ABD’de yükselen isyan dalgası

Kanımca, yaşanan ekonomik kriz Floyd cinayetine verilen tepkiyi bu derecede şiddetlendirmiştir. Ana akım medya isyanı “yağmacılar” ve “tehlikeli gruplar” söylemi üzerinden ele alsa da, Trump eylemcilere eşkıya dese de ve eylemleri silah zoruyla bastırma tehdidi savursa da, bu isyanın boyutları ve yaygınlığı bir siyah vatandaşın polisin elinde can vermesi meselesinin çok ötesine geçti.

Google Haberlere Abone ol

Taylan Acar*

Amerika Birleşik Devletleri, son bir hafta içinde yoğun bir isyan döneminden geçiyor.

25 Mayıs 2020 günü, siyah George Floyd’un Minneapolis polis memuru Derek Chauvin tarafından dakikalarca boynuna basılarak öldürülmesi ABD’de 1990’ları andıran bir isyan dalgası başlattı. Şu aşamada elimizde sınırlı bilgi olmasına rağmen bu isyan dalgasının karakterini iyi anlamak gerekiyor. Çünkü ABD’de her hafta, her ay yaşanan “silahsız bir siyah erkeğin polis tarafından öldürülmesi” meselesi uzun bir süre sonra hem ABD’de bu kadar gündemi sarstı, hem de daha önce hiç görülmediği kadar uluslararası kamuoyunda tartışma konusu oldu.

Olayın kameralar önünde gerçekleşmesi ve Chauvin’in (ilginçtir—şovenist sözüne kaynaklık eden Napolyon'un ünlü teğmeni Şoven ile aynı isim) kelepçeleyip yere yatırdığı Floyd’u, uzunca bir süre boynuna diziyle basarak nefesini kesmesi ve canını almasının dramatikliği bu tepkinin büyüklüğünü anlatabilir. Ancak bu sahne son bir haftadaki tepkiyi anlamaya yetmez. Oysa ki son beş sene içerisinde çok korkunç başka ölümler de gerçekleşti. 2014 yılında Eric Garner da aynı şekilde cep telefonu kamerasının önünde boynunu sıkan bir polis tarafından nefesi kesilerek öldürülmüştü. Yine 2014’te polisin öldürdüğü Tamir Rice sadece 11 yaşındaydı ve üç metre mesafeden defalarca kurşunla vurulmuştu. 2015 yılında, Freddy Gray göz altına alındığı araçta o kadar feci şekilde dövülmüştü ki omuriliği neredeyse tamamen kopmuştu.

Son beş senelik geçmişi böyle kanlı ve acımasızca olan bir meseleye bu sefer bu denli büyük bir tepki gösterilmesinin bağlamı ve zamanı önemli.

Öncelikle bu cinayet korona virüsü salgını sırasında yaklaşık 40 milyon Amerikalının işsizlik fonuna başvurduğu bir dönemde gerçekleşti. ABD’liler önce Devlet Başkanı Trump’ın akıl almaz kabiliyetsizliği ve ukalalığıyla krizi yönetememesine şahit oldular, daha sonra kongreden geçen 2 trilyon dolarlık korona virüsü desteğinin büyük çapta zenginler ve işverenler tarafından paylaşıldığını öğrendiler. Trump’ın kendinize çamaşır suyu enjekte edin demesi ve klinik olarak hiçbir temeli olmayan tedavi yöntemleri önermesi de cabası. Salgın sırasında ortaya çıkan iktisadi krizin binlerce insanın sokaklara dökülmesini tetiklediği aşikâr. Siyahların, Latinlerin ve kadınların çalışmaya devam etmek durumunda kalan zaruri hizmet sektörlerinde yoğun olarak istihdam ediliyor olmaları da korona virüsü salgınının azınlıklar ve kadınlar arasında daha fazla hissedilmesine yol açtı. Hayatı eve sığdıramayanlar Floyd cinayetinin protestolarının da en ön saflarında yer aldılar.

Irk temelli derin eşitsizliklere dayanan ABD iktisadi modeli, salgın ile beraber artık baş edilmesi imkânsız boyutlara ulaştı. İki sene önce muhalefette yaprak kımıldamazken bir anda bütün bir ülke öğretmen grevleriyle dalgalandı. 2013 yılındaki Chicago’da gerçekleşen öğretmen grevi ulusal çapta çok ses getirmemişti. 2018-2019 dönemindeki öğretmen grevleriyse, Demokrat eyaletleri aşarak, Tennessee, Oklahoma, Kuzey ve Güney Karolinalar gibi Cumhuriyetçi kalelerine ve sınıf mücadeleleri geçmişi açısından zayıf eyaletlere de yayıldı.

