Koleksiyoner Ahmet Uhri: Genç sanatçılar sanat galerileri tarafından sömürülüyor

Koleksiyoner Dr. Ahmet Uhri ile koleksiyon serüvenini konuştuk. Uhri, "Yaşayan sanatçıların, özellikle de genç sanatçıların anlaşmalı oldukları sanat galerileri tarafından sömürüldüklerini biliyoruz. Dolayısıyla galerici bence sanatçıyla, koleksiyoncu arasında kazandığıyla piyasayı da belirliyor" dedi.

Google Haberlere Abone ol

İZMİR - 2021 yılının ilk günlerinde koleksiyonerlerle söyleşimize Dr. Ahmet Uhri’nin tablo koleksiyonu ile devam ediyoruz. Babasının pul biriktirmeye teşvik etmesiyle daha ilkokulda koleksiyonculukla tanışan Uhri’nin bu tutkusu, arkeolog olmasıyla birlikte insanın ürettiği çeşitli kültür ürünlerini, kültür tarihinin bir parçası olarak sınıflandırmaya dönüşmüş.

Tablo koleksiyonu dışında çeşitli objeleri de biriktiren Uhri, 40 yıla yaklaşan koleksiyonerlik hikayesini Gazete Duvar okurlarıyla paylaştı.

Dr. Ahmet Uhri

‘ARKEOLOJİ OKUMAK KÜLTÜR ÜRÜNLERİNE İLGİMİ ARTIRDI’

Koleksiyonerlik hikayeniz nasıl başladı?

Babamın pul biriktirmeye teşvik etmesiyle ilkokulda koleksiyonculukla tanıştım. Sonrasında zaman içinde insanın ürettiği çeşitli kültür ürünlerinin biriktirilip, sınıflandırılıp kültür tarihinin bir parçası olabileceğini anladıkça durum değişti. Ayrıca evde annemin dünya paraları ve peçete koleksiyonu vardı. Sonrasında özellikle İzmir’de yaşayan iki sanatçı bu konuda beni çok etkiledi. Birisi İzmir Devlet Konservatuvarı’nın müdürlüğünü de yapmış olan keman sanatçısı Prof. Dr. Hazar Alapınar, diğeri de Türkiye’de naif resmin babası sayılan ressam Fahir Aksoy. Hazar Alapınar tablo ve tespih koleksiyonu yapardı. Fahir Aksoy ise bence bizatihi koleksiyonculuğun kendisiydi. 

1980’li yılların başında İzmir’in sanat hayatında etkili olan Köken Sanatevi çevresinde toplanmış sanatçıların sergilerine gittikçe tablo almak hep içimden geçse de yirmili yaşlarında parasız bir üniversite öğrencisi için bu iş çok zordu. Dolayısıyla asıl olarak tablo toplamaya başlamam 30’lu yaşlarımda oldu. Bunun yanı sıra arkeoloji okumam kültür ürünlerine olan ilgimi daha da arttırdı. Arkeoloji eğitimim sırasında bir yandan da eski kitapçılıkla uğraşıyordum ve zaten kitapları seven biri olarak yavaş yavaş yazarından imzalı kitap, efemera ve nadir kitap toplamaya da başladım. Çok dar bir koleksiyon olarak da Türkiye’de kurulan Cumhuriyet dönemi partilerinin programlarını biriktirdim.

Tablo koleksiyonuma önce değişik tekniklerle yapılmış tablolarla başlamış olsam da baskı resim/serigrafi toplamaya ağırlık verdim. Tabii bir rakı sever olarak da son dönemlerde artan farklı markalarda rakı üretimi dikkatimi çektiği için firmaların promosyon olarak dağıttıkları rakı bardaklarını da toplamaya başladım.

‘TUĞLA VE KİREMİTLER ÇOK FARKLI ŞEYLER ANLATIYOR’

Sizin bir de kiremit koleksiyonunuz olduğunu biliyoruz…

Evet, 2015 yılından beri Kültür Bakanlığı adına yürüttüğümüz Karaburun Yüzey Araştırması’nda arazide dolaşırken dikkatimi çeken ve tamamı 20. yüzyıl başına tarihlenen tuğla ve kiremitler bana çok farklı şeyler anlatıyor. Örneğin Marsilya’da bugün kiremit üretilmezken bu topraklarda halen çatı kiremitlerine Marsilya kiremiti denmesi gibi. Bu beni Doğu Akdeniz ve Ege’deki 20. yüzyıl başı deniz ticaretini incelemeye dek götürdü ve çok değişik markalarda çatı kiremitleri topladım. Kültürel bir olgu olarak Doğu Akdeniz, Marsilya kiremiti ticaretini ve yarımadadaki tuğla atölyelerinin varlığını kanıtlayan bu objelerin de anlattığı çok şey var ve onları da yakında toplamaya başlayacağım.

Bunun yanı sıra özellikle kentsel dönüşümle yıkılan yerlerin eski dokusundan çıkan atölye işaretli tuğlalar da keza öyle. Bütün bunlar kültürün yani Marx’ın tanımıyla belirtecek olursak, “doğanın yaptıklarına karşı insanın ürettiği her şey” in bir tarihinin, geçmişinin ve hikayesinin olabileceğini ve bu hikayelerin koleksiyoncular aracılığıyla sonraki kuşaklara aktarılabileceğini gösteriyor.

‘ELİMDEKİ KOPYANIN BAŞKA BİR DUVARDA OLDUĞUNU DÜŞLÜYORUM’

Peki, bir resmin hangi özellikleri sizi etkiler?

Önceleri renk ve kompozisyona bakardım. Sonrasında biraz daha bu konularda kendimi eğitip özellikle de baskı resme yönelince eserin ünikliğinden çok, kaç adet üretildiği beni daha çok cezbetmeye başladı. Bir Picasso veya Dali tablosu eğer baskı resim değilse tektir ve belki de sadece bir müzede görebilirsiniz. Ancak baskı resmin birden çok olması aslında biraz da paylaşmacı bir ruh durumuyla ilgilidir. Örneğin elimdeki bir baskının diğer kopyalarının tanımadığım, bilmediğim bir başka duvarda asılı olduğunu düşlemek hoşuma gidiyor.

.

Tablo koleksiyonunuzda önemli nadir parçalarınız neler?

Devrim Erbil, Abidin Dino, Süleyman Saim Tekcan, Ömer Uluç gibi sanatçıların bazı eserleri.

‘SADECE HİKAYESİ İÇİN HEYKELİ SATIN ALDIM’

Koleksiyonunuza dahil ettiğiniz eserlerden sizin için farklı, ilginç bir hikâyesi olan var mı?

Elimdeki tek heykel olan Ekin Erman’a ait bir büst, hikâyesiyle beni çok çarpmıştı. Sadece hikâyesi için o heykeli satın aldım. “Mayıs Sıkıntısı” filminden de tanıdığımız Nuri Bilge Ceylan’ın babasının büstü, Ekin Erman tarafından NBC’ye hediye edilmiş. Yıllar sonra bir hurdacı, heykelin köşesindeki Ekin Erman imzasını araştırıp sanatçıya ulaşmış. Ekin Erman ile bir gün sohbet ederken telefonunun çalıp da arayan kişinin bir hurdacı olması ve elinde bu büstün olduğunu söylemesi beni çok etkiledi, olay gerçekten çok çarpıcıydı. Bugün evimin başköşesinde bulunan bu büstü bu nedenle satın aldım.

.

Türkiye’deki fiyatlarına baktığınızda eserlerin değerinde satıldığını düşünüyor musunuz?

Çoğunlukla değerinde satıldığını düşünüyorum. Ancak sanatçının eline o değerin geçip geçmediğinden emin değilim. Yaşayan sanatçıların, özellikle de genç sanatçıların anlaşmalı oldukları sanat galerileri tarafından sömürüldüklerini biliyoruz. Dolayısıyla galerici bence sanatçıyla, koleksiyoncu arasında kazandığıyla piyasayı da belirliyor.

‘UMARIM KOLEKSİYONCU DOSTLARI KIZDIRMAMIŞIMDIR’

Son olarak; Koleksiyonerlere neler söylemek istersiniz?

Burada sözü Charles Willeford’a bırakmam yerinde olur. Charles Willeford’ın 'Yanık Portakal' adlı romanında esprili biçimde yazdığı koleksiyoncu tanımları, bir koleksiyoncunun ruh durumunu en iyi açıklayan metinlerden biridir. Willeford, her ne kadar bu tanımları resim koleksiyonculuğu için yapmış olsa da bunlar, sözcüğün yalın anlamıyla toplayan veya biriktiren herkes ve toplanan ve biriktirilen her şey için geçerli olabilir. Bu tanımları koleksiyoncuları hem kızdırmayı göze alarak hem de onların derin hoşgörüsüne sığınarak aşağıdaki uzun alıntıyla yapma gereği duyuyorum.

Koleksiyoncular genellikle üç kategoriye ayrılır.

İlk grupta ne istediklerini bilerek sanatçılara gereken siparişleri veren, sayıları çok az ‘Patron Koleksiyoncular’ vardır. Bu grup, geçmişte değişik sanat stillerinin yerleşmesine yardım etmiştir. Örneğin on altıncı ve on yedinci yüzyıllarda portrelere aşırı bir talep olmasaydı, portre ressamlığının büyük ekolleri de gelişmezdi.

İkinci grupta orta sınıf koleksiyoncular bulunur. Bunlar modaya uygun olanı satın alırlar. Modern sanat eserlerini de ya nedenini bilmeden ya da zamanla hoşlanmayı öğrendiklerinden toplarlar.

Üçüncü grup, ekonomik nedenlerle koleksiyonculuk yapanlardan oluşur. Alır, satar, kâr ederler; yani totoloji yaparsak, koleksiyoncu oldukları için koleksiyoncudurlar. Ellerindeki sanat eserlerini, o andaki ve gelecekteki değerleri yüzünden severler.

Her üç gruptaki koleksiyoncuların bir ortak özelliği vardır: cimrilik. El yazıları ufacıktır, ‘i’ lerin noktasını koymaz, ‘t’ lerin çizgisini çekmezler. Fazlasıyla tutumludurlar. Ellerindekini –ne olursa olsun- başkalarına vermek istemezler.”

Umarım koleksiyoncu dostları çok kızdırmamışımdır…