Kimin 'normali'?

Sermaye gibi ileriye dönük tasavvurlarda bulunma şansı zaten olmayan işçi sınıfı sermayenin salgını fırsata çevirme manevraları karşısında giderek güçsüzleşmektedir. Salgın koşullarında üretim süreçlerinin bir kısmını dijitalleştirme fırsatı bulan sermaye eline yeni bir koz geçirmiştir. Bu durum normal şartlarda zaten yüksek olan işsizliğin “yeni normal” şartlarda daha da artacağını göstermektedir.

Google Haberlere Abone ol

Mehmet Türkay*

Salgın sonrası için en çok kullanılan kavram “normalleşme”. Kavramın bu yoğunlukta ve giderek normalmiş gibi kullanımı ilk etapta salgının kendisinin normalleştirilmesi anlamına geliyor. Türkiye gibi cehaletin örgütlenmiş olduğu bir toplumda yaygın davranış kalıbını da bu cehalet yönetiyor hem de büyük bir cesaretle.

Dünya genelinde birkaç istisna ülke dışında genel eğilim her bir ülkenin kendi/farklı toplumsallıklarıyla benzer şekilde yaşanıyor. Böyle bir çerçeveden bakıldığında söz konusu benzerliği mümkün kılanın ne olduğu sorusu önem kazanmaktadır. Benzerliği mümkün kılan dünya genelinde son yirmi/otuz yılda geçerli olan örgütlenmiş cehalettir.

'NORMALLEŞME'DEN BAHSETMENİN KARŞILIĞI

Soğuk Savaş'ın bitmesiyle kapitalizm kendi başına kalmıştır. Bu süreçte kısmen de olsa ertelenen kapitalizmin iç çelişkileri eski tabirle başat hale gelmiş ve sistemin rasyoneli söz konusu çelişkileri denetlemek üzere işlemeye başlamıştır. Denetleme mekanizmaları zaman içinde hızla geliştirilen teknolojik yenilikler aracılığıyla devreye sokulmuş bulunmaktadır.

Televizyonu “aptal kutusu” olarak tanımlamanın ima ettiği denetimle başlayan süreç, bugün gelinen aşamada tasavvuru mümkün olmayan bir boyuta ve işleve sahip görünmektedir. Geniş kitlelerin bu biçimde denetlenip yönlendirilmesi asli ifadesini geniş kitlelerin maruz kaldığı cehaletin örgütlenmesinde bulmuştur. Bu durum, salgın ve onun yarattığı ortamla birleşince kapitalist sistem açısından son derece elverişli bir ortam yaratmıştır.

Yapısal olarak patolojik, hastalık üreten, bir işleyişe sahip olan sistemin bu özelliği virüs salgınıyla tam karşılığını bulmuş görünmektedir. Bu koşullarda bir normalleşmeden bahsetmenin karşılığı ne olabilir?

KAPİTALİZMİN RASYONELİ ÇERÇEVESİNDE 'NORMALLEŞME'

Normalleşmeden kastedilen ya da normalleşmeden ne beklendiğinin sınırlarını kapitalist rasyonel belirleyecektir, halihazırda belirlemektedir de. Bu çerçeveden bakıldığında kapitalizme nasıl bir anlam atfedildiği hareket noktasını oluşturacaktır. Kapitalizmi patolojik, hastalıklı bir sistem olarak algılayan yaklaşımların normalleşme beklentileri, 3 bin 500 imzalı “İşin Demokratikleştirilmesi” talebinden refah devleti uygulamalarına kadar gidiyor. Sisteme dönük bu tür revizyon taleplerini dillendiren yaklaşımların ortak paydası tarihsel bir perspektiften yoksunluktur ve çalışanlar açısından herhangi bir karşılığı bulunmamaktadır.

Normalleşme önerisini zaman ve mekana bağlı olarak ele almayı mümkün kılan tarihsel perspektiften hareket edildiğinde sistemin bütün dizginlerinden koptuğu böyle bir dönemde dünya genelinde iktidarlar tarafından virüs salgınının bir tehdit olarak kullanılarak kendi önlerini açmaları mümkün hale gelmiştir. Eskiden gündemlerine aldıkları düzenlemeleri normalleşme adı altında çok daha kolay ve hızla hayata geçirme fırsatını kullanmaya başladılar bile.

MÜSİAD’IN NORMALLEŞMESİ

Örneğin, MÜSİAD’ın İzole Üretim Üsleri kurmaya dönük öneri ve çalışması tam bir denetim mekanizması üzerine oturtulmuş durumda. Bir taraftan üretim sürecinde çalışanları denetlemeye dönük bir kurgu, diğer taraftan çalışanların özel yaşam mekânları da bu kompleks içinde yer alacağı için tam bir sosyal denetim mekanizması gerçekleştiriliyor. Standartları MÜSİAD’ın belirleyeceği merkezlerin yedi yıl önce tasarlandığı ve ilkinin 15 Haziran’da Tekirdağ’da devreye alınacağı vurgulanan raporda üs projesinin amacı da şöyle vurgulanmış;

“İşverenler ikame ve tamamlayıcı sektörler ile birlikte iş yapabilecek. Bünyesinde eğitim kurumları yer alacak, meslek lisesi bulunacak ve kalifiye eleman ihtiyacı karşılanacak. Tekrar etmesi olası bir salgın ya da olası bir doğal afette kapılarını kapatarak içeride üretimi devam ettirebileceği tüm gümrüklü antrepo, depolama ve sanitasyon süreçlerinin yönetilecek. Kurduğumuz üs, olası her türlü afet ve salgında üretim-ticaret ve tedarik zincirinin bozulmadan devam etmesi adına üreticileri bir bölgede ‘production and supplying cluster’ (üretim tedarik kümesi) modeli gibi toplayan sürdürülebilir yatırım üsleridir.”

SERMAYENİN PANDEMİ KOZU VE İŞÇİ SINIFI

Sermaye normalleşme koşullarını böyle kullanacakken diğer taraftan süreçte en geniş anlamıyla işçi sınıfını üretim sürecinin niteliği ve pozisyona bağlı olarak yeniden parçalamış bulunmaktadır. Sermaye gibi ileriye dönük tasavvurlarda bulunma şansı zaten olmayan işçi sınıfı sermayenin salgını fırsata çevirme manevraları karşısında giderek güçsüzleşmektedir. Salgın koşullarında üretim süreçlerinin bir kısmını dijitalleştirme fırsatı bulan sermaye eline yeni bir koz geçirmiştir. Bu durum normal şartlarda zaten yüksek olan işsizliğin “yeni normal” şartlarda daha da artacağını göstermektedir.

Yazının başındaki vurguya dönersek, örgütlenmiş cehalet, örgütsüz, parçalanmış bir işçi sınıfını denetlemenin en uygun aracı olarak işlevini yerine getiriyor.

Bu şartlarda “kimin normali?” sorusunun cevabı kendiliğinden ortaya çıkıyor.