Irk ve ırkçılık meselesi ABD açısından çok çok merkezi önemdedir. Irkçılık ya da siyah beden düşmanlığı bir yabancı/azınlık/ötekiye karşı bir düşmanlığın ötesinde ABD’nin dört yüz yıllık uzun tarihinde dünyanın en zengin ülkelerinden birine dönüşmesini sağlayan pamuk ticaretinin üzerine inşa edildiği bir düzendir. Çin’de, Ortadoğu’da Osmanlı’da var olan kölelik sistemlerinden farklı olarak bir ulusun inşasının temel taşıdır. Bu ülke kimliğini, benliğini siyah düşmanlığı üzerine inşa etmiştir.

ABD 19'uncu yüzyılda eriştiği zenginliği ırk temelinde inşa edilmiş kölelik sistemine borçludur. Amerikan ekonomisinin tarihi de ırk ve sınıf tahakkümünün tarihidir. ABD ilk ekonomik bunalımlarından birini 1839 yılında pamuk ticaretinin krize girmesiyle ve bankaların borç verdiği pamuk tüccarlarının borçlarını ödeyememesiyle yaşamıştır. Sonuçta, tıpkı 2008 mortgage krizinde olduğu gibi Federal Hükümet bankaların borçlarını üstlenerek bu iktisadi bunalımı aşılabilmiştir. Sağlık ve eğitimin neredeyse tamamen piyasa koşullarına göre sunulduğu bu kapitalist düzen, üzerine inşa olduğu bu tarih yüzünden bu denli vahşidir.

Kanımca, yaşanan ekonomik kriz Floyd cinayetine verilen tepkiyi bu derecede şiddetlendirmiştir. Ana akım medya isyanı “yağmacılar” ve “tehlikeli gruplar” söylemi üzerinden ele alsa da, Trump eylemcilere eşkıya dese de (kullandığı thug kelimesidir; sadece eşkıya, serseri anlamı taşımamaktadır, siyah erkeklerin en ufak bir şekilde seslerini yükseltseler, bağırsalar, kuralları bozsalar çete üyesi imasıyla suçlanmaları için kullanılan pejoratif bir aşağılama ifadesidir), ve eylemleri silah zoruyla bastırma tehdidi savursa da, bu isyanın boyutları ve yaygınlığı bir siyah vatandaşın polisin elinde can vermesi meselesinin çok ötesine geçti.

Yine de bu kadar iyimserlik yeter. Bir de ırk meselesini beyaz Amerikalıların gözünden ele almak gerekiyor.

Alenen ırkçı olmak ABD’de yaklaşık son yirmi yıldır kültürel olarak tasvip edilmeyen, ayıplanan ve kamusal olarak yaptırımları olan bir fenomen. Bir üniversite öğrencisinin, bir beyaz yakalının, bir kafe çalışanının alenen ırkçılık yapması, o insanın toplumsal olarak dışlanmasına, sosyal medyada ifşa edilmesine ve büyük bir ihtimalle işsiz kalmasına yol açıyor. Trump döneminde bu biraz kırılmış olsa da kültürel olarak ırkçılığın ayıplanması hâlâ yaygın.

Ancak ırkçılığın bu kadar uygunsuzluğu aynı zamanda ABD’de ırk temelli eşitsizliklerin sınıf temelli eşitsizliklerle birleşerek iyice derinleştiği bir dönemde yaşanıyor olması da bir gerçek. ABD’de nereden bakarsanız ırk temelli eşitsizliklerin iyice derinleştiği bir dönemden geçerken, bir yandan da ırkçı olmak toplum tarafından ayıplanmak anlamına geliyor. Sosyolog Bonilla Silva bu sisteme “ırkçısız ırkçılık” diyor; ortada siyahları linç eden, onları hakir gören, haç yakıp beyaz kukuletayla gezen ırkçılar olmasa bile derin bir ırk temelli ayrımcılık barındıran bir toplum kendini var ediyor.

İyimser olmamın önüne geçen de bu: 400 yıldır ABD toplumunun genetiğine işlemiş olan, siyah, kahverengi ve diğer renkteki bedenlerin bir tehdit, bir hastalık olarak görülmesi. Azınlıkların en ufak bir eşitlik talebinin haddinden fazla hak talep etmek, refah devletinin “üstüne yıkılmak” ve otlakçı olmak ve edepsiz bir başkaldırı olarak kodlandığı sistemik bir ırkçılık. Bu sistem, siyah bedene o kadar tahammülsüzdür ki, Jesse Owens’a 4 altın madalya kazandığı 1936 Berlin Olimpiyatlarının ardından ABD’ye döndüğünde, “Hitler bile bana bu kadar kaba davranmadı” dedirtmiştir. Owens’ın bahsettiği kaba kişi ise Amerikan refah devletini inşa eden atan ve eşitlikçi iktisadı politikalarıyla bilinen Franklin Roosevelt’tir.

Bu isyanların müesses “ırkçı” nizamı değiştirmeyeceğine en büyük delil Demokratların rahatsız edici sessizliğidir. Trump seçildiğinden beri onun vergi politikalarını, aleni ırkçı söylemini, okuma yazmayla olan çetrefilli ilişkisini devamlı gündeme taşıyan ve demokratik sol üyeleri üzerinden sistemi eleştiren Demokrat Parti bir haftadır ağzını açmıyor. Bir düzen değişikliğinden çekindiğini sessizliğiyle itiraf etmiştir. Zaten, ırkçılığın bir Trump dönemi hastalığı olduğunu zannetmek de ancak bir beyaz liberale yakışır.

Bu da beni aynı hafta içinde yaşanan son hikâyeye getiriyor: Parkta kendisine “köpeğine tasma tak” diyen adamı “bir Afrikalı-Amerikalı erkek benim hayatımı tehdit ediyor” diye polise şikâyet eden kadının bize anlattıklarına. Bu kadın polisi arayıp bir siyah erkek beni tehdit ediyor demenin tetiklediği mekanizmanın o kadar farkında ki ve var olan sistemin haklı olup olmadığına bakmadan karşısındaki siyah erkeği cezalandıracağından o kadar emin ki, insanın kanı donuyor.

Bu kayıt beyazların siyahlara olan hürmetsizliğinin bilinçaltında yatan bir tepkisellik değil, bilakis kendi imtiyazlarını savunmak için sonuna kadar kullanabilecekleri bir sistem içindeki alışkanlıklarına işaret ediyor. Kayıttaki kadın biliyor ki, polis geldiğinde bir siyah erkek ve bir beyaz kadının ihtilafında siyah erkeği suçlayacak, belki de göz altına alacak, belki de öldürecek. Ancak yine de işine geldiği gibi bu yalan şikâyeti ederken hiç eli titremiyor. Videodaki kadının Obama’ya bağış yapmış New Yorklu bir liberal olması da Amerikan ırkçılığının alameti farikası. Siyasi görüşlerden, sınıflardan ve toplumsal cinsiyetten azade bir ırkçı nizamdan ve bu düzenin idamesinden yana bir beyaz Amerika. Ünlü siyah sosyolog W.E.B. Du Bois’in 1903 yılında dediği gibi, siyahlar kendilerine “bakan” beyazların bakış açılarını da sürekli göz önünde bulundurmak zorundalar. Bu “çifte bilinç” Amerikalı siyahların benliğinde kurucu bir rol oynar Du Bois’e göre.

Irk meselesinin ne kadar netameli olduğunu 2015-2016 yılında Wisconsin Üniversitesi’nde verdiğim “Irk meselesi Amerikan toplumunu nasıl şekillendiriyor?” dersinde tecrübe etmiştim. Dersin gayesi, ABD’deki toplumsal ilişkilerin ve kurumların ırk temelli ilişkiler üzerinden inşa edildiğini ve ırkçılık şeklen tarihe karışmış olsa da ABD’de eğitim, sağlık, hukuk ve daha birçok alanda toplumsal ilişkilerin ırk eşitsizliği üzerine inşa edilmiş olduğunu anlatmaktı. Dersin bu mesajına en çok tepkiyi, küçük kasaba veya kentlerden gelen, kâğıt üzerinde ırk eşitliğini savunan, Obama’ya oy veren ve kendini liberal olarak gören öğrenciler veriyordu. Çünkü derilerinin rengi yüzünden keyfini sürdükleri imtiyazların kendilerine hatırlatılmasından son derece rahatsız oluyorlardı. Üstelik bunun aksanlı İngilizce konuşan bir Türkiyeli tarafından yapılmasına da iyice içerliyorlardı.

Bugün de beyaz Amerikalıların önemli bir kısmının bu yaşanan isyan dalgasını haddini aşmış bir siyah ayaklanma olarak gördüğünü iddia etmek yanlış olmayacaktır. Özellikle Demokrat Parti'den umudunu kesmiş ve Cumhuriyetçi partiye oy veren beyaz işçi sınıfı üyesi Amerikalıların. Irkçı beyazların Trump’ın örtük desteğiyle sokağa inip isyancılarla çatışması da isyanlar uzarsa muhtemeldir. Ancak bu isyan uzadıkça, beyazların protestolara verdiği şartlı destek de kesilecek ve her iki parti de kasımdaki başkanlık seçimine kadar bu meseleyi unutturmaya çalışacaktır. Tabii seçim olursa.

*Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü