Bir yere gitmedi, o hep aramızdaydı

Irkçılık ve demagoji arasındaki kan kardeşliği, ırkçılığın her zaman demagoglara ihtiyaç duymasına yol açmıştır. Gobbels’in öğrencileri aramızdadır, ırkçılık yeniden geri dönmemiştir, o hiçbir zaman aramızdan ayrılmamıştır. Açık ve gizli ırkçılar, ırkçılığı reddedip ırkçı söylemlere yönelenler, kendini halkın dostu olarak gösterip halkı ezenler, kendi çıkarı için bazen demokrasiye bazen de ırkçılığa pasverenler, ister kabul etsinler ister etmesinler, hepsi ama hepsi, ırkçıdırlar.

Google Haberlere Abone ol

İsmail Tufan*

Amerika Birleşik Devletleri’nde geçen gün meydana gelen olayda ırkçılık bir kere daha kirli yüzünü dünyaya gösterdi. Bir polis, kameraların önünde, onlarca insanın gözü önünde ve “yapma” demelerine rağmen, yere yatırdığı eli kelepçeli siyahi vatandaş Georg Floyd’u eli devletin ona verdiği pantolonunun cebinde, yüzünde hafif sırıtma ile tam 8 dakika 46 saniye, boynuna koyduğu diziyle nefesini keserek öldürdü. O gün olay yerinde bulunan polisler cinayet işlediler.

Bu olay, belki kameraların karşısında, onlarca kişinin gözü önünde değil, ama dünyanın her yerinde meydana gelebilirdi. Irkçılığın ülkesi ve toplumu yoktur. Irkçılık her yerde vardır. İnsanların genel tutumları, kişisel değerleri, karakteri, duyguları, zekâsı, yaşı, cinsiyeti, eğitimi, geliri, dini, tecrübeleri, bilgisi ve daha pek çok arka plandaki faktörler, ırkçı davranışları gerçekleştirmeyle ilgili niyetlerini ve sonuçta niyetin gerçek davranışa dönüşmesini belirler.

İnsanların davranışlarının sebeplerini ve davranışlarını öngörebilmek son derece zor bir girişimdir. Gerontologlar, psikologlar, sosyologlar ve sosyal psikologlar, uzun süreden beri insanın davranışlarını açıklamaya ve öngörmeye çalışmaktadırlar.

Irkçılığı bir tek olaya indirgeyerek, güncel bir mesele gibi görmek, son derece hatalıdır. Irkçılık, korona virüsü salgınından daha tehlikeli olduğunu tarihsel süreçte defalarca göstermiştir.

Icek Ajzen’in planlı eylem teorisi kapsamında ırkçılığa bir açıklama getirmek istersek, ırkçı davranışların ardındaki ırkçı davranışla ilişkili davranışsal inançları, normatif inançları ve kontrol inançlarını dikkate almamız gerekir.

Bireyin ırkçılıkla ilişkili davranışsal inançları, onun ırkçı davranışı gerçekleştirme niyetine etki eder. Aynı şekilde ilgili kişinin içinde yaşadığı toplumun normatif inançları da o kişinin ırkçı davranışla ilişkili öznel normlarını tayin eder ve bunlar da ırkçı davranışı gerçekleştirme niyetini etkiler. Yani bir davranışı yapma niyeti, örneğin bir siyahi adamı şahitlerin önünde öldürme niyeti, ilgili kişinin o davranışa yönelik tutumları ve o davranışla ilgili öznel normlarından beslenmektedir.

Bunlara ek olarak kişinin, belli bir davranışı yapıp yapmama niyetinin ortaya çıkmasından önce, o davranışla ilgili algıladığı davranışsal kontroller de davranışla ilgili tutumlarına ve davranışla ilişkili öznel normlarına etki eder. Güncel davranışsal kontrol ise aynı anda hem davranışsal kontrole hem de davranışı gerçekleştirme niyetine etki eder. Fakat güncel davranışsal kontrol olarak tanımlanan olguları belirlemek çok zor, hatta imkânsız olduğu için araştırmalarda bu faktör dikkate alınmaz.

ABD’deki ırkçı polisin aslında korumakla mükellef olduğu siyahi vatandaşı ırkçı davranışlara yönelerek, orada bulunan diğer üç polis memurunun işbirliği ile, orada bulunan şahitlerin sözlü müdahalelerine rağmen öldürmesi, pek akla uygun bir davranış olarak görünmemektedir. Çünkü kameralar ve şahitler, hukuk önünde hesap vermesini zorunlu kılacaktır. Bunu bildiği halde cinayet işlemesi ilk bakışta anormal bir davranıştır. Çünkü ırkçı eylemini, başka türlü de gerçekleştirebilirdi, örneğin gizli bir yerde. O zaman tutuklanmaktan kurtulabilirdi. Bu polisin, kimseden çekinmeden kamuoyunun önünde cinayet işlemesine, cinayeti gerçekleştirme niyetine ve davranışına, güncel davranışsal kontrol mekanizmasının yol açmış olması, ihtimal olarak yüksektir.

Cinayeti gerçekleştirmede şahitlere rağmen kendisi açısından bir sorun görmeyen bu polisin, güncel koşullardan, gelişmelerden ve durumlardan cesaret aldığı kabul edilebilir. Devlet Başkanı Trump’ın söylemleri, açıklamaları, davranışları, uzun süreden beri ABD’de ırkçılığın hortlaması olarak nitelendirilmiştir. Olaydan birkaç gün önce basın toplantısında Trump, Çin ile ilgili sert açıklamalar yaparken dış görünüşü itibarıyla Uzakdoğulu olabileceği intibasını uyandıran bayan gazeteciye yönelmiş ve sanki onu azarlar gibi konuşmuş ve bunun üzerine bayan gazeteci de lafa karışarak Trump’a neden kendisine bakarak bunları söylediğini sormuştu. ABD Devlet Başkanı’nın buna benzer pek çok sözü ve davranışı olduğunu da hesaba katarsak, ABD’de güncel koşulların ırkçılık için uygun hale geldiği söylenebilir.

Ancak siyasi rüzgârın ırkçılıktan yana esmesi, henüz bu polisin bu cinayeti kamuoyunun gözü önünde gerçekleştirme cesaretini açıklamak için yeterli değildir. Çünkü o polis, herhalde Trump ile tanışmıyordur ve bu yüzden Devlet Başkanı Trump’ın kendisine yardım edeceği umudunu taşımıyordur. Buna karşın kendisini kurtaracak tanıdıklarının bulunduğuna inanıyor olabilir. Örneğin meslektaşları tarafından savunulacağına, onların olayla ilgili bilerek yanlış bilgi ve rapor hazırlanacağına güveniyor olması, ihtimaller arasında yer almaktadır.

Şüphesiz kendisine ırkçılığı yakıştırmayan, ırkçılığı lanetleyen birçok kişi, farkında olmadan diyemeyeceğimiz, aksine niyet ve davranış arasında makul ilişki gördüğümüz ırkçı sözler sarf ediyorlar. Ve ırkçı olduğunu gizlemeye gerek duymayanlarla aynı rüzgâra kapılan bir yelkenliyi anımsatıyorlar:

Hollandalı Özgürlük Partisi lideri Wilders, bir konuşmasında Çekya’yı Gazze Şeridi ile karşılaştırmış ve “30 veya 50 yıl sonra Çekya, nüfusun yüzde 20'sinin Müslüman olacağı ülkelerle çevrilecek” demiş, Avrupa’ya toplu göçleri önlemeyi önermişti.

Komor adalarından 1995-2015 yılları arasında Mayotte'a geçmeye çalışan 10 binin üzerinde insan denizde hayatını kaybetmişti. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, bir konuşmasında ölen sığınmacılarla alay edercesine laf söylerken, “denizden sırf balık değil, Komorlu da çıkarttığını” vurgulamıştı.

Mültecilere karşıtlığıyla bilinen Almanya’nın sağ popülist partisi AfD, Almanya'dan her yıl 200 bin mültecinin geri gönderilmesini istedi ve sınırların acilen kapatılması çağrısında bulundu.

Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz, Dışişleri Bakanı iken mültecilere Mısır’ı, Gürcistan’ı ve Batı Balkanlar'ı önermiş ve Akdeniz güzergâhının göçmenlere kapatılmasını talep etmişti.

Türkiye’nin ünlü sosyal demokratlarından ve Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyan Muharrem İnce, Suriyeli mültecileri kastederek, “Burası aşevi mi?” diye sorduğunda, belki de retorik sorusuyla ırkçı bir söz söylediğinin bilincinde değildi, ama aynı Muharrem İnce, geçen gün katıldığı bir canlı yayının, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’un Fethi’nin 567’inci yıldönümü için yaptığı konuşma nedeniyle, canlı yayının kesilmesine çok sinirlenmiş ve programı terk ederken, “Türkiye bu faşist düzenden kurtulacak” demiştir. Bir taraftan milyonlarca mülteciyi bir noktaya indirgemek (aşevi arayıcısı), diğer taraftan bir kişiye yapılanı (kendisine) genellemek!

Adalet Yürüyüşü” yapan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Ocak 2020’de yaptığı bir açıklamada Suriye'de görevli bir kişinin kendisine şöyle dediğini söyledi: “Daha önce Suriye'den kaçıp Türkiye'ye gelenler sade Suriyelilerdi. İdlib'den gelecek olanların tamamı eli kanlı olan insanlar. Terör örgütü üyeleri. Bu bir milyon kişi Türkiye'ye gelirse asıl felaketi ülke o zaman yaşar.” Kılıçdaroğlu’nun başkasına ait olan bu düşünceyi kamuoyuna açıklamasının ardındaki niyet tartışılabilir, ancak bunun kendisi tarafından paylaşılmayan bir düşünce olmadığı bellidir ve niyetinden ziyade düşünceye olan eğilimi önemlidir. İdlib’den gelecek bir milyon kişinin hepsini “terörist” olarak damgalayan ile bütün Müslümanları terörist olarak damgalayan Avrupalı ve Amerikalı ırkçılar arasında ben bir fark göremiyorum.

Sivas’ta 1993’te Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli’nin yakılması ve bunun sonucunda 33 can ve Alevi yazar, ozan, düşünürün yanı sıra iki otel çalışanının öldürülmesi, Sivas Katliamı olarak yakın tarihimizin en büyük lekelerinden biridir ve ırkçılığın cani yüzünü ortaya koyan, İslam’ı ırkçılığa alet eden vahşi bir olaydır.

Irkçılık ve demagoji arasındaki kan kardeşliği, ırkçılığın her zaman demagoglara ihtiyaç duymasına yol açmıştır. Gobbels’in öğrencileri aramızdadır, ırkçılık yeniden geri dönmemiştir, o hiçbir zaman aramızdan ayrılmamıştır. Açık ve gizli ırkçılar, ırkçılığı reddedip ırkçı söylemlere yönelenler, kendini halkın dostu olarak gösterip halkı ezenler, kendi çıkarı için bazen demokrasiye bazen de ırkçılığa pasverenler, ister kabul etsinler ister etmesinler, hepsi ama hepsi, ırkçıdırlar.

*Prof. Dr. Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Gerontoloji Bölümü