D.C., New York, Atlanta, Portland, Phoenix, Denver, Oakland) ve katılımcıların profillerine bakıldığında, protestoların içindeki farklı sosyal dinamikleri ve talepleri görme imkanımız olabilir.

Washington D.C. bölgesi ve protestoların merkezi denilebilecek diğer mekanlar (bu mekanları merkez olarak tanımlamamdaki kasıt; kitlesel yoğunluk ve sürekliliktir) siyah nüfusunun yoğunlukta olduğu şehirler değil ya da “deep south” (en güney) olarak bilinen köleliğin ve ırkçılığın tarihsel olarak en etkili olduğu ve yerleşim yerlerinin siyah ve beyaz ırk ayrımına göre belirlendiği eyaletlerden farklı karakterleri var. D.C. merkezinde siyahlar toplam (700 bin) nüfusun yüzde 45’ini oluşturmakla beraber, D.C. bölgesi olarak bilinen Kuzey Virginia ve Güney Maryland dahil edildiğinde, siyah nüfusu yüzde 15’lere tekabül etmektedir.

Protestoların ana mekanlarının temel özelliği, bu şehirlerin liberal-demokrat, kozmopolit şehirler olarak biliniyor olmasının yanı sıra, son 30 yıldır hızlıca büyüyen bu şehirlerin, göçmen nüfusunun yoğun olduğu, kira, ev fiyatları, kişi başına düşen gelir seviyesinin ve aynı zamanda gelir adaletsizliğinin de en yüksek olduğu şehirler olmasıdır. Gentrifikasyon politikaları sonucu, D.C.’nin hem siyahi kimliği/hafızası yok olma ile karşı karşıya, hem de siyahların tarihi mahalleleri, şehrin yeni sakinleri olan beyaz-orta sınıflar tarafından kuşatılmış durumdalar. Devlet, belli bölgelere sıkıştırmış olduğu bu siyah mahallerini de, klasik liberal-hukuk devleti mekanizmaları ile yönetmek yerine, 24 saat polis ve kamera gibi kontrol/şiddet mekanizmaları ile ‘siyahsızlaştırma’ çabasındadır.

Bu yazı aslında şu sorular etrafında kurgulandı: 2014’te Michael Brown’un polis tarafından öldürülmesi ile başlayan Ferguson sokak hareketleri ile, 2015’te Freddie Gray’in polis tarafından öldürülmesi ile başlayan ve günlerce devam eden Baltimore sokak hareketleri neden Amerika genelinde protestolara sebep olmadı da, George Floyd’un öldürülmesi sebep oldu? Ya da neden Ferguson ve Baltimore gibi siyah popülasyonunun yüzde 70 oranlarında olduğu siyah-politik şehirler protestoların merkezi olmadı? Baltimore, Washington, D.C’nin 40 mil kuzeyinde yer alan bir şehir. 1960’tan beri siyah politik hareketlerinin ve siyah kimliğinin güçlü olduğu bir şehir olmasına rağmen -benim gibi birçok insanın protestoların asıl merkezi olacağını beklerken- neden Baltimore ve Ferguson’daki protestolar sadece bir gün sürerken, siyahların daha az yaşadığı D.C. ve diğer şehirlerde günlerdir devam ediyor? D.C.’de günlerdir devam eden protestolara katılan on binler neden sadece 5 yıl önce ve 40 mil ötede George Floyd gibi polis tarafından öldürülen Freddie Gray için sokağa dökülmediler ve günlerce Baltimore sokaklarında devam eden direnişe destek vermediler? Siyahlara yönelik polis şiddetinin bu kadar sıradanlaşmış olduğu bir toplumda bu denli güçlü bir tepki insanı umutlandırmıyor değil, ama insan şu soruyu da soramadan edemiyor: Her öfke insanı harekete geçirmediğine göre, George Floyd’ün öldürülmesi ile beyazlarda ortaya çıkan öfke, bir siyahın polis tarafından öldürülmesinden dolayı mı, yoksa beyaz-liberal değerlerin cezalandırma usulüne uymayan, “barbarca” ölüm şekline, ve yok edilme tarzına mıydı bu öfke?

Protestoların olduğu şehirlere ve protestocuların profillerine bakıldığında genel hatlarıyla 3 ayrı grubun protestoları domine ettiğini ve her bir grubu motive eden duygunun ise farklı olduğu söylenebilir. Her ne kadar Trump karşıtlığı bu üç grubu birleştiren ortak bir payda olsa da; bu gruplar sınıfsal, politik ve etnik olarak birbirlerinden farklı gruplar. Orta ve orta-üst sınıf beyaz Amerikalılar, Bernie Sanders hareketi ve siyahlar protestoları domine eden, protestoların derinleşmesi ve genişlemesini sağlayan sosyal dinamiklerdir.

Orta ve orta-üst sınıfı protestoları motive eden duygu “kaygı” iken, Sanders hareketini motive eden duygu “hayal kırıklığı” ve son olarak siyahları motive eden duygu ise “öfke”dir, denilebilir.

Amerika’da, orta, orta-üst sınıf beyaz liberal Amerikalılar ve sistemin ana akım liberal kurumlarında ortaya çıkan “kaygı”nın asıl sebebini en iyi ifade eden ve son 3-4 yıldır neredeyse her ortamda kullanılan terim “erosion of institutions”tır (kurumların aşınması) diyebiliriz. Bahsettiğimiz bu sınıf ve onun merkezdeki kurumları, Trump seçimleri kazandıktan sonra en büyük şoku yaşayan toplumsal kesim oldu aynı zamanda. Ve bu kesimin politik temsili ise Demokrat Parti’dir. Trump’ın seçimi kazanmasının ilk şokunu atlattıktan sonra, bu toplumsal kesimin ilk stratejisi, sisteme zarar vermeden Trump’ı sistem içi kurumlar vasıtasıyla sınırlandırmaktı, bu stratejinin başarısız olmasından sonra, ikinci strateji ise, Trump’ı azil etme süreciydi, bu stratejinin de başarısızlıkla sonuçlanması ile sistemin ana omurgasını oluşturan bu kesimdeki “kaygı’ hali giderek “çaresizlik” haline dönüştü. Bu bahsettiğimiz, sistemin omurgası diyebileceğimiz toplumsal kesim, ideolojik ve sınıfsal olarak destekleyemeyeceği protestoları ve sokak hareketlerini, ‘kaygı’ ve ‘çaresizlik’ halinin bir sonucu olarak desteklemek zorunda hissediyor ve bu protestoların Trump’ı zayıflatacağına dair politik bir beklenti içindeler.

Bahsettiğimiz bu kesimin protestoları desteklemesinin başka bir nedeni ise, korona virüsü ile ortaya çıkan sistem içi uyumsuzluğun üretmiş olduğu kaygı ve korku halidir. Federal hükümetin eyalet valileri ile olan kavgası, eyaletlerin kendi içinde bir türlü organize olamama durumu, en temel ihtiyaç olan maskeye ulaşımdaki sıkıntı ve hastanelerin ventilatör temin etme konusundaki sorunlar, korona virüsü sonrası için net bir çıkış stratejisinin olmaması gibi durumlar, bu kesimlerde hem sistemin iyi işleyemediğine dair bir kaygı, hem de hayatlarında ilk defa temel-gündelik ihtiyaçlara ulaşamama durumunun üretmiş olduğu korku halinin oluşmasına sebep oldu.

Sistemin omurgası denilebilecek bu kesimin yerel düzeyde protestolara katılması ve sistemin merkezindeki bütün medya ve diğer kurumları ile eylemleri sahiplenmesi, eylemlerin hem hızlı yayılmasına hem de toplumun en merkezinde meşrulaşmasına sebep oldu, bunun sonucu olarak protestolar kısa sürede hem toplum içinde derinleşti, hem de başka şehirlere genişlemiş oldu.

Protestoları yerel düzeyde organize eden ve sürekliliğini mümkün kılan başka bir sosyal grup ise Bernie Sanders hareketi/taraftarlarıdır. Sanders hareketi, son bir yıldır Bernie Sanders’ın başkanlığı için yürütmüş olduğu etkili taban çalışmasının sonucu olarak, hem yerellerde hem de sosyal medya üzerinde hızlı organize olma deneyimini kazandılar. Sanders hareketinin güçlü olduğu 35 yaş altı, orta, orta-alt, kentli-beyaz sınıf, başkanlık yarışını Biden’a kaptırdıktan sonra ciddi bir hayal kırıklığı yaşadılar. Washington D.C. bölgesinde, daha önce Sanders aktivistliğini yapan birçok kişi, bugün protestoları organize edip, protestolarda siyahlardan sonra en çok yer alan kesim oldular -hatta yer yer ve zaman zaman siyah protestoculardan daha çok yer aldılar. Sanders taraftarlarının 2016 ve 2020’deki Demokrat Parti’deki başkanlık yarışını kaybettikten sonra Demokrat Parti’nin içindeki statükonun solcu bir adaya izin vermeyeceğini görmekle beraber, parti içindeki mücadelenin de limitlerini deneyimlemiş oldular. Her ne kadar Bernie Sanders taraftarlarına Biden’a oy verin diye çağrı yapsa da, Sanders taraftarlarının yüzde 25’i hala Biden’a oy vermeyeceğini söylüyor.

Sanders’in sol söylemleri ile politize olan, üniversite mezunu bu genç ve dinamik kitle hem sistem içindeki mücadaleyi kaybetti, hem de korona virüsüyle ortaya çıkan işsizlik ve belirsizlikten en çok etkilenen beyaz yoksul kesim oldular denilebilir. Bu kitle hem politik olarak sokak eylemlerine çok yabancı değil, hem de sistem içi mücadeleye dair ciddi bir hayal kırıklığı yaşadıkları için, sokaklar onlara ilk defa kendi itirazlarını dile getirmek için sistem dışı bir platform sunmuş oldu.

Sanders hareketinin, protestolara aktif katılmasının başka bir nedeni ise, Sanders hareketinin özellikle 2016 Bernie Sanders seçim kampanyası döneminde Black Lives Matter (BLM) hareketi ile ciddi politik/düşünsel tartışmalar, yer yer fiziki kavgalar (Ağustos 2015, Seattle’de Sanders’ın sahneden indirilmesi olayı gibi) yaşanmasından sonra, Black Lives Matter hareketi ile 2019 yılından itibaren dayanışma zeminini güçlendirme arayışıdır. Sanders hareketi ile Black Lives Matter hareketi arasında 2015’te başlayan kimlik ve sınıf merkezli tartışmalarda, BLM hareketi, Sanders’ın siyah kimliğine ayrı bir vurgu yapmadığını, her şeye sınıf gözlüğü ile baktığını ve sol ilericiliğin bu yüzyılda/Amerika’da karşılığının kimlik haklarının tanınması olduğunu dile getiriyorlardı.

Sanders, 2020 yarışına giderken, 2016 pozisyonunu revize etmeye çalıştı ve BLM hareketinin ‘Sanders çok beyazdır’ eleştirisini açıkça kabul etti.

Amerika’da sendikal/sol hareketin ırkçı ve ayrımcı geçmişi, 1960’lardan itibaren oluşmaya başlayan siyah orta sınıfının Demokrat Parti'nin merkez siyaseti ile olan ilişkisi ve bunu riske atmama hali, siyahların yoğun yaşadığı güney eyaletlerinde kiliselerinin hala etkili olması gibi nedenlerden dolayı, Sanders hareketi Siyahlar arasında etkili olamıyor ve bu durum onun en zayıf ayağını oluşturuyor. Sanders hareketinin protestolarda aktif yer alması ile hem BLM hareketi ile, hem de genel siyah kamuoyu ile sahici bir ilişki kurma fırsatını elde etmiş oldu. Aynı zamanda protestolarla ortaya çıkan toplumsal enerji ile kendine siyasette yeni bir zemin yaratmış (bulmuş) oldu.

*George Mason Unv. Sosyoloji Phd öğrencisi