Paşazadelikten yoksul bir yazara: Sermet Muhtar Alus

Sermet Muhtar Alus’un öne çıkan kitaplarından biri olan Onikiler, Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayımlandı. 1935’te, 9 Haziran ile 27 Ağustos tarihleri arasında, 79 sayı şeklinde tefrika edilmiş bir roman olan Onikiler, II. Abdülhamid devrinde, 1880’lerde geçer. Romanda öne çıkanların mekânların başını semai kahveleri, genelevler, meyhaneler gelir; diğer bir deyişle Onikiler, İstanbul’un arka sokaklarını, karanlık taraflarını ve o civarda dönen birtakım olayların trajikomik taraflarını bizlere yansıtmayı amaçlar.

Google Haberlere Abone ol

28 Mayıs 1887’de İstanbul’da doğan Sermet Muhtar Alus, edebiyatımızın arkada kalmış, kıymeti bilinmemiş kalemlerinden biri olarak kabul edilir. Oldukça üretken bir yazı hayatına sahiptir Alus; romanlar, öyküler, tiyatro metinleri, çeviriler, gazete, dergi yazıları, tefrika romanlar, denemeler vs. Öyle ki 18 Mayıs 1952’de vefat ettiğinde bile bir sürü gazete yazısının yayımlanmaya hazır halde beklediğini bizzat arkadaşları söyler.

Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yeniden yayımlanmaya başlayan Alus kitaplarını yeniden okuyabilme imkânına kavuştuk. Önce İstanbul Kazan Ben Kepçe okurlarıyla buluşmuştu, geçtiğimiz günlerdeyse meşhur kabadayı romanı Onikiler raflardaki yerini aldı.

PAŞAZADELİKTEN YOKSUL BİR YAZARA DOĞRU

Çocukluğunu ve gençliğini II. Abdülhamid döneminde geçiren Alus, meşhur jurnallerin, toplumsal paranoyanın, İslami simülasyonun birebir şahididir. Hatta dedesi Abid Paşa’nın 1894’te bir jurnal sonucu Halep’e sürgün edilmesi sadece Abid Paşa’nın değil, bütün ailenin prestijini olumsuz etkiler. Alus’un evde, özel derslerle öğrenimine devam etmesinin sebeplerinden biri olarak da bu sürgün gösterilir.

Ailesinin konumundan kaynaklı yerli, yabancı pek çok kitaba kolayca erişen ve kocaman bir kütüphaneye sahip olan Alus, edebiyata ve tiyatroya özel bir ilgi duymaya başlar. Bu heves onda daha çok kitaba, oyuna ve ilk yazı denemelerine kapı aralar.

1906’da Galatasaray Lisesi’nin son sınıfına kayıt yaptırmasıyla düzenli şekilde okula gidip gelmeye başlar, liseden sonra Mekteb-i Hukuk’a kayıt yaptırır. Bu yıllarda çeşitli dergilerde ilk yazıları yayımlanmaya başlar. Türlü sebepler yüzünden başı belaya girmesin diye birçok yazısını da takma isimle yazar. Çocuklara Mahsus Gazete’de “Necat”, Hanımlara Mahsus Gazete’de ise “Samiha Necat” en çok kullandığı mahlastır. Hatta bu yazıların bir kısmını da çeviriymiş gibi, yabancı ülkelerde geçirir.

Yine o yıllarda yazıların, karikatürlerin yanı sıra fotoğraf çekme sevdasına da tutulur ancak bu başına tuhaf bir bela açar. Çektiği bir fotoğrafta Müslüman bir kadının da kadraja girmiş olma ihtimalinden dolayı karakola çekilip tartaklanır.

“...Meşrutiyet ilan edildi. Bir iki gazetede ve mecmuada ufak tefek yazılarım ve sözüm yabana karikatürlerim çıkıyor, fotoğrafçılığı da biraz kavramışım ya, dürbinli, portatif makinemle köprü üstünde ilk otomobiller, Eminönü meydanının genişleyen köşesi, yeni Haydarpaşa istasyonu gibi şayan-ı dikkat resimler çekiyorum...” Olay geçekleşip de karakola çekilince şöyle der. “Bir fotoğrafçı filmi yıkasın; eğer bir kadının eteğinin ucu görünecek olursa içeri tıkılmayı maalmemnuniye kabul...” Fotoğraf yıkanır ve ancak bu sayede üstündeki “suç”tan kurtulur.

Mekteb-i Hukuk’u 1910’da birincilikle bitirdikten sonra ilk ve tek düzenli işi kabul edilen Askerî Müzede Umur-ı Fenniye ve Tarihiye Kâtibi olarak çalışmaya başlar ve görevi Fransızca-Türkçe bir rehber hazırlamaktır. Alus titiz bir çalışma sonucunda 1920-1922 yılları arasında yayımlanacak üç ciltlik bir rehber hazırlar. Ne var ki babası Ahmet Muhtar Paşa’nın 1926’daki ölümünden sonra görevinden ayrılarak bütün geçimini kalemiyle kazanmaya çalışır.

Hemen her devirde olduğu gibi, o dönemde de yazarak geçinmek epey zordur. Özellikle 1931’den sonra gazete ve dergilerde sürekli yazıları yayımlanan Alus, annesiyle beraber yaşamakta ancak geçimlerini zar zor sağlamaktadır. Hatta yaşadıkları köşkü satmaya çalışırlar, olmaz, birkaç odasını kiraya verirler; çok zorluk çekerler.

“...kocaman bir odada kocaman bir masa etrafına ağır, oymalı, yüzleri aşınmış sandalyeler dizilmişti... Ama, bu zengin dekor içinde ne fakir bir sofra idi bu: Ortada bir şişe rakı, bir sürahi su, bir kristal tabakta yeşil salata, peynir, zeytin, ekmek... Yemek mi? Büyük bir sahanda, adam başına tek yumurta! Sonradan öğrendim: Bu köşk, Osmanlı İmparatorlu’ğundan bir küçük örnekti. İmparatorluk, bütün gelir kaynakları ile nasıl Düyun-u Umumiye’nin pençesinde ise, bu köşk de sarrafların, tefecilerin pençesinde idi...”

Üç evlilik yapan, nihayetinde annesiyle beraber yaşamaya devam eden Alus, damar sertliği ve tansiyon düşüklüğü nedeniyle 20 Mayıs 1952’de vefat eder. Cenazesinde otuz kırk kişi vardır ve sadece birkaç gazete ondan bahseder.

Onikiler-Büyük Halk Romanı, Sermet Muhtar Alus, 344 syf., Kırmızı Kedi, 2020.

19. YÜZYILIN KABADAYILARI

Alus’un öne çıkan kitaplarından biri de Onikiler’dir. 1935’te, 9 Haziran ile 27 Ağustos tarihleri arasında, 79 sayı şeklinde tefrika edilmiş bir roman olan Onikiler, II. Abdülhamid devrinde, 1880’lerde geçer.

Dönemin sokaklarını, o sokaklarda gezen ipsiz sapsız tipleri, tefecileri, yardakçıları, dolandırıcıları ve en çok da kabadayıları konu edinir. Bu kabadayılar aslında Tulumbacıdır. Anlatıcı, bunun altını pek çok yerde çizdiği gibi, dönemin Tulumbacıları hakkında da çeşitli bilgiler vermeyi ihmal etmez.

Romanda çeşitli kabadayıların, çeşitli çetelerin bahsi geçer ama hiçbiri meşhur Onikiler kadar prestije sahip değildir. Onikiler, İstanbul’un dört bir yanına namlarını salmış, yaman adamlardır. Liderleri olan Arap Abdullah’sa romanın esas kişisidir. Bir diğer esas kişi ise güzelliği ile dillere destan olan, süt banyolarından çıkmayan Küçük Hanım’dır. Romanın kaba hikâyesi, Arap Abdullah’ın, onu reddeden Küçük Hanım’a ulaşmaya çalışmasını ve bu süreçte yaşanan bir dizi olayı konu edinir.

DÖNEM ELEŞTİRİSİ

Kabadayı ve sokak kültürü üzerinden dönem eleştirisi de yapan Alus’un diğer öne çıkan karakterleri ise şunlardır: Halil Paşa, Beyoğlu Mutasarrıfı ve Asalı Molla.

Bürokrasiyi ve sarayı temsil eden Halil Paşa ve Beyoğlu Mutasarrıfı, sokaklarda dönen hemen her şeyden haberdar olmalarına rağmen, Arap Abdullah üstünden kabadayılarla, diğer bir değişle sokakla danışıklı dövüş halindedirler. Hak, adalet hepsi keyfiyete dönüşmüş durumdadır; esas mesele nasıl bir suça bulaştığın değil, hangi konumda kimi, kimleri tanıdığındır.

Asalı Molla da ikiyüzlü dindarların bir prototipi gibidir.

“Karşıdan baktın mı sofu süleha, eli öpülecek, duası alınacak bir Allahlık… Aslını astarını bilmeyenler seyirtip iki eline varırlar, üç kere öpüp başlarına korlar.

Halbuki o, ne malın gözüydü. En kaşarlanmış muhabbet tellalları, Mumcu Ahmetler, Kör Abdurrahmanlar, Çiroz Nazifler, Tüysüz Haçikler onun eline su dökemez, yanında sandal olamaz.”

İSTANBUL’UN ARKA SOKAKLARI

Romanda öne çıkanların mekânların başını semai kahveleri, genelevler, meyhaneler gelir; diğer bir deyişle Onikiler, İstanbul’un arka sokaklarını, karanlık taraflarını ve o civarda dönen birtakım olayların trajikomik taraflarını bizlere yansıtmayı amaçlar.

Alus’un en ilginç özelliklerinden biri de gazetecilik-romancılık ilişkisinden kaynaklanır. Şöyle ki gerek karakterin gerek kullandığı mekânların gerçeklikle ilişkini sürekli olarak teyit etmeye çalışır. Bunu Tulumbacılara dair yazdığı kısımlarda yaptığı gibi dipnotlarla da sürekli destekler.

Biz de kitabı okurken karakterlerin gerçekliklerine biraz daha yaklaşmış oluruz. Mesela Küçük Hanım’dan bahsettiği yerde şöyle bir dipnot düşer:

“Bu Küçük Hanım masal değildir. Aslı astarı vardır. O vakitler sahiden böyle bir haspa türemiş. İstanbul’a şanını şöhretini yaymış.”

Bazı mekânlardan bahsederken, yine dipnotlarda, o mekânların 1935’te ne halde olduklarını, nasıl dönüştüklerini de belirtme ihtiyacı duyar. Osman Baba Türbesi’nden bahsederken “Tramvay yolu yapılırken kaldırılmıştır,” diye yazar. Kazım Fevziye Kıraathanesi’ne geldiğinden “Bir zamanlar Felek Sineması, birkaç sene evvel de dans salonu idi,” der.

Alus’un kullandığı dile bakacak olursak; onun sokağı ve argoyu yakından tanıdığını rahatlıkla anlayabiliriz. Sadece argo da değil, özellikle kabadayıların semaileri, naraları da aralarındaki atışmalar da bize aynı şeyi düşündürür.

Hepsini bir araya getirdiğimizdeyse karşımıza şöyle bir resim çıkar; siyasi göndermeleri, dindar eleştirileri, sokak kültürü, çizdiği karikatürleri, çatışmaları ve ilişkileriyle beraber Alus son dönem Osmanlı toplumuna dair sosyal bir tespitte bulunur aslında. Dönemin sokaklarını ve sokak jargonunu merak edenler için önemli bir kaynak haline gelir.

Umarız Alus’un diğer kitaplarını da yakın zamanda okuma şansına erişiriz.

Kaynakça

  • Sermet Muhtar Alus: Hayatı – Sanatı – Eserleri, Meral Demiryürek, YÖK Tez No: 186886, 2